April 17, 2012

Yasalar, tasalar...

Şikayetçiyim be blog! Bahar geldi geçiyor, ağaçlar çiçeklerle bezendi, çiçekler dökülmek üzere, bense ağaçlara ancak kağıtlara basılmış makaleler yoluyla dokunabiliyorum. Bu kadar çok okuma, bu kadar çok ödev verilmez ki bir öğrenciye! Hayır, ağaçlara yazık en başta! Neyse, 2 hafta kaldı. Sonra inanması çok güç geliyor ama öğrencilik hayatım bitiyor artık!

T. burada bir üniversiteden post-doc için teklif aldı, 2 sene daha buradayız; 2 saat uzaklıkta, yine bir üniversite şehrine taşınacağız. Ne yapsam diye düşünürken, neyse ki beni uyardı, her üniversitede bir master yapmak zorunda değilsin diye (matematikten sonra matematik öğretmenliği, klasik gitar, kütüphane ve bilgi bilimi, yeter tabii). Ama bunun için önce Ege Üniversitesinin bahçesine gömülü olan göbeğimi bulmam gerekiyor. Bu yaz ilk önce İzmir'e uğrayıp, bir kazı çalışması başlatacağım; o göbeği bulup hemen sokağa atacağım, yeter valla!

Buradan İstanbul değil de başka bir şehir için ayrılacak olmak üzüntü yaratıyor... Özellikle de bizim yavrunun çok sevdiği okulunu bırakacak olması. 2 annem, 2 babam, 1 de kız kardeşim var diyor. Ailecek çok sevip sahipleniyor onları. Dünya iyisi insanlar, bulunmaz doğallıkta bir okul ortamı, benim bile yanlarında kalasım geliyor bazen :)

Sonra buradaki evimiz, bahçeye açılan mutfak kapısı, yanda bizimkinin yaşlarında bir arkadaş... Ev arama kriterlerimiz arasına yeni biri daha eklendi zaten: yan evde 3-4 yaşlarında bir çocuk olması :) Ev alma, komşu al diye boşuna dememişler. Başka türlü bizimki gibi bir sosyal oyuncuyu nasıl tutarız bilmem. Sosyallik yoksa oyuncakla oynamak da yok, yalnızca anne ve babanın başına ekşimek var.

Geçen gün mıknatıslı çarklardan aldık, buzdolabının üzerine asılanlardan. Başlangıçta çok sevdi, biz mutfakta iş yaparken, o da gidip gidip farklı dizaynlar deniyordu. Ben de ciddi ciddi mekanik çalışması yapıyor zannettim ama yaklaşınca gördüm ki "bu bebek çark, bu onun sisterı, bebek ağlıyo, altını değiştirmem lazım, bunu da baba çarkın yanına koyayım, tamaaam" diyerek çarkları sosyalleştiriyormuş. 

Ne yapacağız bilmiyorum. İşimiz iş, ilerde kesin okulundan çok davet alacağız diye konuşuyorduk T.'yle ama bir de baktık ki o döneme bir şey kalmamış. Sahi bunlar 5 yaşında okula mı başlayacaklar şimdi? Sevgili ülkemde eğitim konusunda her gelen iktidar dönüp dolaşıp bir şeyleri değiştiriyordu ama bu İslamcı muhafazakar parti pek bir 'akıllı' çıktı. Öyle sınav sayısını 2 artırıp 1 indirmekle uğraşmadan direkt formülü verdi: 4+4+4. Olayı kökten çözmek için, hiçbir bilimsel dayanağı olmadan, gayet tepeden inme bir şekilde --çöz çözebilirsen! Ayrıca düzenlenen formlar öyle usta ki buyurun kendiniz bakın, Anne Kaz yazmış.

Konuyla ilgili Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesinin yaptığı açıklamaya göre:
  • Yeni taslakta 1’inci sınıf yaşı bir yıl öne alınmaktadır. Böylece, 60-72 ay çocukları, okulöncesi eğitime değil, 1’inci sınıfa alınacaktır. Bu uygulama pedagojik açıdan sakıncalıdır. Bu yaş çocukları, daha somut işlemler dönemine geçmediği için 1’inci sınıf becerileri arasında bulunan okuma-yazma, basit sayısal değerlendirme ve işlemleri yapabilecek bilişsel düzeyde değildir.
  • Önerilen 4+4+4 modelinin ilk kademesi olan 4 yıllık eğitim kavramı hiçbir bilimsel temele dayanmamaktadır. Bilimsel araştırmalara göre çağ nüfusu bilişsel gelişim açısından ayrıştırıldığında, 7-11 yaş somut işlemler, 12 yaş üstü ise soyut işlemler dönemleri olarak belirlenmiştir. Dördüncü sınıftaki bir çocuğun, somut işlemler döneminin tam ortasındayken ilköğretimin ikinci kademesine geçmesi, bilimsel veriler ve bulgulara ters düşmektedir.
  • Önerideki son 4 yılın mesleki ve teknik yönlendirmeyi içermesi, bilimsel açıdan sakıncalıdır. Bilimsel veriler ilgi, bilgi, yeti ve becerilerin 15 yaşlarında bile kararlılık göstermediğini ve kaygan bir zeminde olduğunu saptamıştır. Araştırmalar, çocukların yaşam boyu çalışacakları alanlardaki eğitim seçeneklerini 18 yaşından önce doğru ölçütlerle değerlendiremediklerini göstermektedir.
Bu işin bilimsel yönü, devamını bu linkten okuyabilirsiniz ancak işin bir de siyasal ve ideolojik yönü var ki o kısmı ortada alenen “dindar nesil yetiştirmek istiyoruz” diyen bir başbakan varken nasıl tartışacağız bilemiyorum. Demokrasi varsa, tabii ki seçme özgürlüğü de olmalı. İsteyen gider din felsefesi öğrenir, isteyen gider ateizm öğrenir.  "Dindar nesil" yetiştirmenin yeri örgün eğitim kurumları değildir. Biz çocuğumuzu resim yaparken bile yönlendirmemek için göbeğimizi çatlatırken böyle aleni bir şekilde yönlendirme yapılmasını kabul etmek mümkün değildir. Herkesin her türlü bilgiye eşit derecede erişim hakkı vardır, tüm çocukların baskı olmadan öğrenme, yönlendirme olmadan meslek seçme, kız çocuklarının da istediği kadar eğitim alma ve evlenmeme hakkı vardır. Çocuk hakları vardır! Onlara hiç sordunuz mu? 4+4+4 = "çocuk gelinler"+"çocuk işçiler"den oluşan "dindar bir nesil" olmasın sakın?!?


Canım sıkkın be blog! Yasa geçmiş bile...

March 28, 2012

Kütüphaneleri seviyorum!

Daha önce Zumbara'dan bahsetmiştim, zaman kumbarası. Aslında bu ve bunun gibi pek çok alternatif oluşum var dünyada. LETS'ler var mesela, zaman bankasına benzeyen, Local Exchange Trading System. CD'lerinizi, kıyafetlerinizi, kitaplarınızı her şeyinizi takas edebiliyorsunuz. Artık satın almak zorunda değilsiniz, alıp atmak, dünyayı bir çöplüğe dönüştürmek... Dünya üzerinde yeterince, hatta fazlasıyla eşya var zaten. Neden paylaşmak varken, yeniden kullanmak varken, satın alalım, sonra da atacak yer arayalım!

Ortak kullanım, ortak kaynaklar önemli. Bizim üniversitede (Indiana Universitesi) Nobel ödülü alan ilk kadın olan Elinor Ostrom'dan duymuştum commons'ı ilk kez. Elinor Ostrom, daha çok doğal kaynaklar üzerine çalışmış, özellikle balık avlama bölgeleri (fisheries) üzerine çok önemli çalışmaları var ancak bununla sınırlı değil yaptıkları. Kendisi üniversitede ortak kaynaklar üzerine yapılan çalışmaları biraraya getirmek üzere Digital Library of Commons'ın kurulmasına da öncülük etmiş. Bu dijital kütüphanedeki makalelere erişim ücretsiz ve açık. Ve de Understanding Knowledge as a Commons diye bir kitabın editörlüğünü yapmış. Kitap adına uygun olarak webden ücretsiz olarak indirilebiliyor. Evet, bilgi de ortak bir kaynak değil mi sonuçta? Binlerce yıllık birikimle oluşmuş bilgiye sahip çıkmak kimin haddine? Akademik dergilerin mi? Bu dergilerin yaptığı tam bir soygunculuk! Derginin içeriğini oluşturan makale yazarlarına hiçbir bedel ödemedikleri gibi, bilimi de kapatıyorlar, ancak parası olana açık. Artık bilginin bile metalaştığı bir dönemde yaşıyoruz. O kadar büyük eşitsizlik var ki! Bir yanda yoksul ülkeler bilgisizlik yüzünden çok büyük sağlık sorunları çekerken, diğer yanda bazı ülkeler 'bilim' adı altında birtakım ileri savaş teknolojilerinin geliştirilmesi için dünyanın bütçesini harcıyorlar. Ama sonuçta ne oluyor, her 80 dakikada bir bir asker intihar ediyor, milyonlarca insan sebepsiz yere ölüyor!

Çözüm olacak mı bilmiyorum ama ortak hareketleri önemsiyorum; bilginin açılmasınıbilimin açılmasınıortak kullanım hareketlerini ve bu bağlamda kütüphaneleri çok önemsiyorum.

Kütüphane sayesinde son 2,5 ay içerisinde 146 kitap, 25 DVD ve müzik CD'si, ayrıca 8 tane oyuncak geçmiş evimizden. Ama en güzeli, ödünç aldığımız kitapları geri götürürken, şimdi başka çocuklar, başka anne-babalar okuyacak bu kitapları demesini duymak yavrunun; bazen yeni teslim ettiğimiz bir kitap aklına düştüğünde, kim okuyordur acaba diye düşüncelere dalmasını izlemek, kütüphanenin önünden geçerken, "kütüphaneye gidelim!" diye inat etmesini görmek.

Buradaki şehir kütüphanemiz hafta içi sabah 9'dan akşam 9'a, Cumartesi 9'dan 5'e, Pazar günü de 1'den 5'e kadar açık. Kütüphaneden bir seferde 7 DVD, istediğimiz kadar CD, kitap ve oyuncak ödünç alabiliyoruz. 3 hafta süremiz var ama bu süre içerisinde başka kimse talep etmezse iki kere daha 3'er hafta süreyle uzatabiliyoruz --kütüphaneye gitmeden online olarak. Genelde aldığımız bir kitabı 9 hafta okuma şansımız oluyor. Sonra geri götürüyoruz, bazen çok beğendiklerimiz bir süre sonra tekrar alıp okuyoruz.

Sadece bunlar değil, başka neler neler var kütüphanede! Kukla gösterileri, film gösterimleri, çeşit çeşit hikaye saatleri (müzikli, kuklalı, örgülü, pijamalı,...), seminerler (büyük kediler, yani aslanlar, kaplanlar, leoparlar ve onların kurtarılması), workshoplar (kağıt uçak yapımı, pipetle inşaat,...), sonra kutlamalar (yeni yıl, bahar bayramı, sevgililer günü, cadılar bayramı, korsanlar günü, Dr. Seuss'un doğum günü,...) ve daha neler neler. Tabii ki hepsi de ücretsiz. Ama en güzeli katılan çocukların neşesini ve bu programları düzenleyen insanların hala her program öncesi nasıl da heyecanlandıklarını görmek. 23 yıldır küçük çocuklar için müzikli hikaye saati düzenleyen Mary'nin, hala nasıl araştırma yaptığını, hatta programlarını daha iyileştirmek için geçen yıllardan birinde 20 sene sonra tekrar üniversiteden bu konuda ders aldığını öğrenmek bana umut veriyor. Ben bu kütüphaneye ve kütüphanecilere bayılıyorum!    

Genel olarak, kütüphaneleri seviyorum, çünkü kitapları, kitap kurtlarını ve araştırmacı kişilikleri seviyorum. "Bu seriye bayılıyorum, bana iki tane kitabını birden verir misiniz?" diye gelen çocuklara sıkı sıkı sarılasım geliyor.

Kütüphaneleri seviyorum, çünkü insanlar baskı ve zorlama olmadan, istedikleri şeyleri severek öğreniyor burada.

Kütüphanleri seviyorum, çünkü paylaşmayı seviyorum, paylaşan insanları seviyorum.

Kütüphane Haftası bağlamında Bir Dolap Kitap'ın paylaştığı ve düzenlediği etkinlikleri de paylaşmadan olmazdı. Aslında her türlü yarışmaya karşıyım, özellikle de çocukların yarıştırılmasına ama içinde kütüphane olunca katılım göstermeden edemedim. Siz de yarışma kazanmak için değil ama bu etkinlik sayesinde, kütüphaneler ve kitap okuma ritüelleri görünür olsun diye katılım gösterirseniz bu güzel haftayı daha da renklendirmiş oluruz.

Hepimizin kütüphane haftası kutlu olsun!

Çocuk kütüphanesinde yaptığım stajla ilgili tuttuğum notlar için: http://kutuphanegunleri.blogspot.com/
Bizim kütüphanenin fotoğrafları için buraya, bahar programı için de buraya tıklayınız.

March 26, 2012

Ah papatya!

Geçenlerde bahsettiğim, kendi elleriyle yaptığı "shaking necklace"ı okula götürüp en yakın arkadaşı Ana'ya verdi. Tabii bizde şimşekler, ancak kolyeyi Ana'nın elinde gördüğümüz zaman çaktı. Kolyenin tabanını oluşturan o koca çengelli iğneyi çocuk elinde tutuyordu, onu açıp bir yerine batırması an meselesiydi. Neyse ki fazla kurcalamadan, kaplan gibi atılıp elinden aldık. Biz bunu geri alalım dedi T., ben de şimdi ayıp olur, dolabına koyalım, annesi yanındayken inceler dedim. Neyse, dolabına koyduk ama öğretmeni epey şaşkın bir şekilde bizi izlemekten alıkoyamadı kendisini... Böyle çatlak aileler de var işte n'aparsın örtmen hanım! Neyse ki çuvaldız vermedik ona dua edin. Bizim ülkemizde, başkalarına çuvaldız batırmayı uygun görüyor atalarımız :P


Şaka bir yana, çok meraklı bizimki, arkadaşlarına hediye versin, bir şeyler yapsın, hazırlasın. Öyle ki, bir gün kreşte ısırılınca, bu seferki ısıran çocuğun annesi kart hazırlamış, çocuğun ağzından, işte "çok özür dilerim, seni çok seviyorum, bir daha seni ısırmayacağım," vs. vs diye. Bir de, bir güzel süslemiş kartı, yıldızlar, papatyalar... Hay allahım, göstermez olaydık! Bizimkinin bir hoşuna gitti. Hemen dedi, ben de yarın Nina'yı ısırayım da biz de ona kart götürelim!

Dedim dur yav, ne ısırması, ne kartı. Kart sadece ısırınca mı götürülür, olacak iş mi!!! Kadın kibarlık olsun diye yapmış ama işte gel de bizimkine anlat! Bak dedim, bahar geliyor, çiçekler açacak, ağaçlar yeşillenecek, biz istersen arkadaşlarına bahar kartı yapalım. Hem bahar bayramlarını kutlarız. Hatta onlara papatyalardan kolye bile yaparız diye kaptırdım gittim. Ah, ah! Ağzımdan çıkanı kulağım duyduğunda artık çok geçti. Öyle sevindi ki bu fikre, sorup durdu ne zaman yapacağız diye. Aman neyse ki ısırmanın bahsi geçmedi bir daha. Kartları Newroz'a hazırlarız dedim ama muvaffak olamadım. Papatyalar da hala yok ortalıkta. Ne yapsam, ne etsem, kağıttan mı kessem diye düşünmeye başlamıştım. Böyle de zekiyim işte! Çocukların 2 dakikada kağıt parçalarını etrafa saçması eminim öğretmenlerinin çok hoşuna giderdi! Ama yine de çengelli iğne vermekten iyidir, di mi ;) Sonunda, 'çok şahane' bir fikir geldi aklıma, ip ve boncuk :) Neyse ki T.Su boncukları yaz temalı seçti: mavi ve yunus balıklı. Bu hızla gidersek yaza ancak yetiştireceğiz zaten. Azimliyim, sonunda aktivite annesi olacağım :P Buraya da yazdım ki motivasyon olsun bana... Ah papatya!

March 22, 2012

Günler...

Günler hızla geçiyor. Bu dönem biraz fazla hızlı. Şöyle ki, mail box'ımda hiçbir zaman 1-2 taneden fazla mail bulundurmayan ben, artık 1-2 sayfadan az mail bulundurmamaya başladım. Her şey beklemede gibi, şu Mayıs bir gelsin diyorum, başka da bir şey demiyorum...

Geçen hafta bahar tatilimiz vardı, T.Su ile dolu dolu bir hafta geçirdik. Tabii o evde olunca kendi işlerimiz kaldı. Bir de benim kütüphanedeki stajım devam etti, 4 gün çalıştım. Kalan vakitlerde de çeşitli etkinlikler yaptık. Bir gün ormana gittik, göl kıyısında dolaştık. Çok farklı bir deneyimdi. Her ne kadar küçük bir yerde yaşıyor olsak da, çeşitli sesler hep mevcut etrafımızda --en başta da bilgisayar sesi! İnsan 'içindeyken' duymuyor ama ormanın sessizliği daha doğrusu başka türden sesleri (su kaplumbağalarının suya atlayışı, kuş ve böcek sesleri, vs.) duyunca anlıyor şehir hayatında neler çektiğini.

Orman ve sesleri demişken, bir de sinemaya gittik: Dr. Seuss' The Lorax. 2 yaşından beri konser, bale, modern dans gösterisi, tiyatro, müzikal gibi çeşitli gösterilere gitmişti ama ilk kez sinemada film, daha doğrusu animasyon film izleme şerefine nail oldu YavruSu. İlk oturduğumuz zaman, "bu insanlar da benimle birlikte mi isliycek" diye sordu; film olunca kendine özel zannetti. Yok dedim şimdi ben onları dışarı alacağım, salonu kapattım, istediğin gibi izleyeceksin :P Böyle yapmadım tabii ama buna yakın bir şey oldu. Bizimki film boyunca konuşup sorular sorunca, filmdeki kötü adamlara kızıp bağırınca insanlar etrafımızdan birer ikişer eksildi ve salon bize kapatılmış gibi oldu. Film hakkında ayrıntılı yazmak istiyorum -vakit olduğunda- zira çok etkilendim, çok beğendim. Hatta sonunda gözlerim doldu, tamam ağladım, evet biraz fazla ağladım ve bizimkini stres yaptım, ne yapacağını bilemedi garibim. Filmden çıkınca da kızdı bana zaten, "öyle her yerde duygulanmana gerek yok!" dedi. Ama filmi çok sevdi, ertesi gün de babamla gelelim dedi :)

Başka da çok bir şey yapmadık, hava çok güzel olduğu için sürekli dışarı çıktık. Ve yan komşuzun çocuklarıyla kapı önü oyunları başladı T.Su'nun. Sokak çocukları gibi yemek saatine kadar dışarılarda sürter oldu. Birlikte bisiklete binip saklambaç oynuyorlar, bir de sağolsunlar 'bahçeyi' düzenliyorlar.  Tabii, bu düzenleme işleri bize her yere bulaşan toprak ve çamur olarak geri dönüyor. Biz de dönenleri düzenliyoruz derken günler hızla akıp geçiyor.

Bu arada, Gamze ve diğer ihtiyacı olanlar için ben de ilik donörü olmak için başvuruda bulundum. Hashimoto tiroidim ve başka sebeplerden ötürü ertelemiştim, ama öğrendim ki tiroidi kontrol altında olanlar ilik vericisi olabiliyormuş ki 3 yıldır aynı ilacı aynı dozda kullanıyorum, test sonuçlarımda hiçbir değişiklik yok. O yüzden şurada daha önce bahsettiğim şekilde işlemlerimi tamamladım. Bu arada Gamze'nin ilk kemoterapi tedavisi sonuç vermiş. Bu da demek oluyormuş ki ikinci kemoterapi tedavisi de yapılabilecek ve vücudu kemik iliği nakline hazır olacak. Ancak Gamze'nin iyileşebilmesi için hala uygun kemik iliği bulunamamış. Ve fakat geç değil! Vücudumuz tarafından sürekli üretilen bir şey için bir ömür bekleyen/bekleyemeyen milyonlarca çocuk, yetişkin insan var. Kolay değil, şu çağda hiçbir şey kolay değil ama tomurcuk'un dediği gibi kimse için yapmazsanız, "kendiniz için yapın, çocuğunuz için, sevgiliniz için, anne babanız için yapın. Yarın bu bağışlara hepimiz ihtiyaç duyabiliriz. Bencil olun, kemik iliği bağışçısı olun."

March 11, 2012

YavruSu'nun halleri

İlk önce ve en çok katı, yani cadı hali:

Geçen gece uyurken bir anda kıçıma başıma yediğim tekmelerle uyandım. Ama nasıl tekmeler. Sonrasında, ağlayarak git burdaaan, giiit diye çığlıklar gelmeye başladı. Kucağıma aldım, gözyaşlarını silip sakinleştirmeye çalıştım, silmez olaydım! İyice koptu:
- Göz damlalarımı geri ver, göz damlalarımı geri ver, onlar benim damlalarım.

Fesuphanallah, ne oluyor demeye kalmadan bu sefer kol cırmalama ve saç çekme tacizlerine maruz kaldım. Sonra da "giiit, git sen burda yatma, aşağıda kanepede uyu" diye bağırışlar geldi. "Eeh, gece gece bu cadıyla ne uğraşıcam be!" dedim, kalktım gittim yataktan. İlk kez yatağımdan kovuldum! Kendi yatağımdan. Sen dünün bacaksızı, gel yatağımıza, önce babayı kov, sonra beni, sonra da koca yatakta tek başına seril; oh valla! Neyseki 3 saniye içerisinde uykuya dalabilen bir yapım var da bizimkinin küçük yatağına geçip uykuma kaldığım yerden devam edebildim. Evet yarım kişilik küçük yatakta ben yattım, tek kişilik yatakta babası, çift kişilik yatakta da CadıSu! Tabii, karşılıksız bırakmadım yaptıklarını. Sabah kalktığımda bir süre bozuk attım. Yüzüme üzgün bir ifade takıp gece tekmeleri yüzünden çok canımın acıdığını ve üzüldüğümü söyledim. Karşılık olarak geldi bana sarıldı ve:

- Ben seni "kalpli cadı" zannetmiştim. Ama şimdi uyudum uyandım sevimli oldum, beraber oynayabilir miyiz? dedi.

E tabii bütün gün sen cadı ol diye peşimde dolanıp cadılık yaptırınca, akşam rüyasına girmişim, gece de o bana cadılık yapmış! Ah T.Su, ah!


Başka bir sabah, babası kahvaltıda yumurtasını yemeyen yavrusuna yine bir ton laf dökmektedir:
- Bak yumurtanı yemezsen güçlü olmazsın, sonra da cadılar gelip seni yenerler.

YavruSu:
- Ama baba, ben cadıları seviyorum zaten.

Babasu içinden, "hımm, bu ihtimali hiç düşünmemiştim..."

Ve akabinde YavruSu yumurtayı bırakıp gider, süslenip gelir; sonra da kitabın (Three witches) üzerindeki cadılara kıyafetlerini gösterir:
- Bakın cadılar, ben de sizin gibi olabilmiş miyim?

* * *
Anneyle babayı birbirine düşürme çalışmaları da tüm hızla devam ediyor CadıSu'nun.
Ellerine çorap geçirip güzelce annesinin kollarını ovarken:
- Baba böyle masaj yapamıyo, di mi anne?"
* * *
Bir de kıyafet savaşları var. Ne zaman doğru dürüst bir şey giysem arıza çıkarıyor bizim cadı. Arıza çıkarmamışsa ve benim o gün düzgün giyinmem gerekiyorsa, gidip üstümü değiştiriyorum. Kıyafet-metre olarak kullanıyorum kendisini :P

Sen o çismeleri çıkart, yağmur yağıyo, ıslanabilir. (5 dakika sonra... - Iıııh, ben de topuklu çisme istiyorum)

Sen o eteği giyme, çünkü başka kızlar da o etekten giymek isteyebilir. (Ben okula giderken tütü giymek istediğinde böyle diyorum da, ona nispet yapıyor cadı!)


Sıvı hali
Babası hakkında konuşuyorduk, "I love daddy" dedi. Ben de seviyorum dedim sonra da ekledim:
"He is a nice guy, isn't he?" dedim.
Bizim YağcıSu cevabını yapıştırdı:
- "He is not a guy, he is a big big present for us"
Ah, ah, sen yok musun sen!

Ve gaz hali (uçuyor, hem de nasıl...)
- Ben büyüyünce baba olcam, Arthur uyurken Shera'yı kaçırıcam (Arthur Shera'nın kocası, Shera da pek hoş bir kadın).
- Aman dikkat et de Arthur uyurken kaçır, hehehe 
diye dalga geçtikten bir süre sonra sormak aklımıza geldi:
- Peki ne yapacaksın Shera'yla?
- (Ağzı kulaklarında) Birlikte ice-cream yaliycaz.
- Hımm... [iç ses: fantaziye bak, beyninin hangi bölgesinde üretiyor acaba bunları?]

* * *
Yine baba, yine pembe! Aslında hep mor giymek istiyor,  ama söylemde nedense hep pembe.
- Büyüyünce ne olacaksın?
- Baba olcam, T. gibi. Sakallarım olcak ama pembe. Pembeye boyiycam sakallarımı, babanın sakallarını da pembeye boyiycam. 
- E ben ne olucam, siz ikiniz öyle pembe sakallı gezerken?
- Hımm, senin de saçlarını boyarız pembeye...

Bu da hepsinin arasında durmak bilmeden gezinen yaramaz hali
Sandalyesinin altındaki kırıntıları toplamaya çalışırken müdahele geldi:
- Boşver anne, toplama o kırıntıları; bırak böcekler yesin.

Bir kere "dikkatli ye, dökersen, böcekler gelir kırıntılara" demiştim de bizimki meğersem bunu pozitif bir şey olarak algılamış, o gün bugündür kırıntı bırakmaya özen gösterir olmuş, sevgili böcek yetiştiricisi. Ben de bir süredir koltukta, yerde, or'da, bur'da gördüğüm kırıntıların nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum. Ah T.Su ah!

March 6, 2012

T-çanta

T.nin eskimiş lekeli bir t-shirtü vardı. Ne münasebet, yıkadık tabii ki, hem de kaç kere yıkadık ama çıkmadı lanet leke. Ama napalım, hayata farklı biçimlerde devam etmek varmış kaderde... İşte bu t-shirt de artık çanta olarak gezecek elimizde. Gerçi bir önceki konumundan biraz daha rahatsız bir durumda olacak ama ne yapalım, hayat!

Eveet gelelim, asıl konumuza: t-shirt'ten çanta yapımı. T-çanta ismi de buradan geliyor, bizim T.den değil :) Gerçi bizimkinden de olabilir, çünkü sağolsun, araştırmış bulmuş, önümüze getirdi; önce şuradaki di.ki.şs.iz çantayı yaptık.


Fakat tabii bu ipleri çözmek ve çıkarmak bizim keratanın 1 dakikasını bile almadığı için, ben sonradan alt kısmını, yani t-shirtün bel kısmını dikmeye karar verdim. Tek bildiğim 'pek-ileri-d.ik.iş-te.kn.iği' olan "çi.ft di.k.iş" yöntemi ile yarım saatte işlem tamamdı. Dikkat etmeniz gereken hiçbir şey yok. Şekildeki gibi kestikten sonra, ters çevirip bel kısmını dikiyorsunuz, o kadar!


Bu da bizim çanta. Lekesiz T-çanta :) Lekeli kısım kol tarafına yakın olduğu için biraz derin kesince gitti.


Ha bir de yanınızda bir minnak varsa, ayak bağı olmaması için önüne bilimum ip, düğme,... di.kiş kutunuzda ne varsa veriyorsunuz. Artık gerisi ona kalmış. Bizimki önce makaralarla oynadı, onları arkadaş yaptı, a benim arkadaşım yok, ben senin yanına gelebilir miyim diye konuşturup oynattı, ayrı gayrı duranları birleştirdi. Sonra şekil A'da görüldüğü üzere çengelli iğnelere düğmeleri geçirdi (sanırım bu noktada içine Madam Maria kaçmıştı, yoksa bu tarz bir olayla ev içerisinde daha önce hiç karşılaşmadı). Sonra, aldı, evirdi çevirdi, buna bir de ip bağlayalım, kolye olsun dedi, sonra salladı sarstı, baktı çıkır çıkır sesler geliyor, bu shaking neclace olsun dedi. Böylece hem takıp hem sallayabileceğimiz, hatta sallarken de sallayabileceğimiz kolyelerimiz oldu. Canım kuzum, birini bana yapmış, anasına, diğerini de best friend'im dediği Ana'sına. Bayılıyor böyle birilerine bir şey yapıp vermeye. 

                                      Şekil A                                                                    

* Bu arada harika bir blog daha açtı Cesur. Hala görmediyseniz hemen en yakındaki linke tıklayınız: Daha az tüketim için her güne bir fikir

** Cesur'un t-çanta tarifi için de buraya tıklayınız.