September 18, 2011

Bisiklet koltuğu

Hep arabada gidilecek değil a! :-)




Sonunda YavruSu'nun da bisiklet koltugu oldu!!! Ailecek çok seviyoruz bisiklete binmeyi. Bu arada bisiklet koltuğu için farklı modeller de var, daha önce burada bahsetmiştim. Biz bunu seçtik. Fiyatı uygun, pratik bir model. Bunlara ek olarak bir de trailer dedikleri bir çeşidi var. O daha işlevsel görünüyor aslında --hem birden fazla çocuk taşımak için, hem de pazar filesi, vs. taşımak için. 

Ancak söylemem gerekir ki, taşımacı ben olduğumda pek rahat edemiyorum. Bisikletin selesi en alçak moddayken bile bana yüksek geldiği için (hayır efendim pek de kısa sayılmam :P) inerken problem oluyor. Bisiklet koltuğu çok rahat takıp çıkartılıyor aslında ama benim kendi bisikletim biraz eski olduğu için pek güvenemiyorum. Eski demişken gururla söyleyeyim ki bisikletim ikinci el :) Neden mi gururla? Onu da artık Bir Dolap Kitap'tan Yıldıray anlatsın ;)

September 16, 2011

Araba koltuğu

YavruSu'nun arabada giderken hayali arkadaşları "kızlar" ile konuşmasından:
Y: Kızlar, arabada giderken koltuğunuzda oturmalısınız. Yoksa polis bize kızar.
Anne: Polisin kızması önemli değil! Kim soktu aklına su polisi??? Önemli olan sizin güvenliğiniz, ya araba aniden fren yaparsa ne olur!!!
Y: Evet kızlar, araba fren yaparsa fırlarsınız, cama çarparsınız, sonra cam kırılır. Ve polis bize önem yazar.
Anne: ?!?!?!?!
* * *
Görüldüğü üzere bu konudaki temel dersleri başarıyla tamamlamışız, aferin bize :P
Daha doğru dersler için Kitubi'ye: http://www.kitubi.com/category/araba-koltugu/
Şu yazıdaki videolar beni çok etkilemişti: http://www.kitubi.com/2008/01/11/bebegim-neden-arkaya-donuk-oturmali/
Ve bir de Bir Anne Paylaştı ki... hepimize önemli bir ders olsun!

September 12, 2011

Sözlü oyun (kısa version)

Evren: Seninle bir oyun oynayalım mı?
YavruSu: Nasıl?
Evren: Sözlü oyun. Ben soracağım sen cevap vereceksin; şöyle:
 - Komşu komşu huu, oğlun geldi mi?
 - Geldi.
 - Ne getirdi?
 - İnci boncuk.
 - Kime kime?
 - Sana bana.
 - Başka kime?
 - Kara kediye.
 - Kara kedi nerde?
 - ...
Evren: Hadi oynayalım, ben başlıyorum: Komşu komşu huu, oğlun geldi mi?
YavruSu: Gelmedi.
Evren: Nasıl?

Canavarlar ner'de?

YavruSu: Canavarlar ner'de baba?
Baba: Canavar diye bir şey yok ki; onlar bizim hayalimizde olan şeyler.
YavruSu: Hayalimis ner'de peki?
Baba: Hayalimiiiz... kafamizda kurduğumuz şeyler yani.

Bir süre sonra, kafasını göstererek...
YavruSu: Anneee, canavarlar ner'de olur biliyor musun? Canavarlar kafamızın içinde olur.
Anne: Aferin babaya, 100 puan! Gece kafamın içinde monster var diye uyanırsan bizzat gelsin ilgilensin madem, allah allaaah, bu yaşta çocuğa böyle şeyler söylenir mi, bak kime diyorum ben, bır bır bır bır...
YavruSu: Efendim anne?
* * *
Ama aslında, çocuk haklı, canavarlar gerçekten de kafamizin içinde. En başta da, sürekli bizi bir şeylere sap yapmaya çalışan balta canavarı. Sonra şekil canavarı var. Bu da, insanları hazır kalıplarla doğranacak hamur gibi görüp bir güzel yoğuruyor önce, "eğitim" adı altında...

Evren, çok güzel bir yazı çevirmiş/yazmış yine. "Erismek istedigimiz fazlalik, bolluk duygusu kucuk, soz dinlemez, yildirim hizinda bir Terrier gibidir. Arkasindan kosarsak, o da bizden uzaklasir. Soz sahibi oldugumuza dair guclu bir inancla ters yonde ilerlersek, o bizim pesimizden kosar."

İşte bu kafamızdaki canavarlar da aynı "Terrier" gibi. Ama ne şanslı bir türüz ki, kafamızın içinde tersine koşacak geniş bir alan da mevcut. Sınırları yalnızca hayalgücümüze kalmış...
* * *
Peki neden canavarların peşimizden koşmasını isteyelim? Deli miyiz biz? Belki biraz :P Şaka bir yana, bu eğlenceli de olabilir. YavruSu çok seviyor mesela. Hadi sen canavar yap deyip bizi peşinden koşturuyor. Sonra kendisi canavar olup bizim peşimizden koşuyor. "Ayyy cok korktum!!!" deyince de, "korkmana gerek yok, ben gülümlü* canavarım" diyor (*gülümlü, sevimli kelimesini hatırlayamayınca, gülümseyen gergedan için uydurduğu sıfat). Yani bu canavarlar iki türlü olabiliyor: "kıskınç" ve "gülümlü". Bu şekil canavarının da gülümlü modu olabilir, farklı hiç görmediğimiz şekiller yaratabilir. Eğitim de hep "kıskınç" mı olmak zorunda? Başka Bir Okul Mümkün olamaz mı? Neden olmasın? Heyecanla bekliyoruz!


February 21, 2011

Lohusa Hikayeleri

Derya çok güzel bir bloga ön ayak oldu, belki duymuşsunuzdur: Lohusa Hikayeleri. Yeni doğum yapan kadınların bu zor dönemde kendilerini yalnız hissetmesi çok karşılaşılan bir durum. Derya, kendisi “Cinnet Anaların Ayağının Altındadır” diyerek çok güzel anlatmış hislerini. Ve "yeni doğum yapan kadınların yalnız olmadığını göstermek istemiş, bebeğini kucağına aldıktan sonra dünyanın en mutlu insanı gibi hissetmeyip, bocalayan ilk insan olmadıklarını".


Aradan 2 sene geçtiği için, hislerim pek taze olmasa da ben de katkıda bulunmak istedim bu bloga ve oturdum yazdım kendi hikayemi, okumak isterseniz buyrun buradan devam edin...

February 17, 2011

Portakallı Kereviz

Yavruyla öğle yemeği...


 

Sabah fıstık ezmesi ve bala doyamayan açgözlü anne, yavruya sıkılan portakalların kabuklarını yemeyince öğlene kaldı. Ama hiç fena olmadı. Bana portakallı kereviz olmuş oldu :) 

T. ne zamandır söylüyordu, yemeklere zeytinyağını sonradan ekleyelim; zeytinyağı belli bir derecenin üzerinde serbest radikal üretiyor diye... Kızartmalara üzüm çekirdeği veya GDO'suz canola yağı kullanıyorduk ama zeytinyağlı yemeğe, zeytinyağı dışında bir yağ kullanmak yakışık olmazdı. Radikallerin serbest şekilde ortamda dolaşması fikri politik olarak sıcak gelse de sağlık açısından çok da iyi olmadığı konusunda ikna oldum ve yemekleri T.'nin dediği gibi yaptım. Her şeyi çiğden koyup yarım bardak suyla kısık ateşte pişirdim, piştikten sonra da tuz, limon ve zeytinyağı üçlüsünü ekledim. Sonra da portakal kabukları ve ev yapımı yoğurtla birlikte afiyetle yedim. Hiç fark yoktu, deneyin göreceksiniz :) Yalnız ertesi gün yendiğinde daha lezzetli oluyor. Ancak yavruya beğendiremedim. Ama o da çok sevdiği kuskusuyla birlikte aynı yöntemle pişirilmiş taze fasulyeden yedi.   


Not: Görüldüğü üzere yemek sonrası kuzunun kaşıkları hep bana doğru bakıyor. Hala arada, kendisi yedikten sonra illa ben de olaya dahil olup birkaç kaşık daha yedirebilir miyim diye şansımı deniyorum, tabii her seferinde hüsrana uğruyorum. 
Bir diğer ayrıntı da ekmek kutusu. O gün bir dilim ekmek daha kutudan kaçıp kayıplara karıştı... Görenler, duyanlar buraya mesaj bıraksınlar :P

February 10, 2011

Hayatımız - Kış Fasikülü


Okul hayatımız: Benim okul hayatım şu aralar çok renkli. Çocuk kütüphaneciliği hayallerim malesef suya düştü, çünkü doktora düzeyinde çalışacak ne kaynak var ne de hoca. Ama çok içime sinen başka bir konu var şu anda çalıştığım, minor yaptığım alandan geliyor: Sustainable Interaction Design. Şu ara bu alan üzerine ve etnografi üzerine okuyorum. Bir de beni çok heyecanlandıran, çok önemli gördüğüm, sevdiğim, inandığım bir araştırma projesi var ama bir şey söyleyemiyorum çünkü henüz onay aşamasındayım.

Yavru'nun okul hayatı ise 1-2 haftadır iyi gitmiyordu ama bu hafta başından beri pek mutlu bir şekilde gitmeye başladı yeniden. Sanırım annem dönünce biraz bocaladı o da.

Spor hayatımız: Karlar düşe düşe bitmedi burda. Hava sıfırın altında tam bulutlu -10'larda seyrediyor. Hal böyle olunca, bisikletle beraber yatay olarak buz pateni yapmayı gözüm yemediği için spor salonundaki ücretsiz grup egzersizlerine katılmaya karar verdim. Ortamdaki en yaşlı kadın olsam da 20'liklere taş çıkartıyorum step'te. Evet step'te! N'apalım karizmatik aktiviteleri benim gibi öğrenci-annelerin gidebileceği saate koymamışlar, kala kala step kaldı bize :)

Yavru'nun spor hayatı ise uyumadığı her an devam ediyor. Her türlü zıplama, koşma, yuvarlanma, tırmanma aktiviteleri gün boyu aralıksız olarak sürüyor. Aslında ona ayak uydurmaya çalışınca ayrıca spor yapmaya gerek kalmıyor ama şu ara enine gelişme çağında olduğum için bu konuya daha sistemli yaklaşmaya karar verdim. Bir de ne demişler: Nerde hareket orda mutluluk! Hayır, malesef wii saylanmıyor :P

Yeme-içme dünyası: Yeni bir gelişme olarak, çiğ sebzeleri aldık gündemimize. 4 yıldır gittiğimiz davetlerde (son iki yıldır rüyalarımızda katılabiliyorduk ancak :) hep çiğ brokoli-karnabahar-kereviz sapları görüyorduk ve "ıııy!" diye bir efektle  kaçıyorduk  yaklaşıyorduk   ortama ama sonunda biz de başladık yemeye (ıııy dediğinizi duymamış olayım). Her şeyi çocuğumuz için yapıyoruz bir kere :P YavruSu daha çok seviyor bu şekilde. Neyse, çiğ olarak tükettiğimiz sebzeler: brokoli, karnabahar, fasulye, bezelye, havuç, lahana, ıspanak. Öğlen okula getirdiğimiz sandviçlerin içine koyuyoruz ya da akşam salata olarak yiyoruz, fena olmuyor. Yok valla yemek yapmaktan kaçmıyoruz, gerçekten :)

Kuzu Su'nun içme dünyasındaki sütlerin kaynağı değişti şu ara; artık yalnızca ineklerden geliyor. Yavrunun emme sevdası tam olarak sona ermemiş olsa da annenin emzirme sevdası bir süredir son demlerindeydi, hatta haşlama moda geçmişti. Karşılıklı olarak fazla acı çekmeden bitirdik bu süreci. Bir iki sordu ama sonra ikna oldu, sanırım artık o da farkındaydı sonuna geldiğimizin. Neyse iyi kötü 2 yılı aşkın bir süre boyunca güzel vakitlerimiz oldu birlikte ama anladım ki fiziksel bağdan sonrası daha zormuş. Emerken rahattı, şimdi farklı bir paylaşım boyutu başladı. Daha derin izleri olacak yeni bir dönem... Nı nı nı nı (gerilim müziği çalıyor). İlerde falan çocukluğunu anlattırırlarsa şuradaki gibi pozitif anıları olsun. Gerçi tatlı olarak sadece hazır puding yapabilen bir anneannesi ve yemek konusunda öğrenciden hallice bir annesi olunca, mantı kapatmaca tatlı bir hayal gibi duruyor :P  Ama sizin böyle bir imkanınız olursa, mutlaka şuradaki modellere bakın, ben bayıldım :)

Uyku dünyası: Yavru'nun gündüz uykularının evdeyken bitmesiyle benim için çok huzurlu bir uyku dönemi başladı. 3 kere oley çekiyoruz: Oley, oley, oley! Böylesi hepimiz için de daha iyi oldu aslında. YavruSu gündüz uykusu aldığı zaman toplamda 11 saat uyuyordu (9,5+1,5). Şimdi bir seferde 12-13 saat uyuyor ve de öğlen 1 saat, akşam 1 saat onu yatırmak için uğraşmıyoruz. Bütün gün yorulunca sızma usulüyle uykuya geçiyor. 7:30-8:30 arası yatıp 8:30'da kalkıyor. Aslında farkettik ki, kaçta yatarsa yatsın 8:30'da kalkıyor. Biz de bu durumda gece verimli bir şekilde çalışıp haşatımız çıkmadan uykuya dalabiliyoruz. Kreş günlerinde farklı oluyor tabii. Mecburi gündüz uykusuna yattığı için, gece 10:30-11:00 arası yatıyor. Ama o da iyi oluyor, birlikte vakit geçirebiliyoruz böylece.

Sosyal hayatımız: Bir süredir kuzunun arkadaşlarının doğum günleri ve playdate'lerden ibaret olan sosyal hayatımız, haftasonları farklı arkadaşlarımızla çıktığımız yemeklerle biraz renklendi. Tamam sadece 1 kez çıktık ama iddialıyız, bu haftasonu da yapacağız. Bahar gelsin kırlara ormanlara da gideceğiz... Bir dere bulup kenarında yürüyüş yapacağız, suya ayaklarımızı sokacağız; bir de bisiklet olacak, mutlaka bisiklete de bineceğiz. Ah ah, bizi bu soğuklar mahvetti. Bu soğuklarda unuttum, omuzlarımı havaya kaldırıp büzüştürmeden yürümeyi... Evden arabaya, arabadan eve giderken, donmayacak kadar hızlı, buzların üzerinde patinaj yapmayacak kadar yavaş yürüme ayarlaması yapmadan da dışarı çıkabileceğini... Bu havalarda öğrendim, 0 dereceye çıktı diye bayram edip çocukla dışarıda 45 dakika geçirilmesinin ne kadar tehlikeli olabileceğini... Neyse ki iyi durumdayız. Biz dışardayken endişe eden baba kişisine olmuş olan. Birileri babalar daha mı pimpirikli oluyor diye mi sormuştu? Bizimki o gün 911'ı arayacakmış az kalsın :)

Neyse o gün orman şarkısını söyleyerek dolandık epeyce: hani şu Arazi Mafyası Birincilik Ödülünü hakkeden sözlere sahip şarkı vardı ya, biz sözlerini değiştirmiştik, onu söyledik işte... Mekan aynı mekandı, kışlık hali tabii, Hitchcock filmlerinden fırlamış gibi, çiçek böcek de kalmamıştı ortalıkta ama eğlendik yine de.

Politik hayatımız: apolitik bir şekilde süregiderken bu hafta Pınar Selek'in bitirilmek bilmeyen duruşması ile canlandı yeniden. Limonlu Turta öyle güzel bir yazı yazmış ki üzerine söz söylemeye gerek kalmamış, buyrun oradan devam edin: Bir Kadın

Ve fasikülünüzün kış sayısını yazıp bayilerinize vermeyi unutmayın.