November 26, 2010

Kuzu Su'dan keçi Su'ya...

YavruSu'nun videolarını izleyenler, ya da kısa süreli görenler diyorlar ki ne kadar tatlı bir çocuk, bizim de böyle bir çocuğumuz olsun. Aman diyorum aman, siz ne çektiğimizi gelin bir de bize sorun :P Tabii ki çok seviyoruz, herkes çocuğunu çok sever ama diğer yandan da... :)

YavruSu hiçbir zaman kolay bir çocuk olmadı. İlk başlarda ben sürekli bahaneler buluyordum, yok karnı acıktı, yok uykusunu alamadı, diş çıkarıyor, jetlag oldu, vs. vs. 3,5 aylıkken başladım diş çıkarıyor hikayesine, çıkardı mı 10,5 aylıkken ilk dişini :P Böyle sürekli olarak açıklama yapma gereği duyuyordum. Birkaç arkadaşım da dedi ki, ya Evren, bazı çocuklar böyle oluyor, yani karakteri dolayısıyla böyle olabilir. Aaa bir yaşıma daha gireceğim :P olur mu hiç öyle şey, çocuk rahatsız, o yüzden derdim. Sonradan anladım ki hakikaten rahatsızmış ama başka türlü bir rahatsız ;)

Bölümde bir arkadaşıma söylemiştim, "she is such a small goat" (tam bir minik keçi) diye, onun küçük kızı da aynı YavruSu gibiymiş, düşündü hak verdi. Amerika'da maymun derlermiş ama keçinin daha doğru bir tanımlama olduğuna kanaat getirdi arkadaşım da: gürültücü, inatçı, başının dikine giden küçük bir dağ keçisi :) Üstelik karnımdayken hep 'annesinin kuzusu' diye sevmiştim ama çıka çıka bir keçi çıktı içerden: keçi Su ;)



SAHNE 1:
YavruSu öğretmenlerinin tüm ihtarlarına rağmen ellinci kez ayakkabısını çıkartmaktadır. Kendi giyemediği için her seferinde giydirmekten bıkan öğretmeni artık biraz kızar. "Ayakkabını ayağında tutmalısın YavruSu, ayağına bir şeyler batabilir" diye söylenmektedir. Hiç oralı olmayan YavruSu'nun çözüm yolu öğretmenin dikkatini dağıtmaya çalışmaktır: "aaa look Anton, he is crying" (arkadaşını işaret eder ve ağladığını iddia eder). Öğretmeni bu durumu komik bulup YavruSu'yla uğraşmayı bırakınca kendisi hemen fırsattan istifade ederek yine ayakkabısını çıkarır, inat değil mi, 50, 55, 60, 100, .... Ayakkabılarını ayağında tut dedikçe çıkarmaya devam edecektir, çünkü o bir keçidir :)

SAHNE 2:
Anneyle baba birbirine yaklaşmak üzeredir, hayır kötü niyetleri yoktur, sadece birbirlerini özlemişler ve birazcık sarılmak istemişlerdir. Bunu gören YavruSu'nun suratı bir anda düşer, ama ne düşme!!! Sonra ağzını, japon çizgi filmlerindeki çocuklar gibi, suratının tamamını kaplayacak şekilde açarak tüm yaygaracılığıyla ortalığı ayağa kaldırır. Hayır bırakın başka çocuk düşünmeyi, bu noktadan sonra anne ve baba gözgöze gelmeye bile korkar olur artık.

Zaten bir çocuk fazlasıyla yetmektedir onlara. Hele 2 yaş dönemiyle birlikte keçilikten katırlığa terfi ettikten sonra bırakın çocuk düşünmeyi, yaşamı ve kaderi sorgular olmuştur artık anne-baba. Biz ne yaptık, bunu hakketmek için ne yapmış olabiliriz gibi sorularla kafalarını kırma noktasına gelmişlerdir artık ;)

SAHNE 3:
Araya girip "anne gitsin, go away mommy" diye diye anneyi zorla içeri gönderdikten sonra ancak rahatlayan cadı Su'nun sonraki hamlesi uyku konusunda gelir. Uyumamak için ilk önce bütün kitaplarını okutmaya kalkar, 1, 2, 3, son, son diye kandırarak 5-6 kitap kadar okuyunca, bakar ki uykusu gelmektedir; gözleri kapanmak üzereyken hemen kitapları bir kenara iter ve yatağın içinde doğrularak zıplamaya başlar. Uyku zamanı olduğu hatırlatılınca bu sefer de tüm şirinliğini takınarak karşısındaki insana gıdı gıdı diye oyunlar yapmaya başlar. Anne ve baba bu konuda epey deneyimli olduğu için oyuna gelmez ve tüm ciddiyetleriyle uyuması gerektiğini hatırlatırlar, bu sefer ufak çapta bir kriz ortamı oluşturarak "aşağı inelim" diye ağlamaya başlar. Sonra bu konuda da karşıdan dirayetli bir duruş görünce bu sefer de "meme" veya "şüt" diye ortalığı ayağa kaldırır. Emme faslı bittikten sonra artık iyice kıvama gelmiş olduğunu düşünür anne ama bu sefer de bağıra bağıra şarkı söylemeye başlar YavruSu ve hiç uyumayacağını düşünüp imdat diye bağırmak üzereyken, bir anda fişi çekilmiş gibi uykuya dalar. Bu mucizevi olayın yaşandığı an, en iyi ihtimalle saat 10 sularıdır. Genelde on buçukta uyuyup sekizde kalkar. Tabii arada sayısız kez uyanmazsa...

Bundan sonra "oh, gece artık size kaldı, hadi yine iyisiniz" diye düşünüyorsanız çok saf ya da çocuksuz olmalısınız. Çünkü kalan enerji diye bir şey yoktur, biten hatta eksiye düşen enerji vardır. Bu noktadan sonra, ya kendinizi bir süre yemeye verirsiniz ve eblek bir şekilde bilgisayara bakarsınız, ya da siz de sızıp uyursunuz ki ben çoğu zaman kendimi ikinci durumu icra ederken buluyorum daha doğrusu sabah kalkıp "haydaa gene sızmışım, bir gece daha karanlıklar ülkesinde yitip gitti; ama bu gece bu ülkeden birilerinin bacağını kırmazsaam; hayır kıracam da..." diye sayıklarken yakalıyorum. Neyse ki gündüz 1-1,5 saat uyuyor da biraz olsun dinleniyoruz. Gerçi gündüz uykusuna yatırmak için harcadığımız enerjiyi düşünürsek, 1,5 saat uyusa bile telafi etmeye yaramıyor. En iyisi artık gündüz uykularını kaldırmak olacak sanırım.
* * *
Böyle işte. Her gün bunun gibi onlarca sahne yaşanıyor. Giyinmesi/soyunması, arabaya binmesi/inmesi, banyoya girmesi/çıkması, uyuması, yemesi, ... her biri ayrı bir mücadele alanı artık. Ne diller dokuyoruz, bu sürecin sonunda politikacı olup çıkacağız valla. İkna kabiliyetimiz gelişiyor diyordum ama YavruSu'nunkinin yanında hala solda sıfır. Böyle bir özelliğin gerekli olduğu bir iş varsa Evren'in 'açık iş ilanı'nda yazdığı gibi, bizden de iyi bir aday yetişiyor :)

Tabii ki dünyada yaşanan inanılmaz olayların yanında bizim yaşadıklarımızın hiçbir önemi yok. Zaten yanlış anlaşılmasın, sadece eğlenmek için yazdım. Yoksa herhangi bir şikayetimiz yok, tam tersine zorlansak da arada sırada, her durum ayrı güzel, ayrı keyifli.

Bir de baba faktörü var tabii, çok önemli. Ben dayanamıyorum bazen ama bizimki nasıl bir oluşumsa; bana rağmen, YavruSu'ya rağmen, benim 14 yıllık 'çabama' rağmen hala çatlamadı. Bazen bu sakinliği/olgunluğu/iyi niyeti benim çatlamama neden olsa da çoğu zaman iyi ki diyorum, iyi ki varsın! Tamam artık bundan sonrasını okumayın, öyle ulu orta ilan-ı aşk yapacak değilim herhalde :P

Ama illa okumaya devam etmek istiyorsanız, hala bıkmadıysanız, iki önceki yazıda yazdığım iğne anektodunu nerede okuduğumu buldum :) ona bakabilirsiniz. Işıl ve Fethiye sağolsun, yazdıkları yorumlarla dünyamı aydınlattılar. Işıl, bu anektodun ilk olarak kim tarafından kullanıldığını yazmış. Çok şaşırdım, çünkü bu örnek Adam Smith tarafından Wealth of Nations kitabında  endüstriyel devrim öncesi yazılmış. Evet öncesinde! "Ardından da Marx Kapital'i yazmış ki amacı Adam Smith'in bunu ne kadar doğal bir süreçmiş gibi anlatmasını eleştirmekmiş". Bu bilgiler için Işıl'a ve okuduğum yeri bulmamı sağladığı için Fethiye'ye çok teşekür ederim! Anektodun yer aldığı Yıldırım Türker'in yazısını okumak için buraya bir tık. Biraz daha motivasyon için yazıdan bir bölüm:
"Tembellik, insanın en insani hakkıdır. Emeğin kutsallığı safsatasına karnı tok olanlar özgürlüğü tanımlamaya en yakın duranlardır. Çalıştıranlara iktidar, çalışanlaraysa emeğin kutsallığı, öyle mi?
Vakit, nakit değildir! Vakit, hayattır! Hayatına dön. Fazla mesaiye kalma."

November 10, 2010

Şeylerin Hikayesi (Story of Stuff, Türkçe)

Sistemin işleyişini anlatmak için kullanılan bir iğne anektodu vardı, nerede okumuştum hatırlayamadım, ben de kendim, yeniden yazayım dedim.

İnsanların bir noktada iğneye ihtiyaçları oluyor. Endüstriyel sistem gereği hemen iğne fabrikaları açılıyor. Ve herkes iğne ihtiyacını karşılıyor. Ancak olay burada bitmiyor. Satışların iyi gittiğini gören diğer yatırımcılar da iğne fabrikaları açıyorlar. Böylelikle elimizde, satın alabileceğimiz miktardan çok daha fazla iğne oluyor. Şimdi ne olacak? Bu fabrikalar-mağazalar dolusu fazladan iğneleri ne yapacağız? Kendinize batırın demiş atalarımız ama... Şaka bir yana, bu konuda sistemin ürettiği belli politikalar var:
  1. İndirim yapıp insanların ileride kullanmaları için fazladan iğne almaları sağlanabilir. 
  2. İğneleri çabuk kırılabilecek cinste veya kullan-at olarak üretip tüketicilerin hemen ve sürekli olarak yeni bir iğne almaları sağlanabilir. 
  3. Medya devreye sokulur ve insanların kendilerini 'farklı/özel' hissetmek için bu iğneye ihtiyaç duyduğu yanılsaması yaratılır; reklamlar ve diğer yollarla gözlerine sokulur.  
Ancak, örneğin, ilk durumda iğne, değerinden daha düşük bir fiyata satılacağı için, bu durumun yol açtığı maaliyetlerin karşılanması gerekir. Bunun için farklı yollar izlenebilir, mesela işçi çıkarılabilir, ya da sigorta giderlerinden feragat edilir, ya da en iyisi maliyetler dışsallaştırılır! Kendi doğal kaynaklarını kullanmayanlarınki özenle bertaraf edilip nüfusuna yetemeyenlerin ülkesinde fabrika açılıp ucuza işçi çalıştırılır. Böylelikle, aldığımız bir eşyanın her bir parçası bir yerden gelerek bazen yüzbinlerce kilometre yol kateder, harcanılan yakıtla atmosferi zehirler ve dünyanın ömründen çalar!!!

Bu ve bunun gibi 'şeylerin hikayesi'ni anlatmış Annie Leonard bundan 3 yıl önce. Story of Stuff belgeselinin bu Mart ayında kitabı da çıkmış ve nihayet Türkçe altyazılı videosu da :) Annie Leonard, 1988-2006 yılları arasında, Greenpeace, GAIA ve benzeri kuruluşlar için çalışmış ve 35 ülkede fabrikalarda, çöplüklerde, toksik merkezlerde incelemelerde bulunmuş, bu 'şeyler'den etkilenen topluluklardan insanlarla konuşmuş, ve bu konuda farkındalık yaratmak için çeşitli çalışmalar yürütmüş bir çevre aktivisti. Eğer hala izlemediyseniz mutlaka 20 dakikanızı ayırıp onun bunca yıl uğraşıp emek harcadığı bu inanılmaz belgeseli izlemeye çalışın.

Bu belgesel pek çok ülkede, ilkokullardan master sınıflarına kadar çeşitli yerlerde gösterilmiş. Hatta sitede destekleyici eğitim materyalleri de mevcut. Neyse ben fazla lafa tutmadan, sizi belgeselle başbaşa bırakayım... Sonra konuşuruz yine :)








Annie Leonard'ın hazırladığı diğer belgeseller:
Story of Cap & Trade
Story of Bottled Water
Story of Cosmetics
Story of Electronics

Bir de Mira'nın bahçesinde yazmıştı Banu bu konuyla ilgili; hem bilgilendirici, hem de önemli bağlantılar taşıyan bir yazı, ona da mutlaka bakılmalı.


Güncelleme: Işıl ve Fethiye sayesinde toplu iğne anektodunu nerede okuduğumu buldum: Yıldırım Türker'in Radikal'de yazdığı Tembelliğe Övgü yazısında. Işıl, bu anektodun ilk olarak kim tarafından kullanıldığını yazmış. Çok şaşırdım, çünkü bu örnek Adam Smith tarafından Wealth of Nations kitabında  endüstriyel devrim öncesi yazılmış. Evet öncesinde. "Ardından da Marx Kapital'i yazmış ki amacı Adam Smith'in bunu ne kadar doğal bir süreçmiş gibi anlatmasını eleştirmekmiş". Bu bilgiler için Işıl'a ve okuduğum yeri bulmamı sağladığı için Fethiye'ye çok teşekür ederim! 

November 5, 2010

Alternatif Hediyeler

Blog dünyasında her gün yeni bir güzellikle karşılaşıyorum. Bugün bahsetmek istediğim, 'el emeği göz nuru' üreten blogcular. Bu yetenekli yaratıcı insanlar, onca işlerinin yanında oturup bir de bu güzel şeyleri yapıyorlar ya gerçekten çok takdir ediyorum. Birkaç tanesi bana geldi, sağolsun Ateş Böceğinin annesi. Gerçi ben bugün el emeklerini işe dönüştüren insanlardan bahsedeceğim. Aylık 10 dolara işçi çalıştırıp çocukları kullanan, zehirli atıklar üretip bunları doğaya salan büyük işletmeler yüzünden her geçen gün yeni bir küçük işletme kapanıyor. Oysa bilen bilir, bu el emeği denen şey, gerçekten göz nurudur, çok değerlidir. O yüzden kendinize veya sevdiklerinize hediye almak için mutlaka bu alternatif ürünlere bakınız derim.

Oyuncak Dükkanı / Hilal Timur

Hilal, ilk olarak 2008'de oğlu için yapmaya başlamış bu güzel oyuncakları. Daha sonra arkadaşlarının da önerisiyle yapıp paylaşmaya başlamış. Bir süredir Pasaj'da ve Hilal'in El Emeği blogunda satılıyordu oyuncakları ama en sonunda bu iş için özel blogunu açtı. Çok da iyi oldu. Blogda ayrıntılı bir şekilde her oyuncağın materyali ve nasıl kullanılacağını anlatıyor. Örneğin bu yanda resmi bulunan Patates Kafa ile Surat İfadeleri oyuncağı polar ve keçeden yapılmış. Farklı göz, kaş, burun ve ağız ifadeleri surat zemine çıtçıtlanabiliyormuş. Potato Head'in Türkiyeli versiyonu. Ben bu oyuncağa bayılıyorum, çok yaratıcı bir oyuncak. Siz de bu dükkana bir bakın, daha ne güzel şeyler var. Ev yapımı oyun hamuru, çok kültürlü bebek giydirme aktivite kitabı, kumaş kitaplık, kartondan evler, örgü oyuncaklar ve daha neler neler. En güzeli de içinde BPA var mı yok mu, toksik boya kullanılmış mı, çocuğuma herhangi bir zararı olur mu vs. gibi şeyleri düşünmeden rahatça alışveriş yapabileceğiniz bir mekan.

Çocuk Odaları İçin Kişiye Özel Resimler / k.i.s.d.
Kisd, kendi izini sürerken sonunda içindeki cevhere ulaştı :) Ne de iyi oldu! Bu yetenekli blogcu anne, resimlerini bizimle blogunda paylaşıyordu ara sıra,  sonunda bu dükkanı açmaya karar verdi. Amacı, çocuk odaları için resimler yaparak dünyayı daha renkli ve neşeli hale getirmek. Dükkanın adı üzerinde ama ben yine de yazayım: Kisd, çocuğunuzun sevdiği imgeler, renkler, yiyecekler gibi şeyleri de dikkate alarak çocuğunuza özel resimler yapıyor. Suluboya kağıdına suluboya ile çalışıyor ve istediğiniz ebatta resim yapıyor. Çocuğunuzun veya arkadaşının doğum günü için özel bir resim istiyorsanız acele edin yalnız, en geç bir ay önce iletişime geçmeniz gerekiyor.


Cincüce Bobin Hizmetleri / Banu

Banu'yu Bir Dolap Kitap sayesinde tanıdım. Bunca aydır çeşitli bloglarını takip ediyordum ve buna rağmen henüz yaptığı şeylerin range'ini tam olarak idrak edememiştim :) --ki birkaç ay önce bize çok güzel bir süpriz yapıp tüm yazılarını bir blogda birleştirdi. Ve daha da güzeli el emeği göz nuru olan seramiklerini bizlere de sunmaya karar verdi. Kendi gibi renkli ve yaratıcı olan bu tasarımlarına Pasaj'da açtığı dükkandan ulaşabilirsiniz. Bir de Günaydın adında çok güzel ve minik bir çocuk kitabı vardı yazdığı ve yaptığı, Dolab'ı takip edenler bilir, işte bu kitaplardan da  görmek istiyoruz dükkanda duyurulur :)

Yaşasın alternatif ürünler, yaşasın alternatif alışveriş!