October 27, 2009

Çocuk hastalıkları / Kreş hastalıkları

Derlerdi de inanmazdım ama gerçekten de oldu: YavruSu kreşe başladıktan sonra tam 3 hafta boyunca hasta oldu. Ciddi birşey olmadı ama biz yine de hop oturup hop kalktık. Babamın belki de 40 kere söylemesine rağmen telaşlanıp her yeni semptomda onu aradık, ne yapalım, ilaç başlayalım mı diye. Babacığım sağolsun, sabırla tekrar tekrar anlattı ve içimizi rahatlattı: Çocuk hastalıklarının %80'i viral hastalıklardır. Ateş olmadıkça endişelenmeye hiç gerek yoktur.

Viral hastalıkların ilaçla tedavisi yoktur. Nezle ve grip için satılan ilaçlar sadece semptomları azaltmaya veya kesmeye yarar ki bu genelde tercih edilmeyen birşeydir. Çünkü bu semptomlar vücudun mikroplarla savaştığını gösterir. Vücudun öncü savaşçılarının ürediği belli mukozik yapılar vardır ve hastalık döneminde bunlarda artış görülmesi iyiye işarettir. Bunlar: burun mukozası, gözyaşı, kulak mukozası, akciğer mukozası, ve mide sıvısı.

Dolayısıyla biz babamı "Aman burnu akıyor ne yapalım, damla mı verelim, sümüğünü mü çekelim" diye aradığımızda" o da bize, "Önce sakin olun, akan sümüğü temiz bir bezle silin ve başka da birşey yapmayın" dedi. Ama biz yine aradık tabii ki; yok gözü aktı, yok kustu, aman öksürdü, vs. O da bize her seferinde "Aman ne güzel mikroplarını dışarıya atıyor" dedi. Sonunda yaşadığı yerin mikroplarına karşı direnç geliştirdi ve son 2 aydır en ufak bir hastalık belirtisi olmadı :)))

Bu arada, bu hastalığa burda "common cold" diyorlar; sanırım bizim "üşütme" dediğimiz şeye tekabül ediyor --daha çok üst solunum yollarını etkileyen bir virüs yüzünden kaynaklanıyor. Semptomları:

Burun akıntısı
Göz akması
Hapşırık
Öksürük
Yorgunluk
İştahsızlık
Baş ağrısı

Her ne kadar virütik bir hastalık olsa da bu "üşütme", aslında gerçekten üşütmeyle de bir ilgisinin olduğunu söylüyor babam. Şöyle ki: vücudun mikroplarla savaştığı belli bir ideal ısısı var ve bu ısının altına düşüldüğü zaman, bu savaşçılar, nam-ı diğer alyuvarlar ya da antibodyler, çok etkin olamıyorlar. Dolayısıyla vücut, çeşitli mikroplara ve virüslere karşı kısmen savunmasız hale geliyor. Tabii bu aslında vücudun ikincil savunma mekanizması, yani mikropların vücuda girmeyi başardıktan sonra karşılaşacakları savaşçılar. Birincil mekanizma, deri, ve yukarıda bahsettiğimiz çeşitli organlardaki mukuslar (burun, kulak, ağız, göz, akciğer, mide), ki bunlar da tahmin edebileceğiniz gibi ekstrem ısılardan etkilenen cinslerden. O yüzden de herkese sıcacık bir kış diliyorum şimdiden!

October 14, 2009

Müzik ve dans: sebeb-i varlığım!

Hamileyken YavruSu'ya yazdıklarımdan :

"Birtanem, canım bebeğim, sen geleceksin diye öyle heyecanlanıyoruz ki burda... Hareketlerini hissetmek muhteşem bir duygu --tabii idrar torbamın üzerinde stretching yapmadığın zamanlarda :)

18 haftalıkken ilk kez hissettim seni. Narin dokunuşlar giderek vuruşlara dönüştü, ve vuruşlar dansa... YavruSu'nun su dansına..."


Evet, Erkan Oğur ve daha nicelerini dinledik seninle :) En çok da Astrud Gilberto, Marta Gomez, Gitarissima, Ricardo Moyano, Kardeş Türküler, Sema, Reşat Aysu, Anouar Brahem, Bach, Mozart, Astor Piazzolla (özellikle Eight Seasons), Ben Harper ve daha niceleri... Sen bir çık, daha neler dinleyeceğiz neler :)

May 27, 2009

Evren hamile!!!

Hamile olduğunuzu dostlarınızla ve ailenizle nasıl paylaşırdınız? Ben wikiHow'da gezinirken gördüğüm şu öneriyi uyguladım: fotoğraf makinesini aldım ve fotoğraf çekmek istiyorum dedim:
- Kameraya bakın lütfen! Çiiz deyin evet... 1, 2, 3 flaş:


- Kıpırdamayın bir fotoğraf daha... bu sefer de "Evren hamile!" deyin :)


Sağolsun ailemiz ve dostlarımız bu mutlu haberimizi bizimle paylaştılar. Herkese tekrar teşekkür ediyorum!

Not: İki resimde de aynı ifade ile poz veren arkadaşlar Türkçe bilmedikleri için ikinci fotoğrafta da alık alık bakmaya devam ettiler :)

Merhaba!

YavruSu, nam-ı diğer Tülin Su, bugün itibariyle 5 ay 9 günlük bir bebiş. "Bunca zamandır nerdeydin?" ya da "Bir sen eksiktin!" diyebilirsiniz. Ne yapayım, içimden geldi bir de ben anlatayım, ben de paylaşayım yaşadıklarımı dedim.

Gerçekten çok zaman geçti. 9 ay 10 gün + 5 ay 9 gün = 14 ay 19 gün olmuş bebiş dünyaya geleli. Ama hep nedense doğduktan sonraki zaman sayılır, sanki anne karnında boşa geçirirmiş gibi günleri. Oysa daha 6 haftalıkken bile kalbi vardır, atar tık tık tık... Ve o ilk kalp atışlarını duyduktan sonra anlarsınız ki artık, hayat çok farklı olacaktır, daha bir başka aydınlık :))

Evet, biraz şimdiki zaman biraz flashbacklerle ben de annelik maceramı paylaşmaya çalışacağım sizlerle. Ve gerek yorumlarınız gerekse önerilerinizle sizler de buyurun katılın bu günlüğe!
Herkese sevgilerimle...

November 20, 2008

8 yıldan sonra neden glütene tekrar başladım?

2013 yılının Ocak ayında Dr. Chris Kresser'ın "The Gluten-Thyroid Connection" yazısını okuduktan sonra bir dizi araştırma yapmış ve glüteni bırakmıştım. 8 yıl boyunca glütenli hiçbir şey yemedim. Hatta o dönem uzunca bir süre oto-immün protokolünü (AIP) uyguladım ve pek çok şeyi diyetimden çıkarttım: şeker, paketli ürünler, tahıllar, baklagiller, süt ürünleri, kuruyemişler, yumurta, domates, biber, patlıcan, baharatlar, tohumlar, çekirdekler... Bunlar yerine her gün kemik suyu ve elma sirkesi içiyor, bolca et, sakatat, serbest gezen ve yemle beslenmeyen tavuk ve balık, avokado, hindistan cevizi, zeytin, sebze, salata, turşu ve yaban mersini, böğürtlen gibi düşük fruktozlu meyveler yiyordum. Ayrıca, yoga, meditasyon ve yürüyüşü de ihmal etmiyordum. Bu azmim sonucunda 'iyileştim'. TSH'ım düştü, hatta tiroid değerlerim 2 sene sonra ilacı bırakacak derecede normale döndü. Kendimi çok iyi hissediyordum. Zamanla diyetimden çıkardığım gıdaları yavaş yavaş geri ekledim. Tabii, hala glüten, şeker, süt ürünleri ve paketli ürünler tüketmiyordum. Her şeyi mevsiminde ve organik alıyordum. Yıllarca çok dikkatli beslendim, 6 ayda bir tiroid değerlerime baktırıyordum ve sonuçlarım hep iyi çıkıyordu. 

Ta ki geçen yıl Temmuz ayına kadar. Tiroid değerlerimde yine bir değişim yoktu ama bir süredir bağırsak sorunları yaşamaya başlamıştım. Makattan kanama şikayeti ile bir gastroentrologa gittim. Kolonoskopi ve endoskopi yapıldı ve ne yazık ki bağırsaklarımda polipler tespit edildi. Hatta biyopsi sonucunda hafif displazi çıktı (hücrelerin yapısı bozulmaya başlamış ve alınmazsa kansere çevirme riski varmış). Acı bir yaz geçirdim. Çok dikkatli beslendiğimi, bunun benim başıma gelmesinin çok büyük haksızlık olduğunu düşündüm. Doktorlarla beraber diyetimi gözden geçirdik. İki ayrı gastroenterologla görüştüm ve ikisi de glütene başlamam gerektiğini söyledi. Ekşi mayalı tam buğday ekmeği, içerdiği lif ve B vitaminleri açısından bağırsaklar için çok önemliymiş. Eti, özellikle kırmızı eti azaltmam gerektiği, ve ayrıca baklagillerin ve mercimeğin içerdikleri lif açısından bağırsaklar için çok önemli olduğu söylendi. Yoğurt da Amerikan Kanser Derneği tarafından özellikle kolorektal kanserleri önlemek için öneriliyordu. Yani, yıllarca inanarak uyguladığım şeylerin tam tersini yapmam gerekiyordu. 

Kolay olmadı. Önce ekşi maya tam buğday ekmeğini sonra yoğurdu azar azar ekledim. Bağırsaklarım ilk hafta tamamen durdu ama sonra alıştı. 8 aydır her gün 1 dilim ekmek ve bir kase yoğurt yiyorum ve hiçbir şikayetim olmuyor --tabii atalık buğdaylardan yapılmış, ekşi mayalı ekmek ve serbest gezen ve yemle beslenmeyen inek sütü. Endüstriyel olarak üretilmiş gıdaları hala tüketmiyorum. Ayrıca keçi peyniri ve eski kaşar, gravyer gibi uzun süre fermente olmuş peynirlerden de yiyorum. Eti çok çok azalttım, bırakma yolunda ilerliyorum. Etik nedenlerle bırakmayı ne zamandır istiyordum zaten, vesile oldu. Bu arada tiroid değerlerime baktırdım, hiçbir değişiklik yok. Gayet iyi. Kendimi de gayet iyi hissediyorum. Sanırım asıl sorun endüstriyel olarak üretilmiş besinler ve hazır yemle beslenen hayvanların etini yememizden, hayvansal ürün tüketmemizden kaynaklanıyor diyeceğim ama kimseyi yanlış yönlendirmek istemem. Çünkü, bütün bu olanlardan sonra tıpkı şu videodaki diyetisyen gibi hissediyorum:

1979 yılında geçen videoda bir adam, karısının hazırladığı biftek, yumurta ve tosttan oluşan kahvaltısının başına oturuyor. Arka odada aniden parlak bir ışık yanıp sönüyor ve zaman yolculuğu ile gelecekten gelen bir diyetisyen mutfağa giriş yapıyor. 

- "Bekle! Dur! O yemeği sakın yeme!” diyor.

- Kafası karışan adam "Neden?" diye soruyor.

- Diyetisyen, "Yumurtalar" diyor, "Onlar kolesterol dolu". 

Diyetisyen, o tarihte "kolesterol" kelimesini ilk kez duymuş olan çiftin anlamsız bakışları karşısında açıklama yapması gerektiğini anlıyor. Kolesterolün damarları tıkadığını ve günde bir yumurta yemenin kalp krizi olasılığını yükselttiğini söylüyor ve arka odaya gidip geleceğe geri dönüyor. 

Kadın tam tabaktan yumurtaları çıkaracakken, bizim diyetisyen tekrar geliyor ve sıkıntılı bir ifadeyle:

- "Yumurta konusunda yanılmışız" diyor. "2 tip kolesterol varmış: iyi kolesterol ve kötü kolesterol. Yumurtada ikisi birden varmış. Beyazında iyi, sarısında kötü. Sakın sarısını yeme" diyor ve tekrar gidiyor. 

Kadın kızarak yumurtaları çöpe atıyor ve hemen sonrasında bizim diyetisyen tekrar geliyor. Bu sefer de:

- "Yumurtada sorun yokmuş. Yumurtayı bütün olarak yiyebilirsin ama eti sakın yeme, kırmızı et kalp krizine sebep oluyor" diyor. 

Kadın tam eti atacakken, bizim çılgın diyetisyen tekrar geliyor ve: 

- "Durun! Asıl problem et değilmiş, paleolitik çağlarda bizim atalarımız hep etle beslenmişler, asıl problem et değil, ekmek" diyor, "Ekmekte glüten varmış!" 

Kadın artık umursamıyor, eski çağları nereden biliyorsunuz diyor, kocası da ekmeği yiyor. Diyetiysen birkaç kez daha geliyor. Eski çağlara gidip oradan gelmiş. Bu arada diyetisyen kadın ve adamın yanına her geldiğinde biraz daha yaşlanmış oluyor. 4,5 dakikalık videoda, çiftin orada oturduğu kahvaltı süresi boyunca, diyetisyenin hayatında aslında 35 yıl geçmiş. Ve tüm bu süreç sonunda aslında ne yendiği değil egzersizin önemli olduğu bulunmuş, kalp krizi, vs. genetikmiş-miş-miş-miş. Bu video şu anda çekilse "Dur o yemeği toptan çöpe at, aralıklı oruç tut, oruç insan ömrünü uzatıyor" ya da "Endüstriyel gıdaları çöpe at, geleneksel beslen, hatta mümkünse kendi ektiklerini ye" ya da "Paleo diyeti, et endüstrisinin finanse ettiği araştırmacılar tarafından destekleniyor, sakın et yeme", en sonunda da "ne yediğinin bir önemi yok, her şeyin sebebi bu uygarlığın yaşam tarzına uyum sağlayabilmek için yaşadığın stres" falan diyebilirler. 

* * * 

Sonuç olarak, ekşi maya tam buğday ekmeğinin ne kadar faydalı olduğunu, yeni beslenme şeklimin ideal olduğunu söylemeyeceğim. Herkes kendi araştırmasını yapsın ama benim gibi yeni çıkan, son moda şeylere kapılmadan önce lütfen iyice araştırın. Google Scholar'dan bilimsel araştırmalara bakın ama araştırmanın güvenilirliğini değerlendirmek için altyapınız yoksa mutlaka doktorunuza danışın. Ama en önemlisi, dışarıdaki seslerden çok kendi bedeninizi dinleyin çünkü videoda da gördüğümüz gibi zaman içerisinde bilimin ne söylediği değişime uğrayabiliyor.