July 24, 2010

Senin baban erkek mi?

Karikatür: Piyale Madra

:) Toplumsal cinsiyet rollerinin neden bu şekilde evrimleştiğine dair çeşitli teoriler var. Bu teorilerden birine göre, kadın doğum yaptığında, yeni doğan çocuğuna bakmak, onu emzirmek, uyutmak, temizlemek için mağarada/evde kalıyor, erkek de avcılık/toplayıcılık işlemleri için dışarı çıkıyor. Dolayısıyla kamusal alanda varlık gösteren, yemek bulma savaşı esnasında beceri ve kaslarını geliştiren erkek olurken, evde kalıp çocuğa bakan ve evde olduğu için evle ilgili işleri yapan da kadın oluyor. Bu yalnızca bir teori ve bu teorinin geçerli olmadığı binlerce durum var. Örneğin, benim babam fındık zamanı doğduğu için, babaannem o gün bahçede akşama kadar fındık topladıktan sonra eve gelip doğum yapmış ve 2 gün içinde bahçeye geri dönmüş. Gelini gelene kadar da hem bahçe işlerinde hem de evde çalışmış. Feodal sistem öncesi daha iyiymiş yani, en azından sadece evde çalışıyormuş kadınlar :P

Şaka bir yana, bunun tam tersi örnekler de var. Mesela bizim üniversitede doğum veya çocuk evlat edinilmesi durumunda hem anne hem baba 12 hafta ücretli izin alabiliyor --genelde sırayla kullanıyorlar. İzin süresi çok yetersiz de olsa, babaların bundan yararlanabilmesi çok güzel bir şey çünkü her ne kadar ev içi emeğin ücretlendirilmesi ile ilgili çalışmaları savunsam da, bu tarz rutin işlerin sırayla ya da birlikte yapılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum; çünkü rutin işler, ücretli de olsa, insanı bezdirebiliyor.

Birlikte yapmak her zaman kolay olmuyor tabii. Örneğin, bizim durumumuzda, her ne kadar herkesin her işi yaptığı, eşitlikçi bir anne-baba modeli sunmayı istemiş olsak da belli şeylerde farketmeden bir ayrışma yaşandığını gördük. Evet, baba gerçekten bir sürü iş yapıyor, ama bu işler genellikle annenin de yapabildiği ve de dışarda yapıldığında erkeklerle özdeşleştirilen işler. Diş fırçalığın temizlenmesi gibi detay işlerde ya da çamaşır gibi yalnızca kadınların bulunduğu alanlarda yine kadınlar var, yani ben varım.

Çamaşırcı Erkek
Siz hiç çamaşırcı erkek gördünüz mü? Mesela çamaşır reklamlarında çantasından deterjanı çıkarıp "üzülme be Osman, bak bu Momo'yla yıka, muhteşem beyazlığı yakala" diyen bir tipleme? Ali amca? Yok böyle bir tipleme. Bu Ali amca, genelde hep kirletir. Çocukluğunu da biliyorum ben onun... hep koşardı, top atardı, nedense gidip inadına inadına çamurda oynardı, olmadık yerlere girer çıkar, yemek yerken de hep üzerine dökerdi. Toplum mu bu hale getirdi onu? Sen erkeksin, erkek adam ev işi yapmaz diyerek. Yoksa annesi mi yaptı ona bunu? Yıllarca onun işlerini yapıp yemeğini yedirerek, çamaşırlarını onun yerine yıkayarak, hatta üniversiteye gittiğinde bile, kargoyla temiz çamaşır, yemek göndererek, onun kendi kendine yetecek bir birey olmasını engelledi mi farkında olmadan. Oysa çocuğunu çok severdi, hep iyi şeyler düşünürdü onunla ilgili. Yoksa eşi mi sebep oldu buna? Sen bırak ben hallederim diyerek...

Kimin ne kadar payının olduğu tartışılır ama Ali için iyi oldu bir taraftan; kendini bilime verdi. Ve hiçbir şeyden de geri kalmadı; para da kazandı, çamaşır reklamlarına da çıktı deneylerini anlattı: "2 ölçek bundan, 8 ölçek şundan koyduk, 3 yıl deney yaptık ve beyaz ötesine ulaştık" gibi saçma sapan replikler söylese de, o, dağ gibi çamaşırla başetmek zorunda kalan kişi değil, beyaz gömlekli bilim adamını oynadı.

Tabii ki bunun tam tersi durumlar da var. Bilim kadınları yanısıra çamaşır yıkayan erkekler de yaşıyor bu dünyada. Ben çamaşırhanelerin önünden geçerken görüyorum mesela. Ama neden medyada, kamusal alanda görünür değiller merak ediyorum. Google imajlarda aradım (bu arada yeni arayüzü çok şık olmuş imaj aramanın) ve tahmin edeceğiniz üzere açık ara farkla kadınlar önde çıktı resimlerde. 3-5 tane çamaşırcı erkek ya var ya yok. Türkçe terimlerle aradığımda ise hiç bulamadım. Ataerkil sistem, mahremiyet mevzuları dışında sanırım bir etken de bu işten para kazanılması.

Hep söylenir ya, en iyi aşçılar erkeklerden çıkar diye; ya da terziler, modacılar, bulaşıkçılar, ütücüler, ... bu alanlarda da hep erkekler varlık gösterir bir şekilde. Bu işleri kadınlar da yapar ama erkekler yaptığında bu işlerden para kazanırlar, dışarda yaptıkları için üzerine bir de ünlü olurlar. Ve kıyaslama yapılır. Kadınlara fırsat verilmiş de dışarıdaki işlerde çalışıp kendilerini gösterebilmişler gibi. Ya da, çalışan erkeklerin kadınlara oranı, aldıkları ücret eşitmiş gibi. Bunları pek anlayamıyorum malesef. Bu söylemler beni hep şüpheye düşürüyor.

Şablonik Hatalar
Çünkü bence bu, gerçekten ataerkil sistemin dayattığı toplumsal cinsiyet rolleri ile ilgili. Siz de bir erkeğe doğduğu andan itibaren "sen erkeksin, senin kafan buna basmaz" ya da "aman oğluşum, hassas kırılgan oğluşum" diye şartlarsanız, onun gelecekte kendine güvenen, tuttuğunu koparan bir insan olması çok zor olur muhtemelen.

Ben hiçbir zaman kendimi kadın olduğum için yetersiz veya beceriksiz hissetmedim. Yeri geldi, musluğu söküp tamir ettim, yeri geldi, eşimin yerine paralel park yaptım. Gözü karaydım hep; arabayla 200km/s hız yapıp bisikleti ellerimi bırakarak kullandım, havuza ters takla atarak girip bulduğum her türlü duvara tırmandım. Matematikte de iyiydim her zaman --tüm bu konularda/işlerde iyi olan başka pek çok kadın gibi.

Annem, feminist itkilere sahip bir kadındı. Evlendikleri ilk gün babamın en sevdiği gömleğini ütülerken 'yanlışlıkla' yakarak hayatı boyunca ütü yapmaktan kurtulmuş, çeşitli sosyal derneklerin, partilerin kadın kollarında aktif olarak (gece 11'lere kadar) çalışmış, beni daima üniversite mezunu olmam, çalışmam konusunda yönlendirmiştir. Babam da her zaman bana destek olmuş, "aslan kızım, herşeyin en iyisini yapar" diyerek teşvik etmiştir. Bu durumun yarattığı negatiflikler olmuş olsa da (bazen gerektiğinden fazla hırs yapmam gibi) genel olarak hayatımı olumlu etkilediğini söyleyebilirim. İstediğim ve yeteri kadar çalıştığım zaman herşeyi yapabileceğime inandım. Herhangi bir eziklik ve eksiklik duymadım.

Ne güzel, değil mi? Film gibi geçti gözünüzün önünden: Kara Evren Ataerkiye Karşı!

Fakat sonra ne oldu? Film bitmedi elbet ama şeridi koptu. Tahmin edeceğiniz üz're, bebiş doğduktan sonra hayatım değişti. Bir kere korkak oldum. Önce ilk zamanlarda o bana muhtaçken (ya da ben öyle olduğunu düşünürken), başıma bi'şey gelecek diye ödüm patladı, ya bana bişey olursa, yavrum ne yapardı!!! Düşüncesi bile gözlerimi doldurmaya yetiyordu. Sonra, o kendi ayaklarının üzerinde durmaya başladı ve bu sefer onun başına bir şey gelecek diye korkmaya başladım. Hele ilk zamanlar, her düştüğünde yüreğim ağzıma geliyordu. Çaktırmamaya çalıştım, hep serin kanlı durmaya, ama epey korktum, gelecek yılları düşünüp korktum. Ya bungee jumping yapmak isterse, paraşütle atlamak, dağa çıkmak, tehlikeli eylemlere katılmak; kendini koruyamazsa, ya da kadın veya erkek bir itin tekine rastlar ve hayatını zehir ederse. Of ya, ben bunları düşünecek kadın mıydım!

Sonra, bir süre, bebeğin tüm bakımını ben üstlenmek istedim. Bilinçli olarak değil tabii ki ama baba da dahil olsun derken, farkettim ki, bazı alanlarda güvensizlik yaratmışım. Örneğin, kıyafetlerini o giydirdiğinde, hiç olur mu böyle diye değiştirdim, ve bir gün onun "ne giydireyim?" sorusu karşısında, "giydir işte birşeyler" dediğimde, "bana güveniyorsun yani?!?" sözüyle kafamda çakan şimşeklerle kendime geldim. Sonrasında hiç müdahele etmemeye karar verdim ve hatta destekledim, ta ki morla cırtlak yeşili üstüste giydirene kadar. Herkesin bir sabrı var, değil mi ama :)

Şaka bir yana; hiç istemedim yavrunun kadın ve erkeği belli rollerle özdeşleştirmesini. Çünkü biliyorum ki herkes herşeyi yapabilir, yeter ki istesin, yeter ki kendine olan güveni zedelenmesin, yeter ki şevki kırılmasın, bastırılmasın, yeter ki doğru kuvvetlerce desteklensin, gerektiğinde dürtülsün. Şablonlara sokulmaya çalışılmasın. Özellikle de aklımızdaki şablonlara. Çünkü Sally Kempton'ın dediği gibi
It's hard to fight an enemy who has outposts in your head.
Yani "kafanızda ileri karakol kurmuş bir düşmanla savaşmak zordur". Üzerine bir de anneliğin karakolları eklenince, gerçekten, iyice zor oluyor. Ama tabii ki imkansız değil. Çünkü hiçbir şey imkansız değildir! Yeter ki isteyin, yeter ki gözlerinizi biraz daha geniş açın. Olmadı annenize şiir yazın. Anne olunca daha iyi anladığınızı düşündüğünüz annenize :)


Karikatür: Piyale Madra (www.radikal.com.tr)

July 12, 2010

Merkezkaç

Cocuklarimiz basimiza gelen en guzel seylerden biri. Ve onlari oyle cok seviyoruz ki... saniyorum bunu bazen abartiyoruz. Sadece, 3 yasina geldiklerinde asiri ilgiden simarmis, cekilmez birer cocuk olmalari degil sorun; bence asil sorun hayatin ileriki asamalarinda cikiyor. Herkesin her yaptigi davranisa alkis aramasi, her yazdigina yorum beklemesi; bir nevi kendi imajina tapinma hali yani. Surekli tapinilarak sevildikleri icin karsilarindaki insanla duzgun bir iliski kuramamalari, surekli ve daha fazla ilgiye muhtac konuma gelmeleri...

X: Beni neden aramadin? Senin aramani bekledim saatlerce. Nerdeydin? Bi'sey mi oldu!!!
Y: E sen arasaydin.
X: Sana en son ben mesaj atmistim. Senin araman gerekirdi. Bohuu, beni sevmiyorsun sen, sevseydin boyle yapmazdin, uaaaaa...

diye surup giden cozumsuz diyaloglar neden kaynaklaniyor? Neden kadinlar genelde erkeklerden birtakim seyleri yapmalarini bekliyorlar ve erkekler bekledikleri seyleri yapmadiginda uzuluyorlar, hayal kirikligina ugruyorlar ve hayatlarini drama ceviriyorlar? Simdi dusunun, kizinizin boyle sacma sapan 'acilar' cekmesini ister misiniz ilerde?

Prenses sendromu denilen bir sey var psikolojide. Buna sebep, sadece pembe oyuncaklar, taclar, elbiseler degil elbette. Buna asil sebep bizim cocuklarimizla kurdugumuz iliski ve toplumun onlari soktugu kaliplar, dayattigi roller. Yavuzdogan ailesinin Endonezya Macerasi blogunun yazari Selen, Prenses sendromunun insanliga zararlari baslikli cok guzel bir yazi yazmis. Mutlaka okumanizi tavsiye ederim. Bu sendrom, cogu genc kizi eline geciriyor ama bundan tabii ki sadece kizlar etkilenmiyor, erkekler de nasiplerini aliyorlar. Bir kadinla birlikte olabilmek icin, beyninin onemli bir kapasitesini sadece ona ayirmasi gerektigini ogreniyor erkek kisi; ona hediyeler alabilmek, suprizler yapabilmek icin cok calismasi gerektigini, aksi halde turlu turlu suçlamalara maruz kalacagini. Sanirim sonunda o da kendinden suphe ediyor, yeteri kadar sevemedigini dusunuyor, ne yapsa olmuyor, yaranamiyor ve bu durumdan sıkılıp kaciyor. Hayatinin merkezi olmak isteyen kisiden hizla uzaklasiyor.

Bunu engellemek biraz da bizim elimizde. Cocuklarimiza, tapinilacak hassas kirilgan bebekler olarak yaklasmaktan vazgecsek ve onlar icin surekli bir seyler yapmak yerine, onlarla birlikte bir seyleri yapsak. Ornegin, kitaplari sadece onlara okunacak, onlar icin yaratilmis birer obje olarak gormek yerine, kendimiz de kitabimizi ayni ortamda onunla birlikte okusak. Cok mu zor?

- Oyle valla :) Krese part-time giderken daha kolaydi ama artik zorlasti. Cunku birbirimizi cok ozluyoruz aksamlari. Ben kitabimi actigim zaman 1 dakika icinde yanimda bitiyor bit :)

Ic ses: Bahaneye bak! Sen Turkiye'den donerken ona kac kitap getirdin, kendine kac?

- Iıı, tamam itiraf ediyorum ona 14 kitap getirdim, kendime 2. Ama onun kitaplari cok tuttu. Hem butun gun makale okumaktan kitaba sira gelmiyor ki. Ayrica evde daha okunmayi bekleyen kitaplar, ....

Ic ses: yaptigin guncellemelere ve yorumlara gelen yorumlar (cocugun hakkinda), fotograflarini (cocugunun) kimlerin begendigi, ... Aferin! Bu bakis acisiyla fezaya cikarsin sen yakinda!!! Ama cocugunun uydusu olarak!
* * *

Evet, kimsenin hayatinin ne merkezi ne de uydusu haline gelmek saglikli olmasa gerek. 'Birinin birisi icin birseyler yapmasi' fikri yerine, 'beraber birseyler yapmak' fikri daha saglikli. Ornegin, birlikte gunesin cevresinde donmek :) Evet evet, ihtiyacimiz olan sey bu! Guzel gunesler bulup etrafinda turlamak beraberce. Tek bir merkeze bagli kalmamak, farkli farkli gunesleri de gormek...

Saka bir yana, sadece onu eglendirmek icin onun etrafinda pervane olursak, hayatta da karsilastigi insanlardan ayni seyi bekleyebilir ve yeteri kadar ilgi gormediginde mutsuz olabilir. Oysa mutlulugun alinan/verilen bir sey olmadigini gormek ve gostermek gerekiyor. Ama bunun icin bir kardesi olmasini beklemek gerekmiyor. Gecenlerde, Pratik Anne bununla ilgili bir yazi yazmisti, eger okumadiysaniz su linkten ulasabilirsiniz. Ikinci cocuk olsa da olmasa da (ki bugun Senem yazmis, uzerimden buyuk bir yuk kalkti, sanirim olmasa daha iyi :) cocugunuzu kendi basina kalmaya alistirmak onemli. Prens/prenses sendromu disinda, bunun olasi faydalarindan biri de yaraticiliklarinin gelismesi olacaktir. Sıkıldıkları zaman, sizden yeni bir aktivite beklemek yerine, kendi kendilerine oyun uydurmaya, hikaye yazmaya calisabilir, muzik calip dans etmeye baslayabilirler ve bir gun bir de bakarsiniz ki cilgin dans figurleri bulmuslar, dans ediyorlar. 

July 7, 2010

Babaaa, babaaa!


"Sabah kahvaltisini ben hazirliyorum,
oglen okulda yiyecegimiz sandvichleri, meyveleri, cerezleri, yine ben,
aksam yemekleri zaten hep benden!

Yavruyu ben uyutuyorum,
gece agladiginda ben kalkip suyunu iciriyorum,
uzgun oldugunda yanima alip onunla birlikte uyuyorum.
Sabah yumurtasini, portakalini ben hazirliyorum,
hangi gidalari tuketmesi gerektigini dusunuyorum,
onunla oyunlar oynuyorum;
parka, havuza, kutuphaneye goturuyorum,
gitar caliyorum, kitap okuyorum;
ve tabii ki bezini degistiriyorum, banyosunu yaptiriyorum, giydiriyorum.

Baska neler mi yapiyorum, sayayim efen'im:
ekmek yapiyorum, yogurt yapiyorum, yerleri supuruyorum, siliyorum, bulasik makinesini bosaltiyorum,
sonra camlari sildim gecen gun, 1 karis toz!
Evin isi hic bitmiyor ki!
Alisveris yapiyorum, faturalari yatiriyorum, banka islerini hallediyorum,
arabanin bakimini yaptiriyorum ve daha incik cincik bir suru is, saymakla bitmez,
bitmiyor ki dunyanin isi!

Peki o ne yapiyor?
Emziriyor. Emzirsin amenna, cocugumuzun anne sutu almasi cok onemli ama artik eskisi kadar emmiyor ki bebis, 1-2 kez ancak.
Ha pardon, bir de camasir yikiyor haftada bir.
Bir kere giyilen ve lekesi olmayan seyleri bile yikiyor,
dunyaya da zarar veriyor yani.
Utu yapmiyor, cunku kurutma makinesi var,
cifte zarar, hadi bakalim!
Bir de yerlestiriyor, ne bulursa yerlestiriyor,
pazar cantalari, bulasiklar, buzdolabi, cocugun oyuncaklari, benim kitaplarim,...
Birak nasilsa yine dagilacak diyorum ama dinler mi, yoook!
Gereksiz islerle ugrasmayi birakip bir gun de yenebilir duzeyde bir yemek yapsa, nerdeee?
Hadi simdi gece emzirmelerini de birakti, bakalim ne yapacak???
Bekliyorum merakla..."

Der mi hic? Demez; hayatta demez. Bir kere, "cocuga ben bakayim, sen de onun adina blog yaz" demisti esprili bir sekilde ama ben farketmemistim bu kadar is yaptigini, yavrusunun herseyiyle fazlaca ilgilendigini. Ta ki YavruSu "babaaa babaaa" diye aglamaya baslayana kadar. Gerci bu isleri onceden de yapiyordu... Of cildiricam, neden artik anne diye aglamiyor. Sanirim duzenli hayata geri donunce emme isini azaltti, o yuzden boyle yapiyor. Hayir kiskandigimdan degil, varsa bir kusurumuz, onu bilelim de duzeltelim diye. Bu islerin bir kismini tabii ki ben de yapiyorum. Ama mesela, benim yemeklerim onunki kadar guzel olmuyor, ne yapayim. Ayrica benim gibi bir duzen insani icin cok zor birsey yemek hazirlamak. O soganlari ayni boyda kesmeye calisirken, aradan kayan halkalar hic bana gore degil. Dagilan halkalari tekrar topla, yan yana getir, esitle, digerleriyle ayni boyutta kes, yok valla, omrum geciyor bir kuru sogan dograyacagim diye. Bence herkes kendini rahat hissettigi isi yapmali. Mesela, camasir katlamak da onun icin bir omur suruyor ama bana gore cok kolay ve zevkli bir is. Ya da 3 boyutlu dusunme yetenegi gerektiren isler, yani yerlestirme isleri, ahh bayiliyorum bu islere. Deli miyim neyim :)

Tamam biraz da baba diye aglasin. Cok fazla sahiplenmek, sadece annenin ilgilenmesi ve bakimini yapmasi saglikli degil bence zaten. Hatta, cogu zaman onun da emzirebiliyor olmasini cok isterdim. Reformla kalmasin, devrimi de olsun emzirmenin :P Saka bir yana, bu, hem babalarin da bu zevki tatmasi acisindan, hem de annelerin biraz olsun ozgurlesebilmeleri acisindan iyi olurdu. Adanmislik durumu tehlikeli cunku. Ancak anne de kendi hayallerinin pesinden kostugunda, etrafindakilerle ozgur bir iliski kurabilir, onlari da ozgurlestirebilir. Aksi halde, sacini supurge eden anne figurunun, kendini gelistirmedigi icin supurge olarak kalmasi ve supurge gibi muamele gormesi oldukca olasi bir durum. Hicbir annenin hayalini supurgeyle ilgili herhangi bir seyin susledigini zannetmiyorum --ona binip ucmak disinda. Bir kadinin hayatta bir cocuk yetistirmekten farkli hayalleri vardir sanirim. Mesela iki cocuk yetistirmek :P Saka saka, tabii ki bu, en basta cocuklar icin sinirlayici olacaktir. Cunku onlara ogretmeye calistigimiz seylerden ziyade, yaptiklarimizla ornek oluyoruz. Hani derler ya "buyuklerin dedigini yap, yaptigini yapma" diye; ama cocuklar da hep yaptiklarini yaparlar, bu gercekten cok kucuk yastan itibaren boyle oluyor. O yuzden siz evde ne kadar esitlikci ozgurlukcu davraniyorsaniz, o da etrafiyla kurdugu iliskilere bunu tasiyacaktir. Siz ne kadar hayallerinizin pesinden kosuyorsanız, o da kosacaktır inandigi seylerin ardından. 

Bunun, Sabiha Paktuna Keskin'in soylediginin aksine, cok degerli bir deneyim oldugunu dusunuyorum, ve Ayten Sonmez'in kaleme aldigi ilgili yazidaki bir paragrafla bitiriyorum:
"Sabiş Teyze’nin altını özellikle çizdiği konu, çocuğun gelişiminde özellikle de cinsel gelişiminde ailenin rol modeli olduğu. Bu nedenle de eğer çocuğumuzu iyi yetiştirmek istiyorsak, çekirdek ailede annenin ve babanın ataerkil iş bölümünü ve bununla bağlantılı rol dağılımını çocuklarımıza sunmak durumundaymışız. Çocuklarımızın “normal” olması için onlara ataerkil ilişki modelini ve baba otoritesini model olarak göstermeliymişiz. Kapalı kapılar altında istersek çok anaerkil olabilirmişiz –ne demekse?- ama çocuğun önünde anne olarak baba otoritesine boyun eğen, otorite olarak babayı işaret eden tavırlar sergilemeliymişiz. Gerekirse küçük müsamereler hazırlamalıymışız. Örneğin çocuğun önünde babaya telefon açıyor gibi yapıp “domatesleri nasıl kesmemi istersin hayatım (“hayatım”ı ben ekledim!)” diye sormalıymışız, çocuk da karar merciinin, otoritenin kim olduğunu öğrenmeli, güce biat etmeli. Böylece erkek çocuk, babası gibi güçlü, otoriter olmaya yani erkek olmaya yönelecek kız çocuksa o güce kendini beğendirmek için annesi gibi –kadın gibi- olmaya yönelecekmiş. Böylece toplumumuz normal, heteroseksüel, mutlu bireylerden oluşacakmış. Kendi kuşağımızın ya da çocuklarımızın kuşağının “domateslerin kesiliş biçimine karar vermek isteyen” yani neyi nasıl istediğini bilen kadınlar ve erkeklerden oluşması olasılığını toplumsal bir facia olarak sunmak cinsiyetçi muhafazakârlık değilse nedir?"
Ve bu cinsiyetci muhafazakarlik yalnizca kadinlari degil, erkekleri de vuruyor. Yine Ayten'in deyimiyle "anaerkillikten ölünmüyor ama ataerkillikten ölünüyor bu toplumda ve dünyada her yerde…" Yetisin babalar, bu durumu duzeltmek sizin de elinizde!

June 27, 2010

Emzirme Reformu


Calisan gebe ve Blogcu Anne cok guzel bir hareket baslatmislar: Emzirme Reformu Gerekli. Evet bu gercekten cok gerekli. Ozellikle calisan annelerin yasadiklari zorluklarin ustesinden gelmek icin, kamusal alanda memeyi cinsel obje olarak gorenler tarafindan tacize ugramamak icin, bizimki gibi emme delilerinin istedigi zaman ozgurce karinlarini doyurabilmeleri icin, anne ile bebek arasina biberonu sokmayi gorev edinmis "sutun yetmiyor" mafyasi ile savasmak icin ve sonuc olarak cocuklarin hem fiziksel hem de ruhsal olarak saglikli gelismesi icin, ve daha bircok sey icin Emzirme Reformu Gerekli. Ayrintilar icin lutfen tiklayiniz: www.emzirmereformu.com

June 22, 2010

Emmek please! --çok perdeli oyun

Emzirmeyi cok seven bir anne varmis ve bu annenin emme delisi bir yavrusu. Bu yavru oyle cok seviyormus ki emmeyi, dakika basi emmek isteyip annesinin memelerini kapmak icin yapmadigini birakmiyormus. Anne kararliymis aslinda en az 2 yasina kadar emzirmeye ama bu tacizler cok cok artinca bir ara birakmaya karar vermis. “Emmek bitti” demis bir gun. Yavrucuk annesinin lafina oyle cok guveniyormus ki hemen kabul etmis, boynunu bukmus, memenin yanina gelip gelip “emmek, bitti emmek” diyormus. Anasinin yuregi yavruyu boyle boynu bukulmus gormeye dayanamamis ve cikarmis memeyi hoppadanak, verivermis agzina yavrunun. Ve fakat bu acima duygusu, dak’ka basi emmek isteyen bir emme delisinin, memeleri vantuzlamak usuluyle emmeye kalkismasiyla gercekten bir aciya donusunce, anne yine emzirme isini bitirmeye karar vermis. Yavru yine kabullenmis bu durumu, ne yapsin, anne oyle diyorsa haklidir herhalde demis. Annenin ici rahat degilmis aslinda. Okudugu arastirmalarda 2 yasina kadar emzirmenin kansere karsi koruyucu oldugu yaziyormus, ustelik cocuk doktoru olan babasi da 2 yasa kadar emzirmeyi oneriyormus. Ve ayrica “baby led weaning”i (bebegin inisiyatifinde emmeyi birakmayi) gonulden destekleyip yavrusunun vucudunun ihtiyaclarina gore hareket etmesi ve kendi kararlarini kendisinin vermesini istiyormus. Kafasi yine karmakarisikken, bir blog arkadasinin yazdigi yorumla tekrar vazgecmis emzirmeyi birakma kararindan. Baba, bunun yavruyu ambivalent yapacagini dusunuyormus ama yavru, Bogazici kedilerine donmus ve tanidik tanimadik herkesin memesini yoklayan, tuttugunu emen, arsiz mi arsiz bir tekir olup cikmis.

BILMEM KACINCI PERDE:
BiRiNCi SAHNE:
YER: Istanbul (caddeler, sokaklar, belediye otobusu, taksiler, cafeler, ...)
YavruSu hedefe kitlenir ve annenin t-shirtunun bogaz kismina elini uzatir, t-shirtu bir hisimla asagi cekip memeleri disari cikarir. Anne hemen acilan goguslerini eliyle ortmeye calisir. Amerika’da yasadiklari eyalette emzirme yasagi olmadigi icin [evet malesef bazi eyaletlerde kamusal alanda emzirme yasagi var, bazilarinda 1 yasina kadar serbest] gizli emmeye alismamis olan yavrusu, annenin elini bir hisimla iter ve boylece annenin memeleri tum Istanbul’la, Istanbul da annenin memeleriyle tanismis olur. Memeyi beslenme aracindan farkli olarak goren gozler utansin diyerek kendini rahatlatmaya calisir anne, neyse ki herhangi bir tacize ugramaz.

SAHNE 2:
Varilan yerde annenin eski bir arkadasi: (aciyan gozlerle bakarak) E., bu hal ne boyle? Sen eskiden bakimli bir kadindin, kendine guzel bir t-shirt alsaydin bari!
Anne: Yok bu t-shirt yeni zaten, ustunden YavruSu gecti de...
Annenin arkadasi: ???!!!XX!!!X????

SAHNE 3:
Anne: (bilmem kacinci emzirmenin bilmem kacinci dakikasinda harap ve bitap dusmus olarak bir umutla) Hadi iceri gidip biseyler icelim???
YavruSu: Hadi emelim
Anne: Of offf!

SAHNE 4:
Anne artik kararlidir, gece emzirmelerini kesecektir en azindan. Arkadasi Senem'in taktigini kullanarak kuzuyla bir konusma yapar ve artik ihtiyaclarinin degistigini, surekli annesinin sutunu emmesine gerek olmadigini, farkli besinler yiyebilecegini (ki bunlarin arasinda makarna oldugunu bile soyler koz olarak), bundan sonra geceleri guzel yemekler yiyip sabah gun dogdugunda kahvaltisini ettikten sonra emebilecegini soyler.
YavruSu: (her zamanki gibi baslar) Emmek please, emmek please, emmek please*, ....
Anne: Gunes cikinca emziricem dedim ya annecim!
YavruSu: Aaaa (sasirmis gibi pencereyi isaret eder ve) gunes cikti, hadi emelim.
Anne: Nasil yani??? Disarisi zifiri karanlik ama... Yok yok boyle de cocugu yalana sevk ediyoruz, yine olmadi, of anam off :(

*Aslinda Turkce ve Ingilizceyi karistirmamaktadir ve fakat anne-babasi kreste ogrendigi kelimelerin Turkcesini ogretemez bazen, cunku yoktur Turkce'de tam karsiligi, ya da onlar kullanmazlar oyle (su lutfen, emmek lutfen) --insani tokatlarlar valla Turkiye'de :)

SAHNE 5:
Anne: (Aciyan memelerini kurtarmaya calisir) Annenin sutu bitti artik, biraz da inegin sutunden ic lutfen.
YavruSu: Yok ben emeyim.
Anne: ?!X?!?!?

SAHNE 6:
Banyoya beraber girilir, anneyi ciplak olarak goren YavruSu’nun gozleri yuvalarindan firlar, hedefe kitlenir ve ne yapip edip memelerden birini kapar. Bu arada anne caresiz onu yikamaya calismaktadir.
Anne: Hadi artik birak da yuzunu yikayayim.
YavruSu: (memeye el sallayarak) Bye meme!
Anne: Oh be!
YavruSu: (sola donup) Simdiii, oteki emmeke :)))
Anne: Neee?!?!?!

SAHNE 7:
YavruSu, annenin pacalarina yapismistir yine. Anne kesin kararlidir artik emzirmemeye, cunku son 1 saat icinde 3 kere emzirmistir zaten. Bu sefer entersan bir sekilde "emmek please" diye tutturmaz ama. Annesinin bacaklarini oper; sonra “kucama aliim mi” diye kendini kucaga aldirir ve annesinin saclarini oksamaya baslar, “cici-tatli-guzel, cici-tatli-guzel” diye bir guzel sever saclarini ve hatta oper yanagini, burnunu, gozunu, sacini. Derken beklenen son gelir:
Basini bir anda yana atar, annesinin koluna yaslar, kafasini gogsune dogru cevirir, ayaklarini uzatir; kisaca kendisini, annesinin ‘emme pozisyonu’ dedigi konuma getirir ve t-shirtu acip memelere bakarken o ‘sihirli’ kelimeler agzindan dokuluverir:
“Emmekler ne guselmis :)”
Bu kadar sevilmeye aylardir harap ve bitap dusmus, gogusleri aci icindeki anne bile dayanamaz ve yine yeniden sabaha kadar emzirir.

SAHNE 8:
Ertesi gece kabak yine babanin basina patlar. Ikinci kez baslama kararini hic desteklememistir aslinda baba. Muhtemelen basina gelecekleri tahmin etmistir. Anne bir onceki gece uykusuz kaldigi icin “tatlim biliyorsun ben uykusuzluga hic dayanamiyorum, bu gece sen git yanina, belki emmekten vazgecer” der ve arkasini donerken uyuyakalir.

Gece 1, 1:30, 2, 2:30, 3, 3:30, 4, ..... sulari
Yavru aglamaktadir: aneeaaa, emmek pliiiis, aneeaaaa, emmeeek......
Anne tosur tosur uyumaktadir. Baba artik 8. kez uyanmis ve yavruyu bir turlu uyutamamis olduktan sonra bir care anneyi uyandirir
Baba: Tatlim acaba biberonla sut mu versek?
Anne: Ay valla ne yaparsan yap biliyorsun ben uykusuzluga hic dayanamiyorum.
Baba: Simdi anladim senin uyku sorununu nasil cozdugunu, gecen yil bloga yazdiginda pek anlayamamistim [burda kinaye var ;)]. Ah, ah, bir de ben cozebilsem....

* * *
Işte bizim evin halleri bu aralar böyle. Türkiye'de daha bir artmıştı düşkünlüğü, daha ötesi var mıdır bunun diyordum, dönünce cevabımı aldım. Emziği 5 aylıkken, biberonu da 1 yaşındayken bırakmıştı, şu anda 18 aylık ve sanırım emmeyi hiç bırakamayacak. Şu aralar geçiş döneminde olduğunu varsayıyorum. Gerçi kreşe gayet iyi başladı, hiç sorun çıkarmamış, bütün gün bır bır bır Türkçe konuşup durmuş ama çok neşeliymiş. Evde de gayet iyi, ah bir de bu dakika başı emmekler olmasa. Aslında hala umutluyum, 2 yaşına kadar emzirmek istiyorum, hatta sonra da devam edebilirim ama bu işin bir ölçüsü olmalı sanıyorum. Günde 2-3 kez olsa iyi, hatta bir sabah, bir de akşam olsa tadından yenmez. Bilemiyorum nasıl olacak? Sizler nasıl yaptınız, önerileriniz neler? Yardım please :)

June 8, 2010

Haydi aynalar iş başına!

Geçen yazıda, iyelik ekleri olmadan yaşamak mümkün mü diye sormuştuk (burdaki çoğul eki, 'bilimcilikten' geliyor, annelikten değil :) Tabii ki yalnızca dili değiştirmekle değişmiyor hayat tarzı; bu ikisi birbirini karşılıklı olarak belirliyor. Şimdi biz mülkiyete dayalı sistemlerin işlediği bir dünyada, yavruya öğretmezsek iyelik eklerini, gidip milletin eşyalarını "ver biraz da ben kullanayım, benim sıram" derse, yer tokadı oturur aşağı valla. Dolayısıyla, bu iyelik ekleri biraz uç bir örnek olabilir şu anda. Ama mümkün olduğunda alternatifleri kullanmak, daha ziyade, öyle yaşamak önemli. Bir Dolap Kitap vasıtasıyla görmüştüm, parasız, alışverişsiz ve çöpsüz hayatı mümkün kılan insanları.


Bunun için çocukluktan başlayarak yapılabilecek şeyler var aslında. Şimdi Türkiye'de de yavaş yavaş yaygınlaşmaya başlamış olan çocuk kütüphaneleri, oyuncak kütüphaneleri çok güzel fırsatlar sunuyor. Yalnızca çocuğun oradan alacağı çeşit çeşit kitaplar ve oyuncaklar olarak görmemeli olayı. Ortak kullanmanın, paylaşmayı öğrenme, ortak kullanım alanlarına ve eşyalarına saygı duyma gibi yararları çokça olacaktır, eminim. Belki, böylelikle, parklarda rastaldığımız saldırgan-haşin çocuk tipolojilerinde bir azalma olur. Uzun vadede umumi yerleri kullanmak zorunda kaldığımız zamanlarda küfür etmekten kurtulabiliriz, ya da denizde gördüğümüz çöp sayısı azalır. Ne güzel olur :)

Bu kütüphanelerin hepsinde henüz okuma saati düzenlenmiyor. Bunun için, düzenli olarak kullananlar, gönüllü olup çocuklara ayda bir bile olsa birkaç kitap okuyabilirler. Böylelikle daha çok insan kütüphaneyi kullanır ve çocukların bir araya geleceği alternatif ortamlar kurulmuş olur. Çocuk kütüphaneleri ile ilgili daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki adresleri bir ziyaret ediniz:
http://www.cicicee.com/cocuk-rehber.aspx?kategoriId=2
http://www.kutuphaneleriseviyorum.org/?q=node/49
http://www.facebook.com/group.php?gid=415655274127&ref=ts

Bu da sizin için :)
http://www.kutuphaneleriseviyorum.org/

Alternatiflere gerçekten çok ihtiyaç var, giyim kuşamdan oyuncağa, kitaptan yiyeceğe... Her alanda alternatifler üretmeli. Malesef, biliminsanı demeye çekiniyor bazı insanlar, bilimin kendisi hala cinsiyetçilik içerince zor tabii. Hala "kız gibi, erkek gibi" diyebilen 'uzmanlar' (!) var. "Adam gibi ..." diye bir de bir laf var ki dışı bizi yakıyor, içi yine bizi. Siirt'te yaşananlar ne ilk ne de son. Ama çocuklarımıza öğrettiğimiz bu dili cinsiyetçilikten/şiddetten/ırkçılıktan/homofobiden/... ve her tür ayrımcılıktan arındırmak bizim elimizde. Ve tabii ki bu, yaşamda ürettiğimiz alternatiflerle mümkün. Zaten öyle yaşıyorsak, kız çocuğu - erkek çocuğu diye ayrım yapmıyorsak, farklı kültürlere, farklılıklara saygı duyuyorsak, partnerimizle herşeyi eşit olarak paylaşıyorsak, bu, dile de yansır mutlaka. Boşuna dememişler, "dil zihnin aynasıdır" ya da "you are what you say" ve saire diye. Tabii, aslında aynadan ötedir dil; çoğu zaman bizim yaşantımızı şekillendiren dilin kendisidir. Dolayısıyla aynanın kendisi de önemlidir. Belki de şekilden şekile giren, oyunlar oynayan bir aynamsıdır kendisi, kim bilir???

Geçen sene YavruSu'ya bir kitap almıştık, adı Vınnn (şu anda Türkiye'de yaşamadığımız için kütüphaneleri kullanamıyoruz malesef, bu sene aldıklarımızla birlikte bir servet oldu kitaplar). Herneyse, kitabı, bu sene inceleme fırsatı buldum ve bir kez daha alternatif metin yazarlığına ne kadar çok ihtiyaç duyduğumuzu gördüm. Metinde, herkesin ne kadar yoğun olduğu, bir şeylere yetişmek uğruna sevdiklerine vakit ayıramadığı anlatılıyor. Örnekler şöyle: anne evde çocuk bakıyor, ütü yapıyor, bu arada telefonla ilaç yazarken, sarma sarıyor (!); baba, iş toplantısında; abla, alışverişlere yetişmeye çalışıyor sürekli koşturuyor ama bir tek aynanın karşısında makyaj yaparken sakince durabiliyor (!); abi, savaş oyunlarında düşmanlarını öldürüyor!!! Yazık dedim, çok yazık, üstelik bu kitap satın aldığım web sitesinde hep olumlu yorumlar almış!

Başka bir örnek de Ay'a Yolculuk --ki bu kitap Vınn'ın cinsiyetçiliği yanında hiçbir şey. Kitabı çok sevdim aslında, Bir Dolap Kitap'ta gayet güzel bir tanıtım yazısı mevcut, rahatsız olduğum bir şey de yok. Sadece neden hep çocuğun bakımını üstlenen, banyosunu yaptıran, ona rasyonel olması gerektiğini hatırlatan anne oluyor da, babayla çocuk gibi davranıp hayal aleminde istediği gibi oyunlar oynayabiliyor çocuklar meselesini düşündürttü bana bu kitap. Pek tabii böyle yaşamayan anne-babalar da mevcut. Tek diyeceğim, artık bunları kitaplarda daha sık görebilsek ne güzel olur. Aslında kendi uydurduğumuz hikayelerden, şarkılardan başlayabiliriz alternatifleri oluşturmaya. Tabii bunun için önce aynaları kendi hayatlarımıza bir tutmalı, aynanın öteki yüzünden de bir bakmalı, hatta aynanın kendisini bile derin derin incelemeli...

May 28, 2010

Freedom's just another word for nothing left to lose

Sevgili Günlük,
Bir süredir yazamıyordum. Türkiye'de vakit öyle hızlı geçiyor ki, tatilimizin yarısı bitmiş bile. Sadece 3 haftamız kaldı :( YavruSu ile burda çok mutluyuz, tüm gün birlikte, sürekli oyunlar, şarkılar, gezmeler, sevgi dolu yeni insanlar... Hülya ve Tuna, Babayız Biz ekibi ve daha bir sürü güzel insanla tanıştık. Burda maruz kaldığı yoğun ilgiden sonra kreşe tekrar başladığında sanırım biraz zorluk çekecek. Yine 1-2 saatle başlayıp yavaş yavaş artırmak gerekecek kaldığı süreyi. Gerçi bu sabah yine kreş arkadaşlarının isimlerini sayıp hayali olarak onları çağırdı: "Emily, come here, gel gel!", sonra sırayla Anton, Ryan,... Ordan başka arkadaşlara bağlandı, Sasha, Lara ve Lara'nın annesi (Y)eşim. Onlar Bloomington'dan ayrıldılar, YavruSu'nun en sevdiği arkadaşıydı, öyle ki kendi ismini öğrenmeye çalıştığı zamanlarda önce bir süre kendisine Lara dedi; ne zaman Lara'yla görüşsek 2 gün boyunca adını sayıklıyordu, dün birden yine aklına geldi, yüzüne bir tebessüm yayıldı, sonra da biraz hüzünlendi sanki. Sanırım Lara'yı epey özledi. Biz de çok özleyeceğiz Yeşimleri...

Şu anda Çeşme'deyiz, kimsecikler yok. Hava, su, tertemiz. Bütün gün koşturuyor yavru, 3 kişi zor yetişiyoruz enerjisine. Zaten 2 yaşındaki bir çocuğun bir günde yaptığı hareketleri bir atlet yapamıyormuş. Bizimki daha 17 aylık, demek ki 7 ay sonra vay halimize!




Bu akşam yemekte babası pırasa yedirmeye çalışırken kucağından fırlayıp kaçarak "nenem nenem" diye annemin kucağına attı kendisini. Alt metinde şikayet var tabii, bunlar bana nasıl böyle bir yemeği yedirmeye çalışırlar :) oysa uzun süredir hiç böye lezzetli pırasa yememiştim, Amerikadakilerin onda biri kadar incelikte, körpecik, tazecik, mini mini, güzel sebze :)

Dönüşte hep birlikte zorlanacağız besbelli. Keşke Avrupa'da olsaymışız; annem diyor ki o zaman 2-3 ayda bir gelirdim. Gerçi annem ayrı kalmaya dayanamayacak sanırım, maruz kaldığı yoğun YavruSu bıcırdamaları yüzünden belki kışın 1 aylığına gelecek ve bizi çok mutlu edecek :) Annem sağolsun sayesinde geceleri deliksiz uyuyoruz, hatta 17 ay sonra ilk kez gece dışarı bile çıktık ;) Yaşa annem, yaşasın anneler! Çalıştığı için annem kadar aktif olmasa da babam da çok ilgileniyor YavruSu'yla. Sürekli arıyor; artık telefonda sohbet etmeye başladı YavruSu da, "alo, dedem, meaba". Burdayken babam da altını değiştiriyor, oyunlar oynuyor, şarkılar söylüyor, kitap okuyor, uyutuyor. Ama malesef Pazar günü hariç sabah 9 - akşam 9 çalışıyor. Dedemizi çok özlüyoruz. Anneanneler, dedeler bir taneler :)))

Sonra, bıcır bıcır konuşuyor bebiş. Burda Türkçesi epey ilerledi, 2-3 kelimeli cümleler kurmaya başladı. Dil gelişimi tahmin ettiğim sırayla ilerliyor. Önce isimler geldi, sonra fiiller, fiil çekimleri ve zamirlerle edatlar; bu son ikisi, hemen hemen aynı zamanda. "Anne gibi" diyor, uzun düz saçlı kadınlara; "makarna gibi" mantıya ve "DoDo" gibi köpek yavrusuna. Yavru da gerçekten çok benziyor DoDo'suna.

Sıfatları ve zarfları bekliyorum sırada. Durum zarfları, zaman zarfları, soru zarfları, miktar zarfları, yön zarfları ... böyle on bin çeşit zarf vardı ya, neydi o kabus günler :) Hala öğretiyorlar mı acaba çocuklara bunları? Ben üniversite sınavından sonra silmişim. Neyse ki bebekler bu şekilde öğrenmek zorunda değil.

Ünlü dilbilimci Chomsky'nin dediğine göre "evrensel dilbilgisi" diye bir şey var. Bu konuda fazla bir okumuşluğum yok, çok ilginç bir alan aslında, merak içerisindeyim. Eğer sizin de ilginiz varsa, Chomsky'nin BGST Yayınlarından çıkan pek çok kitabı var. Bilgi Sorunları ve Dil kitabı bunlardan biri. Orda, bu konuyla ilgili şöyle diyor Chomsky:
"Evrensel dilbilgisi kalıtım yoluyla aktarılan, doğuştan gelen genetik bir yetenektir; insan dilinin değişmeyen ve öğrenilmeden bilinen özelliklerini içerir. Dolayısıyla dil, deneyim yoluyla öğrenilen bir şey değil de deneyimi düzenlemenin bir yoludur."
İşte bu noktada bir süredir kafamı kurcalayan soru geliyor. İyelik ekleri olmadan yaşamak mümkün mü? Dilin parametrelerini değiştirdiğimizde özgürlük de beraberinde gelir mi? E ne de olsa Janis Joplin'in çok sevdiğim şu şarkısında dediği gibi, freedom's just another word for nothing left to lose!" (özgürlük kaybedecek hiçbir şeyinin olmamasıdır). Yani diyeceğim o ki, -ın, -in, -un, -ün'leri hayatımızdan kaldırmak mümkün mü? Çünkü bunlar olmazsa, sahiplik de olmaz, tümevarım yöntemiyle, özgürlüğe varırız belki :)

İşte YavruSu'nun bu aralar meşgul olduğu şeylerden biri de bu, dolayısıyla benim de ilgi alanımda. "Bu babanın, bu annenin, bu benim, vs." diye ayrıştırma işlemine başladı. Böyle bir şey söylediğinde, bu annenin değil diyorum, dünyanın, sırayla kullanıyoruz, şimdi sıra bende, yarın kimbilir kimde. Yiyecek, içecek gibi şeylerse söz konusu olan, hepimizin diyorum, paylaşıyoruz. Ursula K. LeGuin'in Mülksüzler kitabında okuduğum bir sahne geliyor gözüme. "Yemek için teşekkür etmene gerek yok" diyordu, "bu yemeği hep birlikte paylaşacağız". Çok etkilenmiştim o zaman.

Türkiye'de fazla yok ama Amerika'da acayip bir bireyselleşme ve aşırı bir kibarlık var ki bazen insanın deli olmaması işten bile olmuyor. Örneğin, insanların bireysel alanına girmeniz kesinlikle hoş karşılanmıyor, olur da karşınızdaki sizi anlamazsa, Türkiye'de yaptığınız gibi refleks olarak kulağına doğru eğilirseniz, aynı anda karşınızdaki insanın refleks olarak geri sıçradığını görebilirsiniz. Marketlerde uzaklarından geçerken bile "excuse me" demeniz icabediyor. Sanırım Türkiye'de zaten mümkün olamayacak bir uygulama; çünkü bu alan, birey merkezli, 1 m yarıçaplı çemberden oluşuyor ki burda bu kadar alanın (pi m^2), kişi başına düşmesi pek imkanlı değil gibi.

Şaka bir yana, mal mülkün olmadığı toplumlarda iyelik eki ve benzeri de yoktur herhalde. Yaşam tarzımız kullandığımız dili, kullandığımız dil de yaşam tarzımızı belirliyor. YavruSu'nun ilk doğum gününde arkadaşlarımızdan bir şey almamalarını rica etmiştik ve bu konuda gerçekten çok samimiydik, onlar aldılar gerçi. Oysa bize göre, bizimle, insanlarla, doğayla geçirdiği vakit, müzik ve kitaplar yeterdi. Oyuncak olarak da evdeki 3-5 oyuncak, kreşte ortak kullandıkları oyuncaklar, kütüphaneden haftada bir ödünç aldığımız oyuncaklar ve kitaplar yeter de artardı bile. Zaten oyuncaktan çok bizimle oynadığı oyunlarla, bizimle kurduğu etkileşimlerle daha çok ilgiliydi. Daha sonra ya da Türkiye'ye dönünce nasıl olacak bilemiyorum ama hala öyle. Neyse, bu konular derin konular, aslında daha ayrıntılı yazmak gerekir, şimdi yavru öğlen uykusundan uyandı, beni bekler; öpülmek ve koklanmak ister :)))