June 27, 2010
Emzirme Reformu
June 22, 2010
Emmek please! --çok perdeli oyun
Emzirmeyi cok seven bir anne varmis ve bu annenin emme delisi bir yavrusu. Bu yavru oyle cok seviyormus ki emmeyi, dakika basi emmek isteyip annesinin memelerini kapmak icin yapmadigini birakmiyormus. Anne kararliymis aslinda en az 2 yasina kadar emzirmeye ama bu tacizler cok cok artinca bir ara birakmaya karar vermis. “Emmek bitti” demis bir gun. Yavrucuk annesinin lafina oyle cok guveniyormus ki hemen kabul etmis, boynunu bukmus, memenin yanina gelip gelip “emmek, bitti emmek” diyormus. Anasinin yuregi yavruyu boyle boynu bukulmus gormeye dayanamamis ve cikarmis memeyi hoppadanak, verivermis agzina yavrunun. Ve fakat bu acima duygusu, dak’ka basi emmek isteyen bir emme delisinin, memeleri vantuzlamak usuluyle emmeye kalkismasiyla gercekten bir aciya donusunce, anne yine emzirme isini bitirmeye karar vermis. Yavru yine kabullenmis bu durumu, ne yapsin, anne oyle diyorsa haklidir herhalde demis. Annenin ici rahat degilmis aslinda. Okudugu arastirmalarda 2 yasina kadar emzirmenin kansere karsi koruyucu oldugu yaziyormus, ustelik cocuk doktoru olan babasi da 2 yasa kadar emzirmeyi oneriyormus. Ve ayrica “baby led weaning”i (bebegin inisiyatifinde emmeyi birakmayi) gonulden destekleyip yavrusunun vucudunun ihtiyaclarina gore hareket etmesi ve kendi kararlarini kendisinin vermesini istiyormus. Kafasi yine karmakarisikken, bir blog arkadasinin yazdigi yorumla tekrar vazgecmis emzirmeyi birakma kararindan. Baba, bunun yavruyu ambivalent yapacagini dusunuyormus ama yavru, Bogazici kedilerine donmus ve tanidik tanimadik herkesin memesini yoklayan, tuttugunu emen, arsiz mi arsiz bir tekir olup cikmis.
SAHNE 2:
Gece 1, 1:30, 2, 2:30, 3, 3:30, 4, ..... sulari
Yavru aglamaktadir: aneeaaa, emmek pliiiis, aneeaaaa, emmeeek......
BILMEM KACINCI PERDE:
BiRiNCi SAHNE:
YER: Istanbul (caddeler, sokaklar, belediye otobusu, taksiler, cafeler, ...)
YER: Istanbul (caddeler, sokaklar, belediye otobusu, taksiler, cafeler, ...)
YavruSu hedefe kitlenir ve annenin t-shirtunun bogaz kismina elini uzatir, t-shirtu bir hisimla asagi cekip memeleri disari cikarir. Anne hemen acilan goguslerini eliyle ortmeye calisir. Amerika’da yasadiklari eyalette emzirme yasagi olmadigi icin [evet malesef bazi eyaletlerde kamusal alanda emzirme yasagi var, bazilarinda 1 yasina kadar serbest] gizli emmeye alismamis olan yavrusu, annenin elini bir hisimla iter ve boylece annenin memeleri tum Istanbul’la, Istanbul da annenin memeleriyle tanismis olur. Memeyi beslenme aracindan farkli olarak goren gozler utansin diyerek kendini rahatlatmaya calisir anne, neyse ki herhangi bir tacize ugramaz.
SAHNE 2:
Varilan yerde annenin eski bir arkadasi: (aciyan gozlerle bakarak) E., bu hal ne boyle? Sen eskiden bakimli bir kadindin, kendine guzel bir t-shirt alsaydin bari!
Anne: Yok bu t-shirt yeni zaten, ustunden YavruSu gecti de...
Annenin arkadasi: ???!!!XX!!!X????
Annenin arkadasi: ???!!!XX!!!X????
SAHNE 3:
Anne: (bilmem kacinci emzirmenin bilmem kacinci dakikasinda harap ve bitap dusmus olarak bir umutla) Hadi iceri gidip biseyler icelim???
YavruSu: Hadi emelim
Anne: Of offf!
Anne: (bilmem kacinci emzirmenin bilmem kacinci dakikasinda harap ve bitap dusmus olarak bir umutla) Hadi iceri gidip biseyler icelim???
YavruSu: Hadi emelim
Anne: Of offf!
SAHNE 4:
Anne artik kararlidir, gece emzirmelerini kesecektir en azindan. Arkadasi Senem'in taktigini kullanarak kuzuyla bir konusma yapar ve artik ihtiyaclarinin degistigini, surekli annesinin sutunu emmesine gerek olmadigini, farkli besinler yiyebilecegini (ki bunlarin arasinda makarna oldugunu bile soyler koz olarak), bundan sonra geceleri guzel yemekler yiyip sabah gun dogdugunda kahvaltisini ettikten sonra emebilecegini soyler.
Anne artik kararlidir, gece emzirmelerini kesecektir en azindan. Arkadasi Senem'in taktigini kullanarak kuzuyla bir konusma yapar ve artik ihtiyaclarinin degistigini, surekli annesinin sutunu emmesine gerek olmadigini, farkli besinler yiyebilecegini (ki bunlarin arasinda makarna oldugunu bile soyler koz olarak), bundan sonra geceleri guzel yemekler yiyip sabah gun dogdugunda kahvaltisini ettikten sonra emebilecegini soyler.
YavruSu: (her zamanki gibi baslar) Emmek please, emmek please, emmek please*, ....
Anne: Gunes cikinca emziricem dedim ya annecim!
YavruSu: Aaaa (sasirmis gibi pencereyi isaret eder ve) gunes cikti, hadi emelim.
Anne: Nasil yani??? Disarisi zifiri karanlik ama... Yok yok boyle de cocugu yalana sevk ediyoruz, yine olmadi, of anam off :(
Anne: Gunes cikinca emziricem dedim ya annecim!
YavruSu: Aaaa (sasirmis gibi pencereyi isaret eder ve) gunes cikti, hadi emelim.
Anne: Nasil yani??? Disarisi zifiri karanlik ama... Yok yok boyle de cocugu yalana sevk ediyoruz, yine olmadi, of anam off :(
*Aslinda Turkce ve Ingilizceyi karistirmamaktadir ve fakat anne-babasi kreste ogrendigi kelimelerin Turkcesini ogretemez bazen, cunku yoktur Turkce'de tam karsiligi, ya da onlar kullanmazlar oyle (su lutfen, emmek lutfen) --insani tokatlarlar valla Turkiye'de :)
SAHNE 5:
Anne: (Aciyan memelerini kurtarmaya calisir) Annenin sutu bitti artik, biraz da inegin sutunden ic lutfen.
YavruSu: Yok ben emeyim.
Anne: ?!X?!?!?
Anne: (Aciyan memelerini kurtarmaya calisir) Annenin sutu bitti artik, biraz da inegin sutunden ic lutfen.
YavruSu: Yok ben emeyim.
Anne: ?!X?!?!?
SAHNE 6:
Banyoya beraber girilir, anneyi ciplak olarak goren YavruSu’nun gozleri yuvalarindan firlar, hedefe kitlenir ve ne yapip edip memelerden birini kapar. Bu arada anne caresiz onu yikamaya calismaktadir.
Anne: Hadi artik birak da yuzunu yikayayim.
YavruSu: (memeye el sallayarak) Bye meme!
Anne: Oh be!
Banyoya beraber girilir, anneyi ciplak olarak goren YavruSu’nun gozleri yuvalarindan firlar, hedefe kitlenir ve ne yapip edip memelerden birini kapar. Bu arada anne caresiz onu yikamaya calismaktadir.
Anne: Hadi artik birak da yuzunu yikayayim.
YavruSu: (memeye el sallayarak) Bye meme!
Anne: Oh be!
YavruSu: (sola donup) Simdiii, oteki emmeke :)))
Anne: Neee?!?!?!
SAHNE 7:
YavruSu, annenin pacalarina yapismistir yine. Anne kesin kararlidir artik emzirmemeye, cunku son 1 saat icinde 3 kere emzirmistir zaten. Bu sefer entersan bir sekilde "emmek please" diye tutturmaz ama. Annesinin bacaklarini oper; sonra “kucama aliim mi” diye kendini kucaga aldirir ve annesinin saclarini oksamaya baslar, “cici-tatli-guzel, cici-tatli-guzel” diye bir guzel sever saclarini ve hatta oper yanagini, burnunu, gozunu, sacini. Derken beklenen son gelir:
Basini bir anda yana atar, annesinin koluna yaslar, kafasini gogsune dogru cevirir, ayaklarini uzatir; kisaca kendisini, annesinin ‘emme pozisyonu’ dedigi konuma getirir ve t-shirtu acip memelere bakarken o ‘sihirli’ kelimeler agzindan dokuluverir:
YavruSu, annenin pacalarina yapismistir yine. Anne kesin kararlidir artik emzirmemeye, cunku son 1 saat icinde 3 kere emzirmistir zaten. Bu sefer entersan bir sekilde "emmek please" diye tutturmaz ama. Annesinin bacaklarini oper; sonra “kucama aliim mi” diye kendini kucaga aldirir ve annesinin saclarini oksamaya baslar, “cici-tatli-guzel, cici-tatli-guzel” diye bir guzel sever saclarini ve hatta oper yanagini, burnunu, gozunu, sacini. Derken beklenen son gelir:
Basini bir anda yana atar, annesinin koluna yaslar, kafasini gogsune dogru cevirir, ayaklarini uzatir; kisaca kendisini, annesinin ‘emme pozisyonu’ dedigi konuma getirir ve t-shirtu acip memelere bakarken o ‘sihirli’ kelimeler agzindan dokuluverir:
“Emmekler ne guselmis :)”
Bu kadar sevilmeye aylardir harap ve bitap dusmus, gogusleri aci icindeki anne bile dayanamaz ve yine yeniden sabaha kadar emzirir.
SAHNE 8:
Ertesi gece kabak yine babanin basina patlar. Ikinci kez baslama kararini hic desteklememistir aslinda baba. Muhtemelen basina gelecekleri tahmin etmistir. Anne bir onceki gece uykusuz kaldigi icin “tatlim biliyorsun ben uykusuzluga hic dayanamiyorum, bu gece sen git yanina, belki emmekten vazgecer” der ve arkasini donerken uyuyakalir.
Bu kadar sevilmeye aylardir harap ve bitap dusmus, gogusleri aci icindeki anne bile dayanamaz ve yine yeniden sabaha kadar emzirir.
SAHNE 8:
Ertesi gece kabak yine babanin basina patlar. Ikinci kez baslama kararini hic desteklememistir aslinda baba. Muhtemelen basina gelecekleri tahmin etmistir. Anne bir onceki gece uykusuz kaldigi icin “tatlim biliyorsun ben uykusuzluga hic dayanamiyorum, bu gece sen git yanina, belki emmekten vazgecer” der ve arkasini donerken uyuyakalir.
Gece 1, 1:30, 2, 2:30, 3, 3:30, 4, ..... sulari
Yavru aglamaktadir: aneeaaa, emmek pliiiis, aneeaaaa, emmeeek......
Anne tosur tosur uyumaktadir. Baba artik 8. kez uyanmis ve yavruyu bir turlu uyutamamis olduktan sonra bir care anneyi uyandirir
Baba: Tatlim acaba biberonla sut mu versek?
Anne: Ay valla ne yaparsan yap biliyorsun ben uykusuzluga hic dayanamiyorum.
Baba: Simdi anladim senin uyku sorununu nasil cozdugunu, gecen yil bloga yazdiginda pek anlayamamistim [burda kinaye var ;)]. Ah, ah, bir de ben cozebilsem....
Baba: Tatlim acaba biberonla sut mu versek?
Anne: Ay valla ne yaparsan yap biliyorsun ben uykusuzluga hic dayanamiyorum.
Baba: Simdi anladim senin uyku sorununu nasil cozdugunu, gecen yil bloga yazdiginda pek anlayamamistim [burda kinaye var ;)]. Ah, ah, bir de ben cozebilsem....
* * *
Işte bizim evin halleri bu aralar böyle. Türkiye'de daha bir artmıştı düşkünlüğü, daha ötesi var mıdır bunun diyordum, dönünce cevabımı aldım. Emziği 5 aylıkken, biberonu da 1 yaşındayken bırakmıştı, şu anda 18 aylık ve sanırım emmeyi hiç bırakamayacak. Şu aralar geçiş döneminde olduğunu varsayıyorum. Gerçi kreşe gayet iyi başladı, hiç sorun çıkarmamış, bütün gün bır bır bır Türkçe konuşup durmuş ama çok neşeliymiş. Evde de gayet iyi, ah bir de bu dakika başı emmekler olmasa. Aslında hala umutluyum, 2 yaşına kadar emzirmek istiyorum, hatta sonra da devam edebilirim ama bu işin bir ölçüsü olmalı sanıyorum. Günde 2-3 kez olsa iyi, hatta bir sabah, bir de akşam olsa tadından yenmez. Bilemiyorum nasıl olacak? Sizler nasıl yaptınız, önerileriniz neler? Yardım please :)
June 8, 2010
Haydi aynalar iş başına!
Geçen yazıda, iyelik ekleri olmadan yaşamak mümkün mü diye sormuştuk (burdaki çoğul eki, 'bilimcilikten' geliyor, annelikten değil :) Tabii ki yalnızca dili değiştirmekle değişmiyor hayat tarzı; bu ikisi birbirini karşılıklı olarak belirliyor. Şimdi biz mülkiyete dayalı sistemlerin işlediği bir dünyada, yavruya öğretmezsek iyelik eklerini, gidip milletin eşyalarını "ver biraz da ben kullanayım, benim sıram" derse, yer tokadı oturur aşağı valla. Dolayısıyla, bu iyelik ekleri biraz uç bir örnek olabilir şu anda. Ama mümkün olduğunda alternatifleri kullanmak, daha ziyade, öyle yaşamak önemli. Bir Dolap Kitap vasıtasıyla görmüştüm, parasız, alışverişsiz ve çöpsüz hayatı mümkün kılan insanları.
Bunun için çocukluktan başlayarak yapılabilecek şeyler var aslında. Şimdi Türkiye'de de yavaş yavaş yaygınlaşmaya başlamış olan çocuk kütüphaneleri, oyuncak kütüphaneleri çok güzel fırsatlar sunuyor. Yalnızca çocuğun oradan alacağı çeşit çeşit kitaplar ve oyuncaklar olarak görmemeli olayı. Ortak kullanmanın, paylaşmayı öğrenme, ortak kullanım alanlarına ve eşyalarına saygı duyma gibi yararları çokça olacaktır, eminim. Belki, böylelikle, parklarda rastaldığımız saldırgan-haşin çocuk tipolojilerinde bir azalma olur. Uzun vadede umumi yerleri kullanmak zorunda kaldığımız zamanlarda küfür etmekten kurtulabiliriz, ya da denizde gördüğümüz çöp sayısı azalır. Ne güzel olur :)
Bu kütüphanelerin hepsinde henüz okuma saati düzenlenmiyor. Bunun için, düzenli olarak kullananlar, gönüllü olup çocuklara ayda bir bile olsa birkaç kitap okuyabilirler. Böylelikle daha çok insan kütüphaneyi kullanır ve çocukların bir araya geleceği alternatif ortamlar kurulmuş olur. Çocuk kütüphaneleri ile ilgili daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki adresleri bir ziyaret ediniz:
http://www.cicicee.com/cocuk-rehber.aspx?kategoriId=2
http://www.kutuphaneleriseviyorum.org/?q=node/49
http://www.facebook.com/group.php?gid=415655274127&ref=ts
Bu da sizin için :)
http://www.kutuphaneleriseviyorum.org/
Alternatiflere gerçekten çok ihtiyaç var, giyim kuşamdan oyuncağa, kitaptan yiyeceğe... Her alanda alternatifler üretmeli. Malesef, biliminsanı demeye çekiniyor bazı insanlar, bilimin kendisi hala cinsiyetçilik içerince zor tabii. Hala "kız gibi, erkek gibi" diyebilen 'uzmanlar' (!) var. "Adam gibi ..." diye bir de bir laf var ki dışı bizi yakıyor, içi yine bizi. Siirt'te yaşananlar ne ilk ne de son. Ama çocuklarımıza öğrettiğimiz bu dili cinsiyetçilikten/şiddetten/ırkçılıktan/homofobiden/... ve her tür ayrımcılıktan arındırmak bizim elimizde. Ve tabii ki bu, yaşamda ürettiğimiz alternatiflerle mümkün. Zaten öyle yaşıyorsak, kız çocuğu - erkek çocuğu diye ayrım yapmıyorsak, farklı kültürlere, farklılıklara saygı duyuyorsak, partnerimizle herşeyi eşit olarak paylaşıyorsak, bu, dile de yansır mutlaka. Boşuna dememişler, "dil zihnin aynasıdır" ya da "you are what you say" ve saire diye. Tabii, aslında aynadan ötedir dil; çoğu zaman bizim yaşantımızı şekillendiren dilin kendisidir. Dolayısıyla aynanın kendisi de önemlidir. Belki de şekilden şekile giren, oyunlar oynayan bir aynamsıdır kendisi, kim bilir???
Geçen sene YavruSu'ya bir kitap almıştık, adı Vınnn (şu anda Türkiye'de yaşamadığımız için kütüphaneleri kullanamıyoruz malesef, bu sene aldıklarımızla birlikte bir servet oldu kitaplar). Herneyse, kitabı, bu sene inceleme fırsatı buldum ve bir kez daha alternatif metin yazarlığına ne kadar çok ihtiyaç duyduğumuzu gördüm. Metinde, herkesin ne kadar yoğun olduğu, bir şeylere yetişmek uğruna sevdiklerine vakit ayıramadığı anlatılıyor. Örnekler şöyle: anne evde çocuk bakıyor, ütü yapıyor, bu arada telefonla ilaç yazarken, sarma sarıyor (!); baba, iş toplantısında; abla, alışverişlere yetişmeye çalışıyor sürekli koşturuyor ama bir tek aynanın karşısında makyaj yaparken sakince durabiliyor (!); abi, savaş oyunlarında düşmanlarını öldürüyor!!! Yazık dedim, çok yazık, üstelik bu kitap satın aldığım web sitesinde hep olumlu yorumlar almış!
Başka bir örnek de Ay'a Yolculuk --ki bu kitap Vınn'ın cinsiyetçiliği yanında hiçbir şey. Kitabı çok sevdim aslında, Bir Dolap Kitap'ta gayet güzel bir tanıtım yazısı mevcut, rahatsız olduğum bir şey de yok. Sadece neden hep çocuğun bakımını üstlenen, banyosunu yaptıran, ona rasyonel olması gerektiğini hatırlatan anne oluyor da, babayla çocuk gibi davranıp hayal aleminde istediği gibi oyunlar oynayabiliyor çocuklar meselesini düşündürttü bana bu kitap. Pek tabii böyle yaşamayan anne-babalar da mevcut. Tek diyeceğim, artık bunları kitaplarda daha sık görebilsek ne güzel olur. Aslında kendi uydurduğumuz hikayelerden, şarkılardan başlayabiliriz alternatifleri oluşturmaya. Tabii bunun için önce aynaları kendi hayatlarımıza bir tutmalı, aynanın öteki yüzünden de bir bakmalı, hatta aynanın kendisini bile derin derin incelemeli...
Bunun için çocukluktan başlayarak yapılabilecek şeyler var aslında. Şimdi Türkiye'de de yavaş yavaş yaygınlaşmaya başlamış olan çocuk kütüphaneleri, oyuncak kütüphaneleri çok güzel fırsatlar sunuyor. Yalnızca çocuğun oradan alacağı çeşit çeşit kitaplar ve oyuncaklar olarak görmemeli olayı. Ortak kullanmanın, paylaşmayı öğrenme, ortak kullanım alanlarına ve eşyalarına saygı duyma gibi yararları çokça olacaktır, eminim. Belki, böylelikle, parklarda rastaldığımız saldırgan-haşin çocuk tipolojilerinde bir azalma olur. Uzun vadede umumi yerleri kullanmak zorunda kaldığımız zamanlarda küfür etmekten kurtulabiliriz, ya da denizde gördüğümüz çöp sayısı azalır. Ne güzel olur :)
Bu kütüphanelerin hepsinde henüz okuma saati düzenlenmiyor. Bunun için, düzenli olarak kullananlar, gönüllü olup çocuklara ayda bir bile olsa birkaç kitap okuyabilirler. Böylelikle daha çok insan kütüphaneyi kullanır ve çocukların bir araya geleceği alternatif ortamlar kurulmuş olur. Çocuk kütüphaneleri ile ilgili daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki adresleri bir ziyaret ediniz:
http://www.cicicee.com/cocuk-rehber.aspx?kategoriId=2
http://www.kutuphaneleriseviyorum.org/?q=node/49
http://www.facebook.com/group.php?gid=415655274127&ref=ts
Bu da sizin için :)
http://www.kutuphaneleriseviyorum.org/
Alternatiflere gerçekten çok ihtiyaç var, giyim kuşamdan oyuncağa, kitaptan yiyeceğe... Her alanda alternatifler üretmeli. Malesef, biliminsanı demeye çekiniyor bazı insanlar, bilimin kendisi hala cinsiyetçilik içerince zor tabii. Hala "kız gibi, erkek gibi" diyebilen 'uzmanlar' (!) var. "Adam gibi ..." diye bir de bir laf var ki dışı bizi yakıyor, içi yine bizi. Siirt'te yaşananlar ne ilk ne de son. Ama çocuklarımıza öğrettiğimiz bu dili cinsiyetçilikten/şiddetten/ırkçılıktan/homofobiden/... ve her tür ayrımcılıktan arındırmak bizim elimizde. Ve tabii ki bu, yaşamda ürettiğimiz alternatiflerle mümkün. Zaten öyle yaşıyorsak, kız çocuğu - erkek çocuğu diye ayrım yapmıyorsak, farklı kültürlere, farklılıklara saygı duyuyorsak, partnerimizle herşeyi eşit olarak paylaşıyorsak, bu, dile de yansır mutlaka. Boşuna dememişler, "dil zihnin aynasıdır" ya da "you are what you say" ve saire diye. Tabii, aslında aynadan ötedir dil; çoğu zaman bizim yaşantımızı şekillendiren dilin kendisidir. Dolayısıyla aynanın kendisi de önemlidir. Belki de şekilden şekile giren, oyunlar oynayan bir aynamsıdır kendisi, kim bilir???
Geçen sene YavruSu'ya bir kitap almıştık, adı Vınnn (şu anda Türkiye'de yaşamadığımız için kütüphaneleri kullanamıyoruz malesef, bu sene aldıklarımızla birlikte bir servet oldu kitaplar). Herneyse, kitabı, bu sene inceleme fırsatı buldum ve bir kez daha alternatif metin yazarlığına ne kadar çok ihtiyaç duyduğumuzu gördüm. Metinde, herkesin ne kadar yoğun olduğu, bir şeylere yetişmek uğruna sevdiklerine vakit ayıramadığı anlatılıyor. Örnekler şöyle: anne evde çocuk bakıyor, ütü yapıyor, bu arada telefonla ilaç yazarken, sarma sarıyor (!); baba, iş toplantısında; abla, alışverişlere yetişmeye çalışıyor sürekli koşturuyor ama bir tek aynanın karşısında makyaj yaparken sakince durabiliyor (!); abi, savaş oyunlarında düşmanlarını öldürüyor!!! Yazık dedim, çok yazık, üstelik bu kitap satın aldığım web sitesinde hep olumlu yorumlar almış!
Başka bir örnek de Ay'a Yolculuk --ki bu kitap Vınn'ın cinsiyetçiliği yanında hiçbir şey. Kitabı çok sevdim aslında, Bir Dolap Kitap'ta gayet güzel bir tanıtım yazısı mevcut, rahatsız olduğum bir şey de yok. Sadece neden hep çocuğun bakımını üstlenen, banyosunu yaptıran, ona rasyonel olması gerektiğini hatırlatan anne oluyor da, babayla çocuk gibi davranıp hayal aleminde istediği gibi oyunlar oynayabiliyor çocuklar meselesini düşündürttü bana bu kitap. Pek tabii böyle yaşamayan anne-babalar da mevcut. Tek diyeceğim, artık bunları kitaplarda daha sık görebilsek ne güzel olur. Aslında kendi uydurduğumuz hikayelerden, şarkılardan başlayabiliriz alternatifleri oluşturmaya. Tabii bunun için önce aynaları kendi hayatlarımıza bir tutmalı, aynanın öteki yüzünden de bir bakmalı, hatta aynanın kendisini bile derin derin incelemeli...
May 28, 2010
Freedom's just another word for nothing left to lose
Sevgili Günlük,
Bir süredir yazamıyordum. Türkiye'de vakit öyle hızlı geçiyor ki, tatilimizin yarısı bitmiş bile. Sadece 3 haftamız kaldı :( YavruSu ile burda çok mutluyuz, tüm gün birlikte, sürekli oyunlar, şarkılar, gezmeler, sevgi dolu yeni insanlar... Hülya ve Tuna, Babayız Biz ekibi ve daha bir sürü güzel insanla tanıştık. Burda maruz kaldığı yoğun ilgiden sonra kreşe tekrar başladığında sanırım biraz zorluk çekecek. Yine 1-2 saatle başlayıp yavaş yavaş artırmak gerekecek kaldığı süreyi. Gerçi bu sabah yine kreş arkadaşlarının isimlerini sayıp hayali olarak onları çağırdı: "Emily, come here, gel gel!", sonra sırayla Anton, Ryan,... Ordan başka arkadaşlara bağlandı, Sasha, Lara ve Lara'nın annesi (Y)eşim. Onlar Bloomington'dan ayrıldılar, YavruSu'nun en sevdiği arkadaşıydı, öyle ki kendi ismini öğrenmeye çalıştığı zamanlarda önce bir süre kendisine Lara dedi; ne zaman Lara'yla görüşsek 2 gün boyunca adını sayıklıyordu, dün birden yine aklına geldi, yüzüne bir tebessüm yayıldı, sonra da biraz hüzünlendi sanki. Sanırım Lara'yı epey özledi. Biz de çok özleyeceğiz Yeşimleri...
Şu anda Çeşme'deyiz, kimsecikler yok. Hava, su, tertemiz. Bütün gün koşturuyor yavru, 3 kişi zor yetişiyoruz enerjisine. Zaten 2 yaşındaki bir çocuğun bir günde yaptığı hareketleri bir atlet yapamıyormuş. Bizimki daha 17 aylık, demek ki 7 ay sonra vay halimize!
Bu akşam yemekte babası pırasa yedirmeye çalışırken kucağından fırlayıp kaçarak "nenem nenem" diye annemin kucağına attı kendisini. Alt metinde şikayet var tabii, bunlar bana nasıl böyle bir yemeği yedirmeye çalışırlar :) oysa uzun süredir hiç böye lezzetli pırasa yememiştim, Amerikadakilerin onda biri kadar incelikte, körpecik, tazecik, mini mini, güzel sebze :)
Dönüşte hep birlikte zorlanacağız besbelli. Keşke Avrupa'da olsaymışız; annem diyor ki o zaman 2-3 ayda bir gelirdim. Gerçi annem ayrı kalmaya dayanamayacak sanırım, maruz kaldığı yoğun YavruSu bıcırdamaları yüzünden belki kışın 1 aylığına gelecek ve bizi çok mutlu edecek :) Annem sağolsun sayesinde geceleri deliksiz uyuyoruz, hatta 17 ay sonra ilk kez gece dışarı bile çıktık ;) Yaşa annem, yaşasın anneler! Çalıştığı için annem kadar aktif olmasa da babam da çok ilgileniyor YavruSu'yla. Sürekli arıyor; artık telefonda sohbet etmeye başladı YavruSu da, "alo, dedem, meaba". Burdayken babam da altını değiştiriyor, oyunlar oynuyor, şarkılar söylüyor, kitap okuyor, uyutuyor. Ama malesef Pazar günü hariç sabah 9 - akşam 9 çalışıyor. Dedemizi çok özlüyoruz. Anneanneler, dedeler bir taneler :)))
Sonra, bıcır bıcır konuşuyor bebiş. Burda Türkçesi epey ilerledi, 2-3 kelimeli cümleler kurmaya başladı. Dil gelişimi tahmin ettiğim sırayla ilerliyor. Önce isimler geldi, sonra fiiller, fiil çekimleri ve zamirlerle edatlar; bu son ikisi, hemen hemen aynı zamanda. "Anne gibi" diyor, uzun düz saçlı kadınlara; "makarna gibi" mantıya ve "DoDo" gibi köpek yavrusuna. Yavru da gerçekten çok benziyor DoDo'suna.
Sıfatları ve zarfları bekliyorum sırada. Durum zarfları, zaman zarfları, soru zarfları, miktar zarfları, yön zarfları ... böyle on bin çeşit zarf vardı ya, neydi o kabus günler :) Hala öğretiyorlar mı acaba çocuklara bunları? Ben üniversite sınavından sonra silmişim. Neyse ki bebekler bu şekilde öğrenmek zorunda değil.
Ünlü dilbilimci Chomsky'nin dediğine göre "evrensel dilbilgisi" diye bir şey var. Bu konuda fazla bir okumuşluğum yok, çok ilginç bir alan aslında, merak içerisindeyim. Eğer sizin de ilginiz varsa, Chomsky'nin BGST Yayınlarından çıkan pek çok kitabı var. Bilgi Sorunları ve Dil kitabı bunlardan biri. Orda, bu konuyla ilgili şöyle diyor Chomsky:
"Evrensel dilbilgisi kalıtım yoluyla aktarılan, doğuştan gelen genetik bir yetenektir; insan dilinin değişmeyen ve öğrenilmeden bilinen özelliklerini içerir. Dolayısıyla dil, deneyim yoluyla öğrenilen bir şey değil de deneyimi düzenlemenin bir yoludur."İşte bu noktada bir süredir kafamı kurcalayan soru geliyor. İyelik ekleri olmadan yaşamak mümkün mü? Dilin parametrelerini değiştirdiğimizde özgürlük de beraberinde gelir mi? E ne de olsa Janis Joplin'in çok sevdiğim şu şarkısında dediği gibi, freedom's just another word for nothing left to lose!" (özgürlük kaybedecek hiçbir şeyinin olmamasıdır). Yani diyeceğim o ki, -ın, -in, -un, -ün'leri hayatımızdan kaldırmak mümkün mü? Çünkü bunlar olmazsa, sahiplik de olmaz, tümevarım yöntemiyle, özgürlüğe varırız belki :)
İşte YavruSu'nun bu aralar meşgul olduğu şeylerden biri de bu, dolayısıyla benim de ilgi alanımda. "Bu babanın, bu annenin, bu benim, vs." diye ayrıştırma işlemine başladı. Böyle bir şey söylediğinde, bu annenin değil diyorum, dünyanın, sırayla kullanıyoruz, şimdi sıra bende, yarın kimbilir kimde. Yiyecek, içecek gibi şeylerse söz konusu olan, hepimizin diyorum, paylaşıyoruz. Ursula K. LeGuin'in Mülksüzler kitabında okuduğum bir sahne geliyor gözüme. "Yemek için teşekkür etmene gerek yok" diyordu, "bu yemeği hep birlikte paylaşacağız". Çok etkilenmiştim o zaman.
Türkiye'de fazla yok ama Amerika'da acayip bir bireyselleşme ve aşırı bir kibarlık var ki bazen insanın deli olmaması işten bile olmuyor. Örneğin, insanların bireysel alanına girmeniz kesinlikle hoş karşılanmıyor, olur da karşınızdaki sizi anlamazsa, Türkiye'de yaptığınız gibi refleks olarak kulağına doğru eğilirseniz, aynı anda karşınızdaki insanın refleks olarak geri sıçradığını görebilirsiniz. Marketlerde uzaklarından geçerken bile "excuse me" demeniz icabediyor. Sanırım Türkiye'de zaten mümkün olamayacak bir uygulama; çünkü bu alan, birey merkezli, 1 m yarıçaplı çemberden oluşuyor ki burda bu kadar alanın (pi m^2), kişi başına düşmesi pek imkanlı değil gibi.
Şaka bir yana, mal mülkün olmadığı toplumlarda iyelik eki ve benzeri de yoktur herhalde. Yaşam tarzımız kullandığımız dili, kullandığımız dil de yaşam tarzımızı belirliyor. YavruSu'nun ilk doğum gününde arkadaşlarımızdan bir şey almamalarını rica etmiştik ve bu konuda gerçekten çok samimiydik, onlar aldılar gerçi. Oysa bize göre, bizimle, insanlarla, doğayla geçirdiği vakit, müzik ve kitaplar yeterdi. Oyuncak olarak da evdeki 3-5 oyuncak, kreşte ortak kullandıkları oyuncaklar, kütüphaneden haftada bir ödünç aldığımız oyuncaklar ve kitaplar yeter de artardı bile. Zaten oyuncaktan çok bizimle oynadığı oyunlarla, bizimle kurduğu etkileşimlerle daha çok ilgiliydi. Daha sonra ya da Türkiye'ye dönünce nasıl olacak bilemiyorum ama hala öyle. Neyse, bu konular derin konular, aslında daha ayrıntılı yazmak gerekir, şimdi yavru öğlen uykusundan uyandı, beni bekler; öpülmek ve koklanmak ister :)))
May 7, 2010
Biz geldik :)
Merhaba ben Su, nam-i diger YavruSu.
Sizlere bu satirlari turkiye diye bi yerden yaziyorum. Coook uzun bi yoldan geldik buraya, ucaklara bindik, arabalara bindik, gittik gittik gittik ve 30 saat sonra Mufa dedemin Adana’daki evine geldik. Yolun basinda biraz huysuzlandim, hatta benim yuzumden 2 saat gec ciktik ama sonradan hosuma gitti, cunku once Mert dayimi gordum, sonra da bir suru yeni insan --bizimle ayni ucaga binmislerdi. Hepsine tek tek el sallayip “hay” dedim, sonra hostes ablalarin ve abilerin kucaklarindan hic inmedim. Onlar bana ne istersem verdiler. Cok iyi insanlarmis. Yalniz bi de basinet diye bisey verdiler, o hic hosuma gitmedi. Annemin uzerinde uyumak varken, neden o daracik yerde tek basima yatayim ki. Annem garip tepkiler verdi; gecen hafta ne guzel babamin kucagindan inmemisim, bula bula bu yolculugu mu bulmusum anne askina geri donmek icin, zaten onda sans olsaymis falan filan diye soylendi biraz ama sonra sizdi hemen, gunlerdir uykusuzmus cunku, finalleri varmis. Babama da soz vermisti, turkiyeye gidince benimle ilgilenmek icin ama hala bitiremedi finalini, Cuma sonmus neyse de babam da biraz calisabilecekmis sonunda.
Annem yol konusunda sinifta kaldiklarini soyledi --- pek salaklarmis, hatta bi grup varmis Nurturia'da Hulya teyzemin kurdugu, Anne Salakliklari diye, oraya da yazacakmis bunu. Efendim soyle ki, onumuzdeki 3 yil boyunca izleyebilecegim kadar cocuk sarkisi klipleri yuklemis bizimkiler sagolsunlar lapbatlara, ama temel ihtiyaclarimizla ilgili hicbir hazirlik yapmamislar. Ne bir yiyecek, ne yeterli sayida bez. Biraz agladim da yolda markete ugrayip meyve falan aldilar, cerealimla yedim neyse sonra birazcik uyudum. Annemin dedigine gore epey zor bir yolculuk olmus, oysa ben yolculugun tadini cikarmak icin uyanip durdum, insanlari goreyim, ucagi taniyayim istedim. Kitaplarda gordugum adam, kadin, cocuk ve bebekleri gordum, surekli isaret edip annemlere gosterdim. Neden oldugunu anlamadim ama annem kizardi bozardi biraz, e o da isaret edip gosteriyordu bana kitaplarda, bak bu kadin, bu adam diye. Megersem onlara abla-abi demem gerekiyormus ya da teyze-amca, bir de parmagimla gostermemem; haydaaa dedim ben de, e kitapta farkli, ucakta farkli olur mu, nasil is bu anlamadim. Neyse herseye ragmen guzeldi benim icin. Annemler sukretti aglamadigim icin. Baska bebekler cok agladilar, yanimizdaki kadin cok kizdi onlara, halbuki bir dertleri vardi onlarin, yoksa durduk yere neden aglar bebekler. Annemler de uzuldu bu duruma, bir suredir cok alismislardi yargisiz topluma. Onu da ilk gittileri zaman elestiriyorlarmis gerci biraz fazla mi vurdumduymaz, asiri mi kibar diye ya, belli olmuyor iste bu insanlarin sagi solu, sanirim yine de hos degildi ucaktaki teyzenin tavri. Bir de Adana ucagina giderken bir kadin oturdu yanimiza, annemin soyledigine gore elindeki cantanin icinde bebek varmis, nasil sakladilarsa ben bebek falan goremedim valla, daha cok battaniye ve yun hirkalar vardi. Baktikca ben terledim t-shirtumu bile cikarmak istedim, umarim cocuga bisey olmamistir orda. Bir de kadin anneme dert yandi durdu, kocasi yetmiyor senin sutun diyomus. Annem 2 dakikalık yol boyunca bunlari anlatmasina cok sasirdi, biraz da kizdi o adama soylendi. Kadinla biseyler konustu, sonra kadin gulmeye basladi. Siz kimseye bakmayin bu konuda, biz bebekler cok iyi ayarlariz, ihtiyacimiz kadar sut gelir annelerimizden, ona gore emeriz biz cunku. Hulya teyzemin soyledigine gore mafyaymis bunlar turkiyede, anneleri sutun yetmiyor diye bunalima sokuyorlarmis.
Neyse, Mufa dedemin evine geldik, cok guzel bir ev, kocaman --aslinda annemin dedigine gore Adana standartlarina gore kucukmus ama bence gayet buyuk, hem bizim evin en az iki kati! Karistiracak o kadar cok yer var ki hangi birine kossam bilemiyorum. Topraklari mi yerlere sacsam, yaglari mi doksem, koltuklara mi tirmansam, sus ciceklerini mi koparsam, sasirdim kaldim vallahi. Annem bazi seyleri kaldirdi hemen. Ne gusel Mufa dedem hic karismiyodu oysa. Guya kirilacak esyalar varmis, kirilacaklarsa kirilsinlar iste, adi ustunde kirilacak, ama elimi kesermis falan. Neyse, bu Mufa dedem seker gibi bi adam, sabah kalkar kalkmaz, Mufa dede diye yanina kosuyorum, gece bazen kalkip onu cagiriyorum ama o hor pis yapiyo.
Bu gece de yine kalktim, neyse ki tam annemle babam yatmak uzereydi de yakaladim onlari. Babamin pek uykusu yoktu zaten; ben de 4,5’a kadar ona eslik ettim, bir eglendik bir eglendik; sarkilar soyledik, oyunlar oynadik, sonra burda televizyon diye bisey varmis, icinde bir suru hayvan vardi, ben onlari babama gosterdim, isimlerini ogrettim. Sonra da cok gusel yemekler yedik ve yattik. Jetlag mi ne olmusuz, turkiyenin aydedesiyle gunesi farkli zamanlarda cikiyomus, o yuzden uyumamiz gerekiyomus, ama ben gunesi hep goruyodum zaten, aydedeyi de gormek istiyodum hemen uykum geliyodu, burda hic gelmedi, bi suru lamba gordum gokyuzunde, isik yaniyodu onlari izledim, cok sevindim. Annem fosur fosur uyuyordu. Ona jetlag neyin islememis, saglam kadinmis vesselam.
Bugun bir de parka gittik babam ve dedemle birlikte. Annemin kil tuy isleri varmis; turkiye, bu islerin anayurduymus. Annem, iyi oldu buraya geldigimiz dedi, yoksa babam balta alacakmis. Halbuki ne kadar yanlis, babam kendi bacaklarina bakmali once, onun ormanlari da anneminkilerle kapisiyor ama.
Biz parka giderken, yolda bir suru insan vardi. Babam dedi ki, bu yol boyunca gordugum insan sayisi bloomingtonda 1 ayda gordugum insan sayisindan cokmus. Ben de sasirdim vallahi. Bir de burdaki insanlar tanidik tanimadik hemen kucaklarina aliyorlar, sonra da sapur supur opuyorlar beni. Orda uzaktan bakip uzata uzata “aaah, she is adorable” gibi laflar soyleyip geciyorlardi. Annem duyunca biraz kizdi gerci, hemen her yerimi yikadi ama ben cok sevdim bu kiss (opucuk) olayini. Bir de bugun ilk kez sahneye cikip dans ettim ve ilk cicegimi aldim. Sokagin ortasina sahne kurmuslar, bi adam da gitar caliyodu, bilirsiniz hic dayanamam gitarin sesine, annemin karninda bile oynardim; ativerdim kendimi sahneye, bir oynadim, bir oynadim, bi adam geldi ve rengarenk guller verdi bana; annem dedi ki keske bu cicekleri koparmasaymis, solacaklarmis simdi, ben de uzuldum, kokmayacaklar bi daha diye, oysa daha yeni kesfetmistim bu koklama duyumu; sonra ogrendim ki cicek dalindayken hic bitmiyormus kokusu. O yuzden siz lutfen anneler gununde annenize cicek almayin kardesler, olur mu? Onun yerine Acalya teyzemin, Sari Cizmeli teyzemin ve diger teyzelerimin amcalarimin yaptigi gibi yapin lutfen. Nehir arkadasima gonderin o paralari, cunku onun cok ihtiyaci var. Biz onunla ameliyattan sonra oynayacagiz birlikte.
Bu turkiyenin baska guzel bir tarafi da goflet, bunu da Nehir arkadasimla paylasmak istiyorum o hastaneden gelince. Zaten dedem ben gelicem diye bir suru almis. Inanamadim yiyince, annemler nasil saklamislar bu lezzeti benden bunca aydir diye. Annem dedi ki bloomington’da yokmus bundan. Ben de inandim tabii ona, ders olsun bi daha yalan soylemesin diye bugun baska yemek yemedim ki karnimda ikincisi icin yer kalsin, neyse ki halamlarda da varmis, onlar da verdiler hemen, bi guzel onu da yedim. Oooh gidene kadar hep goflet yiycem artik. Annem hem pisman oldu, hem de cok kizdi dedemlere o kadar cok yedim diye ama o kendisine baksin, ben yatinca dedemin bana aldigi antep fistikli cikolatalari mideye indirmesini biliyo. Ben de zaten annemler ne yaparsa onu yapmayi seviyorum. Mesela onlar kendi yemeklerini kendileri yiyo ya, ben de kasigimi, corba bile olsa kesinlikle vermiyorum ki onlar gibi kendi basima yiyebileyim. Etraf dedikleri sey cok batiyomus ama sahsen beni hic ilgilendirmiyor, hatta sevmedigim bisey oldu mu, cikartip ativeriyorum o etrafa, bizimkiler bunun icin birseyler deyip duruyorlar ya anlarim herhalde yakinda.
Burdaki yemekler guzelmis gerci, manti diye bisey yedim -Adana'da tatar corbasi diyorlarmis, babamin kuzeni Ayse halam sagolsun, ilk kez bi yemekten bu kadar cok yedim, ama biraz fazla kacirmisim malesef, arkadan gelen herkesin bayila bayila yedigi icli kofteyle sarmaya yer kalmadi, neyse artik onlari da annemin sutunden alirim. Annem surekli “gitmeden sunu da yiyelim, bunu da yiyelim” diye garip garip isimler soyleyip duruyo, cennete gelmisiz, cok guzelmis burasi. Ama kilo alacakmisiz. Benim icin iyi olabilir de annemin gobegi ilk kez bu kadar one gecti, emmem zorlasacak diye korkuyorum. Zaten Acalya teyze sayesinde zor kurtardim memeyi. Hulya teyzem mafya demis ama sagolsun, onun sayesinde annem birakmaktan vazgecti. Hulya teyze, annemi de feminist mafya bellemis, kendileriyle tanismayi cok istiyorum, turkiyede yasiyormus onlar da. Bir de baska blogcu anneler de varmis, annem hepsini cok merak ediyor, hepsiyle gorusmek istiyormus ama bazilari uzaktaymis malesef, keske onlar da Izmir'e ve Istanbul'a gelseler. Ben hepsinin cocuklariyla oynamak istiyorum cunku. Bu turkiye ne guzelmis ya, keske hep burda kalsak.
Bir de burda televizyon diye bisey var. Her yerde var ve genelde hep acik duruyor, dedem bakmasa da oyle seviyomus mesela, halamlar da dizi diye bisey izliyorlarmis onun icinde. Annem de izledi bu gece onlarla birlikte, Bihter mi Behlul mu oyle birileri garip garip isler yapmislar ben hic anlamadim valla. Zaten pek ilgimi cekmedi bu kutu, bi’tek hayvanlara baktim bi de reklam diye bisey var, onun muzigini cok sevdim, duydum mu dayanamiyorum, basliyorum popomu sallamaya. Ama hemencecik bitiyo, dedem de yenilerini ariyo buluyo benim icin sagolsun. Ozgur teyze dediydi zararli 3 yasina kadar, izletmeyin diye ama burda birazcik izleyecegim galiba. Neyse, annem herseyin azi karar cogu zarar der ama siz yine de Ozgur teyzemin yazdigi yaziyi okuyun mutlaka. Bizim de Bloomingtonda yok zaten televizyonumuz. Orda gece yatmadan once birkac tane muzik videosu izliyorum bilgisayardan o kadar —o da cocuklar icin olanlarindan. Siz de dinlemek isterseniz, yan tarafta benim favori sarkilarim var, annem playlist yapmis yutubtan ama burda acilmiyormus malesef, internet baglantisi rahatladigi zaman bu sorunu halledecekmis.
Simdi gitmem lazim, sokaklar parklar insanlar beni bekliyor, bir de esas akraba dedikleri insanlar var ki, bloomingtona da goturmeyi planliyorum birkacini. Annem boyle olmuyor, bu kiz buyumeden donmemiz gerekiyor diyor ama onun icin de cok calismalari gerekiyormus. Ama onu da beni daha cok gormek istedigi icin istemiyor ve boyle surekli ikilemler yasayip duruyormus. Neyse ki tatil diye bisey var, boyle cok mutluyuz...
Sizlere bu satirlari turkiye diye bi yerden yaziyorum. Coook uzun bi yoldan geldik buraya, ucaklara bindik, arabalara bindik, gittik gittik gittik ve 30 saat sonra Mufa dedemin Adana’daki evine geldik. Yolun basinda biraz huysuzlandim, hatta benim yuzumden 2 saat gec ciktik ama sonradan hosuma gitti, cunku once Mert dayimi gordum, sonra da bir suru yeni insan --bizimle ayni ucaga binmislerdi. Hepsine tek tek el sallayip “hay” dedim, sonra hostes ablalarin ve abilerin kucaklarindan hic inmedim. Onlar bana ne istersem verdiler. Cok iyi insanlarmis. Yalniz bi de basinet diye bisey verdiler, o hic hosuma gitmedi. Annemin uzerinde uyumak varken, neden o daracik yerde tek basima yatayim ki. Annem garip tepkiler verdi; gecen hafta ne guzel babamin kucagindan inmemisim, bula bula bu yolculugu mu bulmusum anne askina geri donmek icin, zaten onda sans olsaymis falan filan diye soylendi biraz ama sonra sizdi hemen, gunlerdir uykusuzmus cunku, finalleri varmis. Babama da soz vermisti, turkiyeye gidince benimle ilgilenmek icin ama hala bitiremedi finalini, Cuma sonmus neyse de babam da biraz calisabilecekmis sonunda.
Annem yol konusunda sinifta kaldiklarini soyledi --- pek salaklarmis, hatta bi grup varmis Nurturia'da Hulya teyzemin kurdugu, Anne Salakliklari diye, oraya da yazacakmis bunu. Efendim soyle ki, onumuzdeki 3 yil boyunca izleyebilecegim kadar cocuk sarkisi klipleri yuklemis bizimkiler sagolsunlar lapbatlara, ama temel ihtiyaclarimizla ilgili hicbir hazirlik yapmamislar. Ne bir yiyecek, ne yeterli sayida bez. Biraz agladim da yolda markete ugrayip meyve falan aldilar, cerealimla yedim neyse sonra birazcik uyudum. Annemin dedigine gore epey zor bir yolculuk olmus, oysa ben yolculugun tadini cikarmak icin uyanip durdum, insanlari goreyim, ucagi taniyayim istedim. Kitaplarda gordugum adam, kadin, cocuk ve bebekleri gordum, surekli isaret edip annemlere gosterdim. Neden oldugunu anlamadim ama annem kizardi bozardi biraz, e o da isaret edip gosteriyordu bana kitaplarda, bak bu kadin, bu adam diye. Megersem onlara abla-abi demem gerekiyormus ya da teyze-amca, bir de parmagimla gostermemem; haydaaa dedim ben de, e kitapta farkli, ucakta farkli olur mu, nasil is bu anlamadim. Neyse herseye ragmen guzeldi benim icin. Annemler sukretti aglamadigim icin. Baska bebekler cok agladilar, yanimizdaki kadin cok kizdi onlara, halbuki bir dertleri vardi onlarin, yoksa durduk yere neden aglar bebekler. Annemler de uzuldu bu duruma, bir suredir cok alismislardi yargisiz topluma. Onu da ilk gittileri zaman elestiriyorlarmis gerci biraz fazla mi vurdumduymaz, asiri mi kibar diye ya, belli olmuyor iste bu insanlarin sagi solu, sanirim yine de hos degildi ucaktaki teyzenin tavri. Bir de Adana ucagina giderken bir kadin oturdu yanimiza, annemin soyledigine gore elindeki cantanin icinde bebek varmis, nasil sakladilarsa ben bebek falan goremedim valla, daha cok battaniye ve yun hirkalar vardi. Baktikca ben terledim t-shirtumu bile cikarmak istedim, umarim cocuga bisey olmamistir orda. Bir de kadin anneme dert yandi durdu, kocasi yetmiyor senin sutun diyomus. Annem 2 dakikalık yol boyunca bunlari anlatmasina cok sasirdi, biraz da kizdi o adama soylendi. Kadinla biseyler konustu, sonra kadin gulmeye basladi. Siz kimseye bakmayin bu konuda, biz bebekler cok iyi ayarlariz, ihtiyacimiz kadar sut gelir annelerimizden, ona gore emeriz biz cunku. Hulya teyzemin soyledigine gore mafyaymis bunlar turkiyede, anneleri sutun yetmiyor diye bunalima sokuyorlarmis.
Neyse, Mufa dedemin evine geldik, cok guzel bir ev, kocaman --aslinda annemin dedigine gore Adana standartlarina gore kucukmus ama bence gayet buyuk, hem bizim evin en az iki kati! Karistiracak o kadar cok yer var ki hangi birine kossam bilemiyorum. Topraklari mi yerlere sacsam, yaglari mi doksem, koltuklara mi tirmansam, sus ciceklerini mi koparsam, sasirdim kaldim vallahi. Annem bazi seyleri kaldirdi hemen. Ne gusel Mufa dedem hic karismiyodu oysa. Guya kirilacak esyalar varmis, kirilacaklarsa kirilsinlar iste, adi ustunde kirilacak, ama elimi kesermis falan. Neyse, bu Mufa dedem seker gibi bi adam, sabah kalkar kalkmaz, Mufa dede diye yanina kosuyorum, gece bazen kalkip onu cagiriyorum ama o hor pis yapiyo.
Bu gece de yine kalktim, neyse ki tam annemle babam yatmak uzereydi de yakaladim onlari. Babamin pek uykusu yoktu zaten; ben de 4,5’a kadar ona eslik ettim, bir eglendik bir eglendik; sarkilar soyledik, oyunlar oynadik, sonra burda televizyon diye bisey varmis, icinde bir suru hayvan vardi, ben onlari babama gosterdim, isimlerini ogrettim. Sonra da cok gusel yemekler yedik ve yattik. Jetlag mi ne olmusuz, turkiyenin aydedesiyle gunesi farkli zamanlarda cikiyomus, o yuzden uyumamiz gerekiyomus, ama ben gunesi hep goruyodum zaten, aydedeyi de gormek istiyodum hemen uykum geliyodu, burda hic gelmedi, bi suru lamba gordum gokyuzunde, isik yaniyodu onlari izledim, cok sevindim. Annem fosur fosur uyuyordu. Ona jetlag neyin islememis, saglam kadinmis vesselam.
Bugun bir de parka gittik babam ve dedemle birlikte. Annemin kil tuy isleri varmis; turkiye, bu islerin anayurduymus. Annem, iyi oldu buraya geldigimiz dedi, yoksa babam balta alacakmis. Halbuki ne kadar yanlis, babam kendi bacaklarina bakmali once, onun ormanlari da anneminkilerle kapisiyor ama.
Biz parka giderken, yolda bir suru insan vardi. Babam dedi ki, bu yol boyunca gordugum insan sayisi bloomingtonda 1 ayda gordugum insan sayisindan cokmus. Ben de sasirdim vallahi. Bir de burdaki insanlar tanidik tanimadik hemen kucaklarina aliyorlar, sonra da sapur supur opuyorlar beni. Orda uzaktan bakip uzata uzata “aaah, she is adorable” gibi laflar soyleyip geciyorlardi. Annem duyunca biraz kizdi gerci, hemen her yerimi yikadi ama ben cok sevdim bu kiss (opucuk) olayini. Bir de bugun ilk kez sahneye cikip dans ettim ve ilk cicegimi aldim. Sokagin ortasina sahne kurmuslar, bi adam da gitar caliyodu, bilirsiniz hic dayanamam gitarin sesine, annemin karninda bile oynardim; ativerdim kendimi sahneye, bir oynadim, bir oynadim, bi adam geldi ve rengarenk guller verdi bana; annem dedi ki keske bu cicekleri koparmasaymis, solacaklarmis simdi, ben de uzuldum, kokmayacaklar bi daha diye, oysa daha yeni kesfetmistim bu koklama duyumu; sonra ogrendim ki cicek dalindayken hic bitmiyormus kokusu. O yuzden siz lutfen anneler gununde annenize cicek almayin kardesler, olur mu? Onun yerine Acalya teyzemin, Sari Cizmeli teyzemin ve diger teyzelerimin amcalarimin yaptigi gibi yapin lutfen. Nehir arkadasima gonderin o paralari, cunku onun cok ihtiyaci var. Biz onunla ameliyattan sonra oynayacagiz birlikte.
Bu turkiyenin baska guzel bir tarafi da goflet, bunu da Nehir arkadasimla paylasmak istiyorum o hastaneden gelince. Zaten dedem ben gelicem diye bir suru almis. Inanamadim yiyince, annemler nasil saklamislar bu lezzeti benden bunca aydir diye. Annem dedi ki bloomington’da yokmus bundan. Ben de inandim tabii ona, ders olsun bi daha yalan soylemesin diye bugun baska yemek yemedim ki karnimda ikincisi icin yer kalsin, neyse ki halamlarda da varmis, onlar da verdiler hemen, bi guzel onu da yedim. Oooh gidene kadar hep goflet yiycem artik. Annem hem pisman oldu, hem de cok kizdi dedemlere o kadar cok yedim diye ama o kendisine baksin, ben yatinca dedemin bana aldigi antep fistikli cikolatalari mideye indirmesini biliyo. Ben de zaten annemler ne yaparsa onu yapmayi seviyorum. Mesela onlar kendi yemeklerini kendileri yiyo ya, ben de kasigimi, corba bile olsa kesinlikle vermiyorum ki onlar gibi kendi basima yiyebileyim. Etraf dedikleri sey cok batiyomus ama sahsen beni hic ilgilendirmiyor, hatta sevmedigim bisey oldu mu, cikartip ativeriyorum o etrafa, bizimkiler bunun icin birseyler deyip duruyorlar ya anlarim herhalde yakinda.
Burdaki yemekler guzelmis gerci, manti diye bisey yedim -Adana'da tatar corbasi diyorlarmis, babamin kuzeni Ayse halam sagolsun, ilk kez bi yemekten bu kadar cok yedim, ama biraz fazla kacirmisim malesef, arkadan gelen herkesin bayila bayila yedigi icli kofteyle sarmaya yer kalmadi, neyse artik onlari da annemin sutunden alirim. Annem surekli “gitmeden sunu da yiyelim, bunu da yiyelim” diye garip garip isimler soyleyip duruyo, cennete gelmisiz, cok guzelmis burasi. Ama kilo alacakmisiz. Benim icin iyi olabilir de annemin gobegi ilk kez bu kadar one gecti, emmem zorlasacak diye korkuyorum. Zaten Acalya teyze sayesinde zor kurtardim memeyi. Hulya teyzem mafya demis ama sagolsun, onun sayesinde annem birakmaktan vazgecti. Hulya teyze, annemi de feminist mafya bellemis, kendileriyle tanismayi cok istiyorum, turkiyede yasiyormus onlar da. Bir de baska blogcu anneler de varmis, annem hepsini cok merak ediyor, hepsiyle gorusmek istiyormus ama bazilari uzaktaymis malesef, keske onlar da Izmir'e ve Istanbul'a gelseler. Ben hepsinin cocuklariyla oynamak istiyorum cunku. Bu turkiye ne guzelmis ya, keske hep burda kalsak.
Bir de burda televizyon diye bisey var. Her yerde var ve genelde hep acik duruyor, dedem bakmasa da oyle seviyomus mesela, halamlar da dizi diye bisey izliyorlarmis onun icinde. Annem de izledi bu gece onlarla birlikte, Bihter mi Behlul mu oyle birileri garip garip isler yapmislar ben hic anlamadim valla. Zaten pek ilgimi cekmedi bu kutu, bi’tek hayvanlara baktim bi de reklam diye bisey var, onun muzigini cok sevdim, duydum mu dayanamiyorum, basliyorum popomu sallamaya. Ama hemencecik bitiyo, dedem de yenilerini ariyo buluyo benim icin sagolsun. Ozgur teyze dediydi zararli 3 yasina kadar, izletmeyin diye ama burda birazcik izleyecegim galiba. Neyse, annem herseyin azi karar cogu zarar der ama siz yine de Ozgur teyzemin yazdigi yaziyi okuyun mutlaka. Bizim de Bloomingtonda yok zaten televizyonumuz. Orda gece yatmadan once birkac tane muzik videosu izliyorum bilgisayardan o kadar —o da cocuklar icin olanlarindan. Siz de dinlemek isterseniz, yan tarafta benim favori sarkilarim var, annem playlist yapmis yutubtan ama burda acilmiyormus malesef, internet baglantisi rahatladigi zaman bu sorunu halledecekmis.
Simdi gitmem lazim, sokaklar parklar insanlar beni bekliyor, bir de esas akraba dedikleri insanlar var ki, bloomingtona da goturmeyi planliyorum birkacini. Annem boyle olmuyor, bu kiz buyumeden donmemiz gerekiyor diyor ama onun icin de cok calismalari gerekiyormus. Ama onu da beni daha cok gormek istedigi icin istemiyor ve boyle surekli ikilemler yasayip duruyormus. Neyse ki tatil diye bisey var, boyle cok mutluyuz...
April 19, 2010
İlimlerin en güzeli
Hani derler ya "anne olunca anlarsın"; aslında artık o sözü "anne olunca alim olursun" diye değiştirmek gerekir. Çünkü, kitaplar ve internet sağolsun, annelerin çocuk ve bakımı ile ilgili hamilelikten ve hatta öncesinden başlayarak okuduğu materyaller, doktora tezi yazmaya yeterli olacak nitelik ve niceliktedir. O yüzden çoğu anne "ulen, bu kadar okuduk boşa gitmesin, bari bir blog açalım da yazalım, millet de bilgilensin" diyerek blog dünyasına giriş yapar. Ama bilmez ki blog dünyası anneliğin kitabını yazmak üzere olan insanlarla dolup taşmıştır. Acayip bir bilgi akışı vardır burda, referanslar verilir, teoriler üretilir, yazılır çizilir, son araştırmalar takip edilir ve daha neler neler.
Ben üniversitede olasılık teorisi, istatistik çalıştım, böyle hesap yapmadım valla. Örneğin "3 kilo 250 gr. doğan bir bebeğin 6 aylıkken kilosu 6,5, boyu 65 cm ise 7. ayda catwalk yapma olasılığı nedir? Persentil eğrilerine göre 3 boyutu da 75. ve 97. eğrilerin arasında kalan bir çocuğun, 3 boyutlu film çekme ihtimali yüzde kaçtır?" gibi sorulara gözüm kapalı cevap verebilirim; öyle alim oldum yani :)
Ayrıca daha başka neler öğrendim neler; mesela, BPA nelerin içinde vardır, nasıl geçer, biluribin seviyesinin kaç olması gerekir, mekonyum ne demektir [hayır canım, son bulunan elementin adı değil o; "Allahım bebek yerine makine doğurmuş olmalıyım" diye tepki vermenize yol açan, bebeğin zift şeklindeki ilk dışkısının adı, onun bile özel bir adı var, evet :-]. Bir de görenlerin vay be kadına bak, kimya profesörleri gibi konuşuyor dedirteceği fiyakalı kelimeler girdi hayatıma: Omega3, folik asit, amniyosentez, Beta-HcG, bunlardan yalnızca bazıları.
Evet bütün bunları ben anne olunca internetten ve kitaplardan öğrendim. Bir sürü şeyi anne olunca anladım ama bir tek şey dışında, o da kendi bebeğim. Hayır, okuyup araştırıp, bütün gün yavrumu gözlemlediğim yetmiyormuş gibi, bir de akşamları çektiğim binlerce resim ve videoya baktım ama tık yok, nafile, ne yapsam boş ;) Kitapta diyor ki, çocuğunuz şu ayda şu kadar uyur, bu ayda bunu yapar; bizimki ne uyur, ne söyleneni yapar. Başlamaz mı bende bir telaş, bu çocuk normal mi, allahım neydi günahım, günahım neydi allahım diye çevirip çevirip sordum durdum bir süre. Bizim kuşağa özgü bu sanırım, kitapta yazanları ezberleyince bütün problemleri çözecekmişiz gibi geliyor, sanki üniversite sınavına giriyoruz; oysa iç sesimizi dinlesek, ya da annelerimizi...
Annem doğuma gelmişti, 5,5 ay kaldı yanımızda. Kolay olmadı elbette, çünkü ben sürekli 'ama kitaplar böyle demiyor', o da 'biz sizi kitaplarla mı büyüttük sanki' diyordu. Orta yolu bulmamız vakit aldı. Ama, ben sonuçta yine annemin dediğine geldim, aldım yavrumu koynuma, ona sarılarak uyudum. Fakat başlangıçta çok büyük vicdan azabı duydum, çünkü okuduğum tüm kaynaklarda çocuğun kendi kendine uyuması gerektiği ve bunu öğretmek için geç kalınmaması yazıyordu. Ben ona sarılarak uyumayı çok seviyordum. Belki de hayatımda sadece bir kere böyle bir şansım olacaktı. Ama kitaplar ve internet kaynakları yüzünden içim bir türlü rahat edemiyordu. Ta ki, YavruSu 1 yaşına gelip de bağımsız bir birey olma yolunda ilk adımlarını atana kadar: "Anne sen daha takıl orda ya, bak ben büyüdüm de senin yöntemlerine itiraz bile ediyorum, istersen artık biraz da beni dinle ha?" sinyallerini verene kadar okudum durdum.
Ve sonunda farkettim ki, bizim kuşağa özgü olan başka birşey de apolitiklik; ve anaakım kaynakların bunu sonuna kadar kullanması; çocuklarımızla aramızdaki ilişkiye ince ayar çekmemizi öğütleyen, çocuklarla ilgili herşeyi son derece abartıp sadece çocuk merkezli bir hayat yaşamamıza sebep olan, gündemden, dünyadan son derece kopuk kendi küçük dertlerine gömülmüş bireyler olmamızı destekleyen bir sistem. Şüphesiz mama kullanılıp kullanılmayacağı, bebekle birlikte mi ayrı mı yatılacağı gibi sorunlar da önemli; hatta emzirmek, yıkanabilir çocuk bezi kullanmak kişinin politik tercihlerini de içeriyor ancak bunun ötesinde koskocaman bir dünya ve çok önemli dertler de var (Peters, 2002). Çocuklarımıza emanet edeceğimiz dünyanın gidişatı, bizi en az çocuğumuzun o gün geç yatması, uyuyamaması, vs. kadar endişelendirmeli diye düşünüyorum. Bu konularda okuyup bilgilenmek, tartışmak aslında çocuğumuz için de yapacağımız en güzel şey olacaktır sanırım. Onu, izole bir birey olarak değil, hayatın içerisinde etkin bir birey olarak yetiştirmek, ona bakabileceği, katılabileceği daha geniş bir dünya sunmak, birlikte bu dünyayı, yaşamı güzelleştirmek için çalışmak, birlikte okumak, birlikte öğrenmek, birlikte söylemek, birlikte yazmak... ilimlerin en güzeli hayat ilimini icra etmek, bu anlamda yaşamı ve yaşamayı destekleyenleri dinlemek, ister internetten ister canlı yayından, ister kitaptan ister candan, canandan; ama hep candan olandan, candan yana olandan!
Kaynak:
Peters, C. (2002). Vulgar Bir Çağda Ebeveynlik. http://www.bgst.org/keab/cp20080323.asp
April 13, 2010
Kuzu 2'nin Kreşi
Bugün değişik bir seyirciye gitar çaldım. Beğenilerini komik danslarıyla gösteren, hoşlarına gitmeyen şarkı olduğunda çekip giden 7 minik insan yavrusu, 7 minik kuzu. Bu 7 cüce artık yeni öğretmenleriyle birlikte yeni sınıflarına geçtiler, büyüdüler ve Kuzu-2 oldular ama hala kuzuluktan çıkamadılar ve sanırım uzunca bir süre de öyle kalmaya devam edecekler :)
Yeni öğretmenleri okullu. Bir öncekiler 50'li yaşlarında iki anneydi; bir de 20'li yaşlarında iki yarı zamanlı öğretmenleri vardı ve ben bu durumdan oldukça memnundum, sevgi dolu, rahat, çok sevdiğim insanlar. Benden ziyade YavruSu'nun sevmesi önemli tabii. Ve o da öyle çok seviyordu ki bazen gece kalkıp Mindy diye ağlıyordu. Geçişten üç hafta sonra bile ne zaman kreşe gidiyoruz desem hemen Mindy, Daisy, Britti (Britney) diye önce onların isimlerini, sonra da arkadaşlarını sayıyordu: Beeen, Ena (Ana), Noa, Yayen (Ryan), Alek (bu arada Alex Çinli ve YavruSu tüm Çinli çocuklara Alek diyor, sanırım o ismi jenerik isim olarak algıladı :)
İçim içimi yiyordu, kızım Sarah de, Randi de, bak onlar senin yeni öğretmenlerin, seni çok seviyorlar. Cık! Bu sabaha kadar demedi, sonunda bu sabah Şeya (Sarah) ve Randi dedi önce, sonra arkadaşlarını saydı :) Ben de rahatladım ve vicdan azabım biraz olsun azaldı.
Yeni öğretmenleri heyecanlılar, programları var, hedefleri var ama anne değiller :( Geçiş döneminden önce bizimle toplantı yaptılar. Geçişten 1 ay önce de ara ara devralacakları sınıfa gidip çocuklarla oynuyorlarmış. Toplantıda yapacakları aktivitelerden bahsettiler (hergün farklı nesnelerle etkileşim, örneğin brokoli, yulaf ezmesi, bezelye, portakal, vs., hissetme, tatma, sonra da onunla boya yapma, vs. --bu arada kreşte yedikleri yiyecekler organik); bu dönemki hedeflerinden bahsettiler (örneğin, henüz konuşamayan çocuklar için işaret dilinde belli kelimeler ki bizim kuzu da öğrenmiş yapıyor, biz de öğreniyoruz sayesinde). Çocuklar işaretle rahatça anlatabiliyorlar dertlerini, bence çok güzel bir uygulama, konuşamadıkları için çaresizce ağlamalarının önüne geçilmiş oluyor. Ama benim en çok hoşuma giden zamanlarının çoğunu bahçede özgürce geçirecek olmaları, her gün dinleyecekleri farklı tarzlarda müzikler ve haftada iki gün gitar çalmaya gelecek olan müzisyen abileri oldu. Biri yine aynı kreşte okul öncesi öğretmeni Chris, diğeri de Kid Kazooey.
Ben de dedim ki bir de ablaları olsun!!! Offf daha 30'umu yeni geçtim, sadece 2,5 yıl oldu ama! Aman iyi, teyzeleri olsun (!), Evren teyzeleri de biraz tıngırdatsın, oynatsın dedim :)
Kreş, kar amacı gütmeyen, yani alınan tüm parayı çalışanlarına veren bir işletme olduğu için tüm velilerin yıllık 12 saat çalışması gerekiyor. T. geçen gün bahçenin reorganize edilmesi işinde gönüllü oldu, ben de sınıflarında. Onu bahçe işine önerdiğim için sağlam bir küfür yedim :) çünkü ertesi günü her yeri tutulmuştu. Alternatif olarak kitap sergisinde durma işi de vardı ama dedim ki biraz çalışsın, bahçe işi öğrensin, hem yaz geliyor, kas yapsın ;) Ama sanırım pek etkili olmadı, üzerine de Bengay'la sırtını ovmak bana düştü bir hafta! Neyse, benim işim zevkli, haftada 1 gün 10-11 arası gidiyorum, biraz gitar çalıyorum, biraz oynuyorum çocuklarla --tabii YavruSu izin verirse. Bkz. en alttaki resimde, Anton gitarımı çalarken YavruSu nasıl kızıyor. Herhangi bir çocuk annesine değmeye görsün yiyor zılgıtı oturuyor aşağıya --bir tek bu A. dışında :)
Neler çalıp söylediğimize gelince, Wheels on the Bus, Head Shoulders Knees and Toes, Itsy Bitsy Spider gibi klasik çocuk şarkılarının yanısıra bir de Barok müzik parçaları çaldım ki meğer ne göreyim, buymuş esas duymak istedikleri. Bir danslar yaptılar minicik bedenleriyle, şaştım kaldım :) Yalnız, tutturdum zihniyetiyle aynı telden çok çalmamak gerekiyormuş, kaçarak uzaklaşıyorlar sonra ;)
Merak edenler için kreşin adresi: http://bdlc.org/
Subscribe to:
Posts (Atom)