January 31, 2014

0-18 Aylık Bebekler İçin Tuvalet İletişimi — Bölüm 4

6N 1K: Ne Zaman?

Geçen yazıda, her bebeğin (ve aslında tüm insanların) tuvalet ihtiyacı duyabileceği evrensel zamanlardan bahsetmiştik. Bu evrensel zamanlar:
  1. Uykudan uyanınca
  2. Uzun süre bir yerde oturmak durumunda kaldıktan sonra
  3. Banyodan sonra
  4. Bez değiştirirken
  5. Yemekten sonra
idi. Bu yazıda bebeğimizle başka hangi zamanlarda tuvalet iletişimi kurabileceğimizden bahsedeceğim.


Bebeğinizin kendine özgü zamanlaması

Her bebeğin tuvalet ihtiyacı duyabileceği evrensel zamanlar dışında bir de kendine özgü zamanlaması vardır. Bu zamanlama, bebeğin idrar torbasının büyüklüğü gibi fizyolojik etkenlere göre değişiklik gösterebileceği gibi, ne kadar sık beslendiği, nasıl beslendiği, hava sıcaklığı gibi dışsal etkenelere göre de değişiklik gösterebilir. Bebeğinizin belli bir beslenme ve uyku rutini varsa, bebeğinizin kendine özgü zamanlamasını bir yere not edip bu zamanlarda da tuvalet teklif edebilirsiniz.

Peki bebeğinizin kendine özgü zamanlamasını nasıl öğreneceksiniz? Aslında bebekler bu zamanlarda da sinyal verirler ama bebeğinizin sinyallerini algılamakta güçlük çekiyorsanız, hem sinyallerini anlamak için, hem de bebeğinizin kendine özgü zamanlamasını gözlemlemek için yapılabilecek en iyi şey bezsiz zaman geçirmektir.

Bezsiz zaman
Tuvalet iletişimi / Bezsiz Bebek ile ilgili kaynakların tümünde "bezsiz zaman"ın öneminden bahsedilir. Genellikle Amerika'lıların kaleme aldığı bu kaynaklar, bizim toplumumuza pek hitap etmez. Türkiyeli bir annenin en korktuğu zaman bezsiz zamandır kanımca. Bezsiz kalma korkusuyla kutu kutu bezler depo edilir daha çocuk doğmadan. Aslında sanırım stoklama tüm alanlara tezahür eder (bkz. bayram öncesi market rafları) ama bu bez daha bir önemlidir bizim toplumumuzda. Tabii bezsiz kalmaktan daha büyük bir korku vardır ki bütün korku filmleri birleşse bile, bu korkunun yanında hiç kalır Türkiyeli bir anne için. Evet bildiniz siz onu, BÜK, yani "bebeği üşütme korkusu," çok yakında sinemalarda! Fragmanda anneanne ve babaanne "hasta ettin bebeği!!!" diyerek annenin üzerine yürür, kafası bük-ülmüş annenin kolunu da bük-erler ve anne çığlık çığlığa uyanır. Aslında her şey bir rüyaymış.

Evet rüyadır bu BÜK, çünkü bebek üşümekten hasta olmaz, virüsten, bakteriden olur[1]. Ayrıca her hastalık bağışıklık sistemini güçlendirir. O yüzden bebek üşümesin diye 18 kat giydirmeye gerek yoktur. Diğer ucunu (çok soğuk havada t-shirtle saatlerce dışarıda gezmek) yazmıyorum bile çünkü bu şekilde çocuğunu sokağa çıkaracak bir anne henüz doğmamıştır zaten, buna eminim. Ayrıca bebekler milyonlarca ter bezi ile dünyaya gelir ve yaşadığı yerin sıcaklığına göre ilk 2 yılda ter bezleri kendilerini ayarlar[2]. Çok soğuk bir yerde yaşıyorsa, ısı kaybetmemek için ter bezlerinin büyük bir kısmı kapanır, sıcaksa tam kapasite çalışmaya devam eder. Eğer bebeğinizi ilk 2 yıl çok kalın giydirirseniz, sonrasında hep üşümeye devam eder. Ama aslında soğuk havadan değil, üşür diye dışarı çıkarmayarak ve dışarısı soğuk diye iyi bir şekilde havalandırılmamış evin içerisinde kuru havaya hapsederek hasta edebiliriz bebeklerimizi. Çünkü kuru hava, özellikle influenza virüslerinin bir numaralı tercihidir[3]. Kuru havalarda, dar mekanlarda insanları öksürtüp hapşırtarak çok daha kolay bir şekilde yayılır bu virüsler.

Konumuza dönecek olursak, bezsiz zaman korkulacak bir zaman değildir aslında. Gerçi, ben de Türkiyeli bir anne olarak başlangıçta çok direndim, kabaca b.ka batmak istemiyordum. Neyse ki BÜK'ün belini ilk bebeğimde bükmüştüm. Bir de bebeğim bezliyken de tuvalet ihtiyacı olduğunu anlayabiliyorum diye düşünüyordum. Ayrıca bebeğimin tuvalet zamanlarını iyi biliyordum, o yüzden de gereksinim duymamıştım. Amma velakin bir süre sonra bebeğimin kendine özgü zamanlaması değişti ve ben de zamanla bezsiz zaman geçirmenin nasıl yapılacağını öğrendim. Ve de nasıl yapılmayacağını…

Örneğin, bir gün yemek sonrası sofrayı toplamaya dalıp o sırada 11 aylık olan (ç)işini-bilir-bebeğimi bezsiz bıraktığımda başıma komik bir olay geldi. (Ç)işini-bilir-bebek içeri gidip sonra bana geri geldi. Kucağıma aldığımda altı ıslaktı. Yerlere bakarak, gittiği yolun izini bulmak çok zor olmadı. Çiş damlalarını takip ettiğimde beni tuvaletteki gölete götürdü. Evet, tuvaletini yapmak için doğru odayı bulmuştu ama doğru yere isabet ettirme konusunda anladım ki daha çok işimiz vardı. 

Şaka bir yana, bezsiz zaman geçirmek bebeğinizin doğal ritmini öğrenmek için çok önemlidir. Örneğin kalktıktan ne kadar zaman sonra çiş yapıyor, yemekten ya da emmeden ne kadar zaman sonra kaka yapıyor, bezsiz zaman geçirerek bunları kolayca gözlemleyebilirsiniz. 

Bezsiz zaman, yukarıdaki anekdottan da anlaşılacağı gibi bebeğinizi bezsiz olarak ortalığa salmak değildir. Bu şekilde bebeğinize istediği yere, istediği gibi çiş/kaka yapmasını öğretebilirsiniz istemeden. Bu yüzden bezsiz zamanı, sorumlu bir şekilde yapmak, bu zamanlarda tamamen bebeğinize odaklanmak çok önemlidir. Yoksa benim gibi yerdeki çiş damlalarını takip ederek oluşturduğu göleti, yolda bıraktığı izleri, bebeğinizin çiş olmuş bacaklarını ve poposunu temizlemekle daha çok vakit kaybedebilirsiniz. 

Bezsiz zaman geçirmenin iki amacı vardır: birincisi, bebeğinizin sinyallerini gözlemlemek; ikincisi de, bebeğinizin kendine özgü zamanlamasını, doğal ritmini gözlemlemektir. Bunun için hem kendinizi tamamen bebeğinize verebileceğiniz, hem de bebeğinizin tuvaletini yapmasının kuvvetle muhtemel olduğu zamanları seçmenizde fayda vardır. Bu zamanlar, genellikle uykudan kalktıktan sonra ya da yemek saatinden sonradır. Bir kağıda ya da kafanıza not alarak, bebeğinizin tuvalet ritmini kolayca öğrenebilirsiniz. Ancak bu not tutma işini ilk 3 ay yapmanızı pek tavsiye etmem. Çünkü ortaya yandaki gibi bir tablo çıkabilir. Çiş yapma sayısını not etmek için evdeki kağıtlar yeterli olmayabilir, bilgisayarınız çökebilir, beyniniz göçebilir.   

Neyse ki, 3 aydan sonra bebeklerin idrar torbaları biraz daha büyüdüğü için çiş yapma sıklığı azalır. Biraz daha başedilebilir ve makul boyutlara gelir. O zaman çıldırmadan bezsiz zaman geçirmeyi deneyebilirsiniz. Örneğin, uykudan kalktıktan ne kadar süre sonra ilk çişini yapıyor, bu ilk çişinden ne kadar süre sonra ikinci çişini yapıyor ya da yemek yedikten kaç dakika sonra kakasını yapıyor, kaka yaptıktan ne kadar süre sonra çişini yapıyor. Eğer bunları not edebilirseniz, bu zamanlarda bebeğinize dikkat ederek tuvalet ihtiyacını karşılaması için yardımcı olabilirsiniz. Bu zamanları bilmek, sinyallerini daha rahat gözlemlemenizi de sağlar. Başlangıçta biraz ekstra çaba gerektirebilir ama bir süre sonra tuvalet ritmini ve sinyallerini daha rahat anlayacağınız için bu çabaya değer. Yalnız bezsiz zamanı bir kere yapmak yeterli olmaz. Bunu birkaç gün üstüste, günde 1-2 saat yapmak gerekir. Bir de bebeklerin ritmleri büyüdükçe değiştiği için eski zamanlama işe yaramadığında tekrar yapmak gerekir. 


3 aydan büyük ve henüz hareket edemeyen bebeklerle bezsiz zaman geçirmek görece kolaydır. Bunun için altına su geçirmeyen bir örtü serip gözlem yapabilirsiniz. Eğer siz de BÜK'üklerdenseniz, bacaklarına baba çorabı giydirebilirsiniz. Eğer etrafın batmasından korkuyorsanız, altını ıslattığını kolayca gözlemleyebileceğiniz bir şeyler giydirebilirsiniz. Örneğin, bir havluyu sumo stilinde bağlayıp minik güreşçinizi meydanlara salabilirsiniz. Böylece hem etraf batmamış olur, hem de çişini yaptığını hemen görebilirsiniz. 

Hareket eden bebeklerle bezsiz zaman geçirmek için biraz daha dikkatli olmanız gerekebilir. Gittikleri her yere, her an çiş yapma potansiyeline sahiptirler. Kakayı gözlemlemek daha kolaydır, çünkü kaka için ya bir yere tutunur ya da çömelme pozisyonuna geçerler. Kaka yaptığını farkettiğiniz anda tuvalete tutabilirsiniz. Çiş için de aynı şey geçerlidir. Zaten çiş yaptı diye düşünüp temizleyip üstünü değiştirmeye başlamadan önce tuvalete tutmayı deneyebilirsiniz. Tuvalete tutulmaya alışmış bebekler, genellikle idrar torbalarının tümünü boşaltmazlar, kaçırmış gibi azıcık yaparlar; tümünü boşaltsalar bile, alıp tuvalete tutmak onlara çişin tuvalete yapılması gerektiği mesajını verir. Ve her seferinde tuvalete tuttuğunuzda ya da lazımlığa oturttuğunuzda, bir süre sonra kendisi gidip bu ihtiyacını tuvaletin ya da lazımlığın yanında karşılayacaktır. Ama her zaman isabet ettiremeyecektir o ayrı :) 

Resim: http://crappypictures.com/



Gelecek bölümde: Ne zaman?: Sezgisel zaman ve Aydede çıktığı zaman (gece tuvalet iletişimi)

Tuvalet İletişimi Facebook Grubu

Not: Bu yazı ilk kez Bebek Yapım Bakım Onarım sitesinde yayınlanmıştır.



-----------------------------

Tuvalet İletişimi Kitabı artık tüm kitapçılarda ve online kitabevlerinde: 



January 30, 2014

0-18 Aylık Bebekler İçin Tuvalet İletişimi — Bölüm 3

6N 1K: Ne zaman?

Geçen yazıda uygulamalı tuvalet iletişiminin 6N 1K'sından (ne, ne zaman, nerede, nasıl, neden, nereden ve kim) bahsetmeye başlamıştık. Pratikte kısaca "ne" olduğunu anlattıktan sonra "ne zaman" sorusuna geçtik. Ne zaman sorusuna yanıt olarak kısaca bebeklerimiz bize sinyal verdiği zaman dedik ve olası sinyalleri listeledik, facebook bezsiz grubumuzda annelerin paylaştığı sinyallere örnekler verdik. Bu yazıda ne zaman sorusunu biraz daha detaylandırıp farklı zamanlamaları inceleyeceğiz.


Sinyal gelmediği zaman

Evet, bebeklerimiz sinyal verdiği zaman tuvalete tutmak gerekir, bu kesin. Ancak bebekler her zaman sinyal vermezler ya da bebek bakımıyla ilgilenen kişiler, bebeğin verdiği sinyalleri her zaman çok iyi algılayamazlar. Ya da sinyal veren bebeğimiz bir anda sinyal vermeyi kesebilir, etrafıyla ilgilenecek çağa geldiğinde daha ilginç şeylere takılıp unutabilir; emeklemeye, yürümeye başladığında takip etmek zorlaşabilir; diş çıkarma ve hastalık dönemlerinde, diğer temel ihtiyaçları gibi tuvalet ihtiyacını da ikinci plana atabilir. Bunun için üç farklı zamanlama devreye girer:
  1. Evrensel zamanlama
  2. Bebeğinizin kendine özgü zamanlaması
  3. Annenin ya da bebek bakımıyla ilgilenen diğer kişilerin içgüdüsel zamanlaması 

Evrensel zaman
Tüm bebişlerin tuvalete gittiği belli zamanlar vardır. Bu zamanlar bir ön koşula bağlı olduğu için, normal şartlar altında (NŞA) tüm insanlar için de geçerlidir. Kendinizi düşünün, ne yaptıktan sonra tuvalete gitme ihtiyacı duyarsınız? 
fotoğraf: http://www.chicagoparent.com/
  1. İlk olarak, uykudan uyanınca. Uzun bir gece uykusundan sonra tuvalete koşmayan yoktur herhalde. Uyku sırasında vücudumuz kendimizi kirletmemek için özel bir hormon salgılar (ADH: antidiüretik hormon). Bu hormon sayesinde, gece tuvalete gitmeden rahat rahat uyuyabiliriz. Ama uyanınca, ADH seviyesi düşer ve ilk iş kendimizi tuvavlette buluruz. Anne-babalar sabah bebeklerinin bezlerini değiştirdiklerinde bütün gece çiş yapıp bezlerini doldurduğunu düşünürler. Oysa bebekler de bir insandır, insan anatomisine sahiptir, onların vücudu da ADH salgılar ve uykularında kendilerini kirletmelerini engeller. Fakat yenidoğan bebeklerin mideleri küçük olduğu için yaşamlarını devam ettirecek kalori ihtiyaçlarını sağlamak üzere daha sık uyanırlar, uyandıklarında da çiş yaparlar, bu da sabah bezlerinin dolu olmasına neden olur. O yüzden bebeğiniz uykularından (gece yarısı, sabah, öğlen) uyandığında tuvalete tutup bu doğal ihtiyacını karşılamasını sağlayabilirsiniz. Yalnız bazı bebekler kalkar kalkmaz yapmayı tercih etmeyebilir, 1-2 dakika geçtikten veya bazen emdikten sonra yapabilirler, bunu da bebeğinizi gözlemleyip deneme-yanılma yoluyla kısa sürede keşfedebilirsiniz.
     
  2. İkinci evrensel zaman, uzun süre bir yerde oturmak durumunda kaldıktan sonra. Örneğin, araba koltuğu, sling, kanguru, mama sandalyesi ve artık bebeğinizi uzun süre oturttuğunuz neresi varsa. Tabii burada zaman kavramının idrar torbasının büyüklüğüyle doğru orantılı olduğunu unutmamak gerekir. Yani size belki 5 saat uzun süre gibi gelebilir ama onlar için 45 dakika bile epey uzundur [tabii siz siz olun 5 saat boyunca, zorunda kalmadıkça bir yerde oturmayın, araştırmalar gösteriyor ki, uzun süreli oturmak pek çok sağlık sorununu da beraberinde getiriyor. Gerçi bebekler, anne-baba poposunun koltuğa değdiğini algılayan dedektörle dünyaya geldikleri için, bu konuda endişe duymanıza hiç gerek yok. Bırakın 5 saati, 5 dakika bir yerde oturabiliyorsanız şanslısınız demektir]. Kısaca, slingden/araba koltuğundan/mama sandalyesi ve benzeri yerlerden çıkardıktan sonra tuvalete tutmakta fayda vardır.

    Gerçi, bebekler bu oturma yerlerindeyken genellikle sinyal verirler, hatta daha yoğun olarak verirler ama siz bu sinyalleri algılayamıyorsanız, uzun süre bir yerde oturduktan sonra ve hatta öncesinde de tuvalete tutmak iyi olabilir. Örneğin, bizimki tuvaleti olduğunda araba koltuğuna oturmamak için direnirdi, slingdeyken çişi geldiğinde yoğun sinyaller verirdi, "annecim tuvaletim geldi ve senin üzerine yapmak istemiyorum, hadi artık anla ve çıkar beni, bak yoksa ben atıcam kendimi" der gibi kendini geriye doğru iterek ihtiyacını belli ederdi. Bebeklerini slingde ya da kanguruda taşıyan anne-babalar eminim deneyimlemiştir bu hareketi. Çiş sinyali ne ola ki diye düşünüyorsanız, işte bu hareket iyi bir örnek. Çünkü, bebekler doğaları gereği anne-babalarını ya da üzerinde yattıkları yeri kirletmek istemezler, onun için de küçücük bebekler bile kendilerini geriye iterek tuvalet ihtiyaçlarını gidermek için uzaklaşmaya çalışırlar. Bu zamanlarda tuvalete tutarsanız, bebeğiniz çok rahatlayacaktır.
     
  3. Gelelim, üçüncü evrensel zamanımıza: banyodan önce ya da sonra. Kimin banyodayken çişi gelmez? Bebeğinizi soyup banyoya koyduğunuzda, eğer çişini yeni yapmadıysa, çok büyük bir olasılıkla banyodan sonra yapacaktır. Hatta yaptıysa bile tekrar yapması kuvvetle muhtemeldir. Banyoya çiş yapmasından korkmayın, çiş sterildir; ancak çiş, bir yerde uzun süre kalırsa bakteriler hücum eder ama zaten banyoda böyle bir olasılık yoktur. Banyoda çişimizin gelmesinin nedeni, bilindiğinin aksine suyun şırıl şırıl akan sesi değildir, ısı değişimidir. Aslında yalnızca banyoda değil, denize girdiğimizde ya da kıyafetlerimizi çıkarttığımızda, hatta çıkartmadan soğuk bir ortama girdiğimizde, ortamın sıcaklığı vücut sıcaklığımızdan daha düşükse, vücudumuz ısıyı yükseltmek için sıvıları dışarı atmak üzere harekete geçer. Tam tersine sıcak havalarda da daha az sıklıkta çiş yaparız.

    Bunun nedeni, soğuğa maruz kalan vücudun, ısı kaybını azaltmak ve hayati organları korumak için deriye ve yüzeye yakın dokulara olan kan akışını kısıtlaması ve kanın vücudun merkezinde toplanmasını sağlamasından kaynaklanır. Buna tıpta "periferik damar büzüşmesi" denir. Kanın vücudun merkezinde toplanmasının sonucu olarak vücut merkezindeki kanın hacmi artar, bu da atardamarlardaki kan basıncını artırır. Kan hacmi ve dolayısıyla kan basıncı böbrekler tarafından kontrol edilir. Böbrekler kan basıncına göre vücuttaki suyu geri emerler ya da geri akıtırlar. Soğuğa maruz kaldığımızda vücut merkezinde toplanan kan hacmi, dolayısıyla da kan basıncımız artar ve böbreklerimiz kan basıncını düşürmek için vücuttan su ve tuz çekerler, bu da daha çok idrar üretmemize sebep olur. O yüzden bebeğinizi banyo için soyduğunuzda, tuvalet teklif edebilirsiniz. Eğer öncesinde yapmazsa, sonrasında mutlaka yapacaktır.

  4. Ve buradan dördüncü evrensel zamana bağlanabiliriz, bez değiştirirken. Zaten çiş yapmış diye düşünmeyin, bebekler, özellikle Tİ’ye alışmış bebekler bezlerine çiş yaptıklarında idrar torbalarının tümünü boşaltmazlar, boşaltmış olsalar bile, aradan geçen zamanda yine çiş biriktirmiş olabilirler, bezini değiştirmek için altını açtığınızda, üşüyen popo, kan basıncı değişimini kontrol eden böbrekleri harekete geçirip tekrar boşaltım mekanizmasını canlandırabilir, ya da bebeğiniz kendini kirletmek istemediği için bezini çıkartmanızı beklemiş olabilir. O yüzden bez değiştirirken de tuvalete tutmakta fayda vardır.
     
  5. Beşinci ve son evrensel zamanımız, yemekten sonradır. Yemekten sonra çoğu insanın kakası gelir. Elbette yediğimiz yiyeceklerin bir kısmı dışarı atılacaktır ancak hemen değil. Önce midede sindirilip daha sonra bağırsaklara geçer, bağırsakların uzunluğunun ortalama 7,5 metre olduğu düşünülürse, yiyeceklerin vücuttan atılması için epey uzun bir yolculuk yapmaları gerektiği ortaya çıkacaktır. Yiyeceklerin ağızdan popoya kadar olan bu yolculuğunun süresi, yediğimiz yiyeceklere göre değişir ancak yetişkinler için ortalama 53 saat, çocuklar içinse ortalama 33 saat sürer, çünkü çocukların metabolizması yetişkinlere göre daha hızlı çalışır. Fakat neden genellikle yemekten sonra kakamız gelir? Çünkü yeni yiyecekler geldiğini haber alan vücudumuz, onlara yer açmak için harekete geçer. Bu da gastrokolik refleks sayesinde olur. Bu refleks mideye düşen ilk lokmayla devreye girer. Yenidoğanlarda daha hızlı çalışır, o yüzden 0-3 ay arası bebekler genellikle emzirme esnasında kaka yaparlar. Bebeğiniz, bağırsaklarındaki rahatsızlık dolayısıyla bir anda memeyle boğuşmaya başladığında, emzirmeye ara verip lavaboya/tuvalete/lazımlığa/leğene tutarsanız, hem rahatça kakasını yapar, hem de gazını çıkarır; sonra da rahatlamış olarak kalan sütleri süpürebilir. Bu gastrokolik refleks biraz daha büyük bebeklerde (3-6 ay) emzirmeden hemen sonra, daha büyük bebeklerde yemek yedikten 10-15 dakika sonra devreye girer.  
http://itsallaboutthehat.blogspot.com/

Not: Eğer memeyle boğuşmaya başladığı anda yapıyorsa ve siz tuvalete yetişemiyorsanız, emzirirken yanınızda bir kap bulundurup yapacağı zaman resimdeki gibi altına koyabilirsiniz. Bir de bu şekilde cıbıl cıbıl emzirip bebeğinizle daha çok ten teması kurabilirsiniz.








Aslında bebekler, bu evrensel zamanlarda sinyal verirler, fakat siz sinyalleri algılayamıyorsanız ya da bebeğiniz bir nedenden dolayı sinyal vermeyi kestiyse, bu zamanları bir yere not edip bebeğinize tuvalet teklif edebilirsiniz. 

Eğer bebeğiniz, bu zamanlarda kendisini itiyorsa ya da başka şekillerde tuvaletini yapmak istemediğini belli ediyorsa kesinlikle zorlamayınız. Unutmayın "tuvalet iletişimi özünde, bebeğinizin ihtiyaçlarına cevap vermektir; ve bu davranış ancak sevgi ve şefkâtle sürdürülebilir. Emzirmenin de tuvalet iletişiminin de esas amacı, bebeğinizle sevgi dolu bir şekilde ilgilenmektir, şimdi, şu anda. (Ingrid Bauer)"

Bir sonraki yazıda: Bebeğinizin kendine özgü zamanlaması ve bezsiz zaman


Not: Bu yazı ilk kez Bebek Yapım Bakım Onarım sitesinde yayınlanmıştır.


-----------------------------------

Tuvalet İletişimi Kitabı artık tüm kitapçılarda ve online kitabevlerinde: 



January 19, 2014

0-18 Aylık Bebekler İçin Tuvalet İletişimi — Bölüm 2

Uygulamalı Tuvalet İletişimi: 6N 1K

Geçen yazıda tuvalet iletişimine nasıl başladığımıza, konuyla ilgili yanlış bilinen gerçeklere (Freud gerçeği, 18 ay miti) ve tuvalet iletişimi terimini ilk kez ortaya atan Ingrid Bauer'in tuvalet iletişimi tanımına yer vermiştim. Bu yazıda, tuvalet iletişiminin 6N 1K'sından bahsedeceğim. Ama uygulamaya geçmeden önce bir kez daha tuvalet iletişiminin, klasik tuvalet eğitiminden farklı olduğunu vurgulamak istiyorum; bu nokta çok önemli! Facebook'taki Bezsiz Bebek grubumuz adminlerinden Selen'in dediği gibi:
"Burada biz bebeğe bir şey öğretmeye veya tuvalet eğitimi vermeye çalışmıyoruz. Aksine Tuvalet iletişimi yönteminde öğrenmesi gereken annedir, bebeğin hareket ve davranışlarından tuvaletini yapma ihtiyacı olduğunu anlayıp bu ihtiyacı giderirsiniz mantık budur. Eğer bebekle bu şekilde iletişim kurmayı başarırsanız çişi veya kakası geldiğinde bu ihtiyaca karşılık vereceğinize inandığı, size güvendiği için sizi uyaracaktır. Arada diş çıkarma, konuşmayı öğrenme, yürüme, emekleme, hastalık gibi gelişimsel dönemlerde bebeğin dikkati dağıldığı için bu iletişimin kesintiye uğraması çok normaldir [tıpkı diğer doğal ihtiyaçları olan yemek ve uykunun da etkilenmesi gibi]. Bir seferde öğrettim bitti diye bir durum yok burada; daha çok annenin emek ve sabrını gerektiriyor bu yöntem."
Selen Obuz

Evet, Selen'in de yazdığı gibi tuvalet iletişimi, klasik tuvalet eğitiminden çok farklıdır, bir seferde öğrettim bitti diye bir durum yoktur. Bunu kendi kendine yemek yemeyi öğrenmesi gibi düşünebilirsiniz. İlk başta oturana kadar onu siz beslersiniz (ya da tuvalete tutarsınız), sonra önüne yemekleri koyarsınız (ya da lazımlığını), önceleri döker saçar ama bol pratikle kendi kendine yemeye başlar. Bazı günler iştahı yoktur, yemek yemek istemez (ya da lazımlığına oturmak) ama bazı günler siz sormadan "mama mama" diye eteklerinizde dolanır (ya da "kaka kaka" diye :). Yemek yemek istemediği zaman zorla ağzına kaşık sokmazsınız, bilirsiniz ki bu böyle bir dönemdir ve geçecektir. Ve geçer, bir gün bir bakarsınız ki o küçük insan sofrada sizinle birlikte çatal kaşık kullanarak yemek yiyordur. Tabii bu olana kadar üstünden-başından, evin her tarafından yemek parçaları (ya da çiş-kaka) temizlemek zorunda kaldığınız anlar çok olacaktır. Ama bunun için ne ona kızarsınız, ne de kendinize, çünkü bilirsiniz ki o daha bebektir ve bebekler yeni bir şey öğrenirken bunların olması çok normaldir. Tuvalet de işte aynen böyle, doğal bir gelişim sürecidir, o yüzden doğal olmak, rahat davranmak çok önemlidir. Diğer gelişim süreçlerinde olduğu gibi bol sabır, bol destek ve bebeğinize kendisini geliştirmesi için bol fırsat vermeniz gerekir.

Şimdi gelelim 6N 1K'ya...

1. N: Ne?
Sanırım bu nokta artık iyice anlaşıldı, olayımız tuvalet iletişimi; tuvalet eğitimi değil. Basitçe yaptığımız, bebeğimizle iletişim kurarak temel ihtiyaçlarından biri olan tuvalet ihtiyacını karşılamaya çalışmak. Ve genel olarak bilinenin aksine, bebekler kendilerini kirletmekten hiç hoşlanmazlar, kendilerini kirletmeme içgüdüsü ile dünyaya gelirler ve doğuştan itibaren bize bunun sinyallerini verirler —üstelik yaptıktan sonra değil, yapmadan önce ‘söylerler’.

Pratik olarak tuvalet iletişiminin ne olduğunu şu şekilde özetleyebiliriz:
  1. Tuvaleti gelen bebek sinyal verir. 
  2. Sinyali alan anne ya da bebeğin bakımıyla ilgilenen diğer kişiler bebeği tuvalete tutar. 
  3. Bebek çişini yaparken “çişşş” ya da “pssss” sesi çıkarılır, kakasını yaparken “ıh ıh” ya da “mmm” diye ıkınma efekti yapılır. 
  4. İşlem bittikten sonra, ihtiyacı karşılanmış bebeğinizin yüzündeki rahatlama ifadesiyle mest olunur

2. N: Ne zaman?
Aslında bu sorunun cevabı çok basit: bebeğiniz size sinyal verdiği zaman.

Bebekler tuvaletleri geldiği zaman, özellikle ilk aylarda kendilerini kirletmeme içgüdüleri çok güçlü olduğu için tuvaletlerini yapmadan önce yoğun sinyaller verirler. Bu sinyaller sözlü veya bedensel olabilir ve her bebeğe ve bebeğin yaşına göre değişebilir.

Diaper Free Baby'nin kurucularından Melinda Rothstein’ın “About DiaperFreeBaby” makalesinde yazdığına göre bazı ortak sinyaller şunlardır:
  • kıpırdanma ya da huysuzlanma
  • ağlama
  • gaz çıkartma
  • uzun süre huzurlu bir şekilde durduktan sonra bir anda gerginleşme
  • homurdanma
  • kolları bacakları sallama
  • araba koltuğuna, slinge ya da çocuk arabasına oturmayı reddetme
  • 8-9 aydan sonra işaret dili ile tuvalet işaretini yapma [Uluslararası işaret diline göre tuvalet işareti, bizim ülkemize pek uygun değil maalesef (kabaca nah işareti ile bay bay yapıyorlar). Ben bunun yerine elimi yumruk yapıp sağa sola sallamayı tercih ettim, bunu yaparken de tuvalet, çişş, kaka gibi kelimeler söyledim.]
  • emeklemeye veya yürümeye başladıktan sonra tuvalete ya da oturağın yanına gitme. 
Evet, bebeğiniz sinyal verdiği zaman tuvalete tutmak gerekir, bu kesin. Ancak bebekler her zaman sinyal vermezler ya da bebek bakımıyla ilgilenen kişiler, bebeğin verdiği sinyalleri her zaman çok iyi algılayamazlar. Ya da sinyal veren bebeğiniz bir anda sinyal vermeyi kesebilir, etrafıyla ilgilenecek çağa geldiğinde daha ilginç şeylere takılıp unutabilir; emeklemeye, yürümeye başladığında takip etmek zorlaşabilir; diş çıkarma ve hastalık dönemlerinde, diğer temel ihtiyaçları gibi tuvalet ihtiyacını da ikinci plana atabilir. Bu durumlarda bebeğinizi zorlamadan tuvalet iletişimine nasıl devam etmek gerekir? Başka hangi zamanlamalar kullanılabilir?

Gelecek bölümde: Ne Zaman?: Sinyal gelmediği zaman

Not: Bu yazı ilk kez Bebek Yapım Bakım Onarım sitesinde yayınlanmıştır.


----------------------------

Tuvalet İletişimi Kitabı artık tüm kitapçılarda ve online kitabevlerinde: 



January 8, 2014

0-18 Aylık Bebekler İçin Tuvalet İletişimi — Bölüm 1



Ilık bir sonbahar günüydü. Kardeşim bizi ziyarete gelmişti, aileye yeni eklenen yeğeni ile tanışmak, 3,5 yaşındaki diğer yeğeniyle oynamak için haftasonunu bizimle geçirecekti. Ailemizin en yeni üyesi henüz 1 aylıktı. Hep birlikte biraz hava almak için yakınımızdaki korulukta yürüyüşe çıktık. İlk kızımızın aksine bu bebeğin ne kadar sakin ve biz artık 'çokça' deneyimli ebeveynler olduğumuz için bakımının ne kadar rahat olduğundan bahsediyorduk. Dilimizi ısırmamış olmalıyız ki o sakin bebek gitti, yerine, huysuz, mutsuz ve bakımı son derece rahatsız bir bebek geldi. Kucağımıza aldık susmadı, yatırdık susmadı, bir türlü sakinleşemiyordu. Kardeşim muhtemelen bizim kendini bilmez ebeveynler olduğumuzu düşünüp bebişi elimizden aldı. Dayı kucağı kısa bir süre işe yaradıysa da, bebiş tekrar huysuzlandı. Hemen bebek-ağlıyor-acil-durum!!! listesinin üzerinden gittik.
- Uykusu geldi!
Hayır, çünkü yürüyüşe çıkmak için onun uyanmasını beklemiştik.
- Karnı acıktı!
Yok bu da değil. Çünkü çıkmadan önce emzirmiştim.
- Gazı var!
Yoo, emzirdikten sonra gazını da çıkarmıştı.
- Kucak istiyor!
İyi de kimin kucağı, anne değil, baba değil, dayı değil, bir ablasına vermedik, versek susar mı acaba diye uç şeyler düşünürken listenin sonunda yer alan, "bezi kirli" maddesini baba hatırladı ve bu bebeğin altını kirletmekten hiç hoşlanmadığı tezini ortaya attı.
Ne cüret! İki kez anne olmuş biri olarak, ona başbakan-mış ve bebek bakımını bana öğretmeye çalışıyormuş gibi baktım. O henüz bir aylık bir bebekti, nereden anlayabilirdi altının kirli olduğunu. Üstelik çıkmadan önce yapılacaklar listesinin başında olan bez-değiştirme işini tabii ki ihmal etmemiştik. Ve çıkalı henüz 10 dakika bile olmamıştı. Yine de, ortamı sakinleştirmek için yanlarından ayrılıp kuşkuyla tuvaletin yolunu tuttum ve altını açmamla birlikte ufak çapta bir patlamaya şahit olmam bir oldu. Sarı kaka renginin yeni giydirdiğim kıyafetlere pek yakıştığını söyleyemeyeceğim ama bebiş sonunda huzura ermişti. Baba kişisi haklıydı! Bebiş kendini kirletmeyi sevmiyordu ama kirlettikten sonra değil, kirletmeden önce, bezine yapmamak için kendini yırtıyordu. Bezini açmamızı fırsat bilip anında etrafı suluyordu.
* * *

Eğer yenidoğan bir bebeğin bezini birkaç kereden fazla değiştirme teşebbüsünde bulunduysanız elinize işenmiş olma ihtimali yüzde yetmiş beştir. Eğer bu bebek erkek bebekse çişinin yüzünüze isabet etmiş olması ihtimali yüzde yirmi beştir. Fakat, aç değil ama açıkta olan, yani bezsiz olan bir bebeğin tuvalet ihtiyacını giderdikten sonra size gülmesi ihtimali yüzde yüz, yani kesindir.

Eğer, 20. yüzyılın son çeyreğinde dünyaya geldiyseniz, bu duruma şaşırma ihtimaliniz yüzde doksan dokuzdur; ama kesin olan bir şey var ki doğadaki tüm memeli hayvanların yavruları gibi insan bebekleri de kendilerini kirletmek istemezler ve diğer temel ihtiyaçlarını haber verdikleri gibi tuvalet ihtiyaçlarını da haber verirler —tabii anlayana. Ben ilk kızımda anlamamıştım. Ki aslında onunla da benzer durumlar yaşamıştık. Örneğin ikisinde de hastanede hemşireler eldiven takıp çöplerin içerisinde çişli bez aramışlardı. İkincisinde, sonradan ortaya çıktı ki ikinci gün yıkanmaya gittiğinde temiz havlular üzerinde bir iz bırakmak istemiş ve altı açılınca rahatça bu isteğini başarmıştı. Çöpün içerisinde bez arayan hemşire bu haberi duyduğunda muhtemelen sevinç çığlıkları atmak istemiş ama bebek uyuduğu için sessizce tebessüm etmekle yetinmişti. Ya da belki de o gün meslekten ayrılmaya karar vermiş ve gelecek hayatı için kurduğu tatlı hayaller onu gülümsetmişti. Kimbilir? Ama bilseydi bebeklerin kendilerini kirletmek istemediklerini ve dolayısıyla bez takılmasından hiç hoşlanmadıklarını her şey çok daha farklı olabilirdi.

Evet, bebekler kendilerini kirletmeme içgüdüsü ile dünyaya geliyorlar. Ama biz ne yapıyoruz? Doğar doğmaz altlarına bir bez takıyoruz ve sanki normal olan buymuş gibi bezlerini tuvalet olarak kullanmalarını istiyoruz. Sonra da iki yaşına geldiklerinde bir anda bezlerini çıkarıp “hayır, oraya değil buraya yapacaksın” diyerek 2 yıldır alıştıkları/güvendikleri, gece-gündüz her iki anlamda da 'bağlı' oldukları bezlerini ellerinden alıyoruz. Üstelik tam iki yaşında, inatlaşmaların en yoğun olduğu dönemde bu işi yapıyoruz. Neden?

Bunun pek çok nedeni var elbette. Bir nedeni bez endüstrisi, modern sistemin getirdiği kullan-at rahatlığı, başka bir nedeni annelerin-babaların çalışma zorunluluğu yüzünden bebekleriyle yeterince ilgilenememesi, ama sanırım en önemli nedeni, Freud'u yanlış okuyanlar ve kasların 18 aydan önce gelişmediği yanlış bilgisini kulaktan kulağa günümüze getirenler.

Freud gerçeği

Bebişin tuvalet ihtiyacını haber verdiğini farkettikten sonra annemin sözleri aklıma geldi: "Biz sizi tuvalete tutardık, siz 1 yaşında halletmiştiniz tuvalet işini. Sen de bebişin altını açtığında lavaboya tutup "çişş" de alışsın." Bir cesaret denemeye başladım ama tedirgindim. Çünkü, yıllardır bize öğretilen/dayatılan çok mühim bir bilgi vardı: 2 yaşından önce tuvalet eğitimi verirseniz çocuğunuz ileride psikopat olur! Yo hayır, ben çocuğum için böyle bir gelecek hayal etmiyordum. Bu konuyu hemen araştırmalıydım. Tarihin önemli figürlerinden biri olan psikolog Sigmund Freud'un bu konudaki görüşleri önemliydi.

Araştırdım, çok araştırdım ve fakat bu konuda en çok referans verilen Freud'un orijinal makalelerinin hiçbirinde erken tuvalet eğitimi ile ilgili bir bilgi bulamadım. En yakın olanı, Freud'un 1905 yılında yayınladığı “Three Contributions to the Theory of Sex” kitabıydı. Bu kitapta yer alan "The Infantile Sexuality" makalesinde, bebeklerde görülen erken cinsel dürtülerden bahsediyordu, bebeklerin haz duyduğu üç farklı erojenik bölgeyi tanımlıyordu (ağız, anal bölge, genital bölge).

Freud’a göre anal bölgeden haz duymaya başlayan çocuklar, kakalarını tutarak şiddetli kas kasılmaları yaşıyor ve kakaları anüs bölgesinden geçerken, oradaki mukozanın tahriş olmasına sebep oluyor, bu da çocuğun, yalnızca acı değil, haz da duymasına sebep oluyor. Çocuğun daha sonraki yaşamında acayiplik [eccentricity] ya da sinirliliğin ortaya çıkması, bakıcısı tarafından kakasını yapması için lazımlığa oturtulduğunda bağırsaklarını boşaltmayı inatla reddetmesi ve bu hazzı kendisi için saklaması durumunda oluyor. Yatağını kirletmesi onu ilgilendirmiyor; onu ilgilendiren tek şey kaka yaparken ona bağlı olarak duyduğu zevki kaybetmemek. Freud, bu faaliyeti kendilerine saklayan çocukları "kötü çocuk" olarak nitelendiren eğitimcilerin doğru fikirde olmadıklarını söylüyor. Bağırsakların içeriğinin sütçocuğu için önemli olduğunu ve bedenin ek bir parçası olarak davranıldığını, bedenden atılmasının ilk “bağış”ı simgelediğini ve esnekliği ifade ettiğini, tutulmasınınsa küçük çocuğun çevresine karşı kin duyabileceğinin göstergesi olabileceğini söylüyor. 

Ancak bu makalesinde de erken tuvalet eğitimi ile ilgili hiçbir şey söylemiyor. Çocuk kakasını tutarsa cimri olur gibi bir saptama kesinlikle yapmıyor; bedenden atılması "bağış"ı ve "esnekliği" simgeler diyor ama aksi durumda cimri olur gibi bir şey söylemiyor. Ve aslında, Freud'un asıl itirazı tuvalet eğitiminin ne zaman yapıldığına değil, nasıl yapıldığına oluyor.

Freud'un yaşadığı dönemde [hatta şaşırtıcı olarak günümüzde bile], tuvalet eğitimi için genel tavsiye, belli saatlerde çocukların bağırsaklarını uyarmak için çocuğun rızası olmadan makat bölgesine sabun çubuğu sokulması, kakasını doğru yere yapmayan çocuklara fiziksel cezalar verilmesi imiş*. Yani, Freud'a göre kişilik bozukluğuna yol açabilecek olan, erken tuvalet eğitimi değil, katı tuvalet eğitimi olmuş --ki bu şekilde bir tuvalet eğitimi, ne erken, ne geç, hiçbir zaman, hiçbir şekilde kabul edilemez zaten.

"Tuvalet ile ilgili kaslar 18 aylıkken gelişir" Miti

Freud'u iyice anladıktan sonra, sıra gelmişti tuvalet eğitimi ile ilgili kaynaklarda sıkça bahsedilen kas gelişimi problemine. Rivayete göre bebeklerin kasları 18 aydan önce gelişmiyordu. Peki nasıl oluyordu da hala pek çok ülkede bez kullanılmıyor, bebekler tuvalete tutuluyordu? Nasıl oluyordu da bizim 1 aylık bebeğimiz, altında bez varken çığlık çığlığa bağırıyor, bezini açınca rahatça (ç)işini yapabiliyordu? Nasıl oluyordu da bizim kuşak çocuklarının en çok duyduğu cümle, "biz sizi bebekken tuvalete tutardık, siz 1 yaşında bezi bırakmıştınız" olmuştur?

Bu mitin kaynağını araştırdığımda gördüm ki, bu bilgiyi ilk kez ortaya atan çocuk doktoru T. Berry Brazelton bile çiş yapmayı sağlayan sfinkter refleksinin kontrolünün 9 aydan itibaren etkin bir biçimde öğrenilebileceğini söylüyordu. Ancak Brazelton, 1962 yılında yazdığı “A Child-Oriented Approach to Toilet Training” makalesinde tuvalet eğitimi verilmesi için 18 ayın beklenmesini öneriyordu ve fakat bunun nedeni tuvalet ile ilgili kaslarının gelişmemesinden değil, bu süreçte çocuğun sözlü iletişim kurabilmesinin, istediğinde kendi kendine oturabilmesi ya da kalkmasının ve kaka ve çiş yapmayı kontrol edebilmeyi istemesinin önemli olduğunu düşündüğü içindi. Ve çocukların tüm bunları 18-30 ay arası başarabileceğini söylüyordu.

Yalnız, Brazelton, bu makalesinin girişinde "elverişli modern bezlerin ortaya çıkışının anneleri (nedense bu işten de hep anneler sorumlu tutuluyor!) nasıl özgürleştirdiğinden ve çocuklarını erken yaşta eğitmekten kurtardığından" bahsediyordu. Neden bilimsel bir makaleye böyle bir başlangıç yapıp binlerce yıldır ve hala pek çok ülkede uygulanan erken tuvalete alıştırma pratiğini eleştirdiği merak konusuydu. Ancak Ingrid Bauer'in** kitabı için yaptığı ayrıntılı araştırmalardan öğrendim ki, Brazelton'ın bu araştırmalarının sponsoru, Pampers bezlerini piyasaya süren P&G şirketi idi.

Hatta Brazelton, 1998’de Pampers 6 beden bezini çıkardığında, “büyük bir mutlulukla” Pampers’ın tanıtım reklamlarında oynamıştı. Reklamda, "çocuğunuzu tuvalet eğitimi için acele ettirmeyin, bu onun seçimi olmalı" diyor ve ekliyor, “çok mutluyum artık daha büyük beden bezler var. Ne büyük yardım ve ne müthiş bir fikir! Çocuğunuzu zorlamayın, doğru zaman geldiğinde, bu onun başarısı olacak, başka hiç kimsenin değil.”

Evet, bir konuda Brazelton’a katılıyorum; çocuk tuvaleti kendi kendine kullandığında, bu onun başarısı olacak, burası kesin. Ve fakat Brazelton’ın yüzündeki ifadeden bunun yalnızca çocuğun başarısı olmadığını görebiliyoruz. Çocuk doktoru Brazelton’ın Pampers bez reklamında büyük beden bezlerin çıkmasından neden bu kadar mutluluk duyduğunu söylemesi, aslında hiç de anlaşılmaz değil.

Tabii bu mutluluğu paylaşan, tuvalet eğitimi yaşının gecikmesinden kazanç sağlayan yalnızca Brazelton değil. Onun da dahil olduğu, milyon dolarlık bir bez endüstrisi, ki bu bez endüstrisinin de dahil olduğu koskoca bir kapitalist sistem var. İnsanlara kolaylık sağladığı iddia edilen kullan-at’lardan çok büyük kazanç sağlayan bir sistem. Ancak ne yazık ki, insanlık için ilerleme olduğu iddia edilen bu kullan-at’lar doğaya verdiği zararla ilerlemeden çok gerilemeye, kullanılan kimyasallarla pek çok yeni hastalığın ortaya çıkışına katkıda bulunuyorlar.

Konumuza dönecek olursak, artık, 2014 yılında, 7 beden (17-29 kg) bezler bile üretiliyor ki bu Disease Control and Prevention Merkezinin yayınladığı klinik gelişim tablosuna göre, %50’lik persentil için ortalama 9 yaşına kadar demek oluyor. Daha çok gece altını ıslatan çocuklar için dizayn edilmiş bu en büyük beden bezler, aslında gece alt ıslatmanın, geç yaşta verilen tuvalet eğitiminin bir yan etkisi olduğunu bilmeyenler için bulunmaz nimet oluyor.

Artık ortalama tuvalet eğitimi yaşının 2,5 olduğu, bunun normal kabul edildiği günümüzde bir çocuğun bez masrafı ortalama 6250 lira oluyor. Bir çocuktan 2,5 yılda 6250 lira kazanan bez endüstrisi mutlu olmasın da kim mutlu(!) olsun.

Ve fakat, bu endüstrinin dışında kalan bizler yalnızca para kaybetmiyoruz. Bir endüstrinin verdiği zarar sadece maaliyet fiyatlarıyla hesaplanmıyor, bir de dünyaya, dünyada yaşayan diğer canlılara, gelecek nesillere verilen zarar var ki bunun değeri 2,5 yılda 6250 liradan çok çok daha büyük. Örneğin, hazır bezlerde kullanılan sodium polyacrylate maddesi ıslanınca jel şekline dönüşüyor ve yapılan araştırmalara göre, bu madde toksin üreten bakterilerin üremesi için uygun ortam hazırlıyor ve bebeğinizde pişik ya da daha farklı alerjik reaksiyonlara sebep olabiliyor. Ayrıca hazır bezlerde bulunan tributyl-tin (TBT) maddesi, toksik bir kimyasal olup insanlarda ve hayvanlarda hormon problemlerine yol açabiliyor. Neresinden baksanız, kokmuş, kokuşmuş bir endüstri bu.

Fotoğraf: http://nurturingmothersnetwork.wordpress.com
Elbette bu fenomen, yalnızca bir çocuk doktorunun, bir bez firması için çalışması ile açıklanamaz. Brazelton olmasaydı, başka bir çocuk doktoru koyardı 18 ay sınırını. Ya da hiçbir çocuk doktoru olmasaydı bile bez endüstrisi bir şekilde gelişip dünyayının çoğunu ele geçirirdi. Tek kullanımlık bezlerin, kapitalist sistem içerisinde varolmaya çalışan ebeveynler için sağladığı rahatlık yadsınamaz. Bu bezler sayesinde, günlerini çocuklarından uzakta çalışarak geçiren ebeveynler, akşam eve geldiklerinde, bir de çocuklarını tuvalete götürerek çok 'kıymetli' zamanlarını bunun için harcamak istemeyebilirler [ki aslında bilmezler ki tuvalet iletişimi kurulan bebeklerle tuvalette geçirilen zaman en az diğer doğal ihtiyaçlarıyla ilgilenirken geçirilen zamanlar kadar eğlenceli olabiliyor]. Kullan-at bezler, modern sistem içerisinde bir ihtiyaca cevap verdiği için bu kadar gelişmiş bir endüstri haline gelmiştir. Fakat, aynı zamanda kısa vadede zaman kazandırıyor gibi gözüken bu ürünler, uzun vadede bakıldığında, tuvalet eğitimi yaşının giderek geciktirilmesiyle daha çok zaman ve daha çok para tükettirirler. Bir de tuvalet eğitimi için 2 yıl beklenmesinin çocuğa getirdiği fizyolojik zarar, tuvalet eğitimi verilirken yanlışlıkla yapılan psikolojik hasar var ki bunlar kaybedilen zaman ve paradan çok daha ciddi olabilir.

Örneğin, yapılan araştırmalara göre***, tuvalet eğitimi sürecinde çok rastlanan bir sorun da kaka eğitimine dirençtir. Bir süre sonra çişlerini rahatça tuvalete yapmaya alışsalar da, tuvalet eğitimi alan çocukların beşte biri kakalarını yapmak için bez bağlanmasını talep ederler. Bez bağlanmadığında da, kakalarını tutup çoğu zaman kabızlık, bazen de tıpta enkoprezis olarak bilinen ve çocuğun iradesi dışında kaka kaçırmasına neden olan bir rahatsızlık gelişebilir. Sonuç olarak kaka yapmak onlar için daha da tramvatik bir hale gelir.

Çiş içinse, "kullan ya da kaybet" ilkesi geçerlidir. Çiş yapma ile ilgili iki kasımız vardır, biri istemsiz olarak çalışır (internal urethral sphincter) ve idrarın, idrar torbasından idrar yoluna akmasını sağlar, diğeri (external urethral sphincter) istemli olarak çalşır ve çişimizi yapmak istediğimizde isteğe bağlı olarak gevşetilebilir. Bebekler doğaları gereği, istemli olarak bu kaslarını gevşetebilirler. Bunun için belli bir ses (çişşş, psss, vs.) duymaları ya da belli bir pozisyona (çömelme, squat) geçmeleri yeterli olur. Tuvalet iletişimi erken kurulan bebekler idrar torbaları tam olarak dolmadan önce istemli olarak kaslarını gevşetebilirler. Ancak 2 yıl boyunca kullanılmadığında bu istemli kas kontrolü kaybolur. Genelde 2 yaş civarında gerçekleşen tuvalet eğitimi döneminde bu istemli kaslarını gevşetmek yerine sıkmaya odaklanan çocuklar, çiş yapma ihtiyacı acil duruma gelmeden bu kaslarını gevşetemezler. Yani 2 sene boyunca beze bağlı olmak durumunda kalan çocuklar istemli kaslarını kullanmadıkları için kaybederler. Ve yapılan araştırmalara göre* tuvalet eğitimi yaşı geciktikçe inkontinans (yani çişini tutamama) riski daha da yükselir. Gece alt ıslatmanın 2 yaşından sonra tuvalet eğitimi verilen çocuklarda daha sık rastlanmasının nedeni de bu yüzden kaynaklanır. Beze bağlı bebekler, sphincter kaslarını kullanmadıkları için, bir süre sonra farkındalıklarını yitirirler ve idrar torbası yarıdan daha az olduğunda gelen ilk uyarıyı farkedemezler. İstemli kas kontrolünü kaybettikleri için son ana kadar tutup tutamadıkları noktada da kaçırırlar**.

Tuvalet Eğitimi Değil, Tuvalet İletişimi!

Fotoğraf: ahippiewithaminivan.com
Oysa tuvalet eğitimi bu şekilde olmak zorunda değil. Bebekler, bu doğal ihtiyaçlarını karşılamak için 2 yaşını beklemek zorunda hiç değil. Hatta tam tersine ne kadar erken başlanırsa o kadar iyi. Çünkü bebeklerin ilk 3 ay kendilerini kirletmeme içgüdüleri çok kuvvetlidir ve bunlara cevap verildiğinde geliştirilebilir. Tabii burada bahsettiğim daha çok iletişim. İlk 3 ay bir bebeğe eğitim veremezsiniz. Yalnızca onun derdini anlayıp ihtiyaçlarını karşılamasına yardımcı olabilirsiniz. Ancak daha sonra, ona anlatıp, göstermek, neyi nasıl kullanacağını öğretmek (sifon, tuvalet kağıdı, lazımlık, vs.), örnek olmak, onunla bu konuda iletişime geçmek çok önemlidir. Eğitim deyince anlaşılan genellikle içerisinde ödül ve cezayı barındıran eğme-bükme işidir. Bu da hangi yaşta olursa olsun çocukların psikolojisine zarar verir --bu masum bir "aferin" bile olsa****. "Eğitim" yerine "iletişim" kelimesinin tercih edilmesi bu yüzdendir.

Tuvalet iletişimi terimi, ilk kez Ingrid Bauer tarafından 2001 yılında ortaya atılmıştır. Bauer’e göre,
Tuvalet iletişimi, bir bebeği emzirmek veya kucağınızda taşımak gibi somut ve pratik bir davranış. Ve bu davranış, ideal olarak, sevgi ve şefkâtle sürdürülebilir. Tuvalet iletişimi, özünde, bebeğin ihtiyaçlarına cevap vermektir. Tuvalet iletişimi ile ilgili diğer her şey —bezden kaçınmak, daha az para harcamak, çevreye olan etkileri, kuru bir yatak, daha az iş— ikincildir.  
Bir bebekle tuvalet ihtiyacı üzerine iletişime geçmek tuvalet bağımsızlığını öğretmeye odaklanmış lineer bir süreç değildir. Nasıl emzirmenin hedefi, emzirmeyi bırakması değil de beslenmesidir, tuvalet iletişimi de emzirme gibi, bebeğin ihtiyaçlarına cevap vermenin bir yoludur. Tuvalet bağımsızlığı elbette kaçınılmaz bir sonuçtur ama tuvalet iletişiminin asıl hedefi değildir. Emzirmenin de tuvalet iletişiminin de esas amacı, bebeğinizle sevgi dolu bir şekilde ilgilenmektir, şimdi, şu anda.


Not: Bu yazı ilk kez Bebek Yapım Bakım Onarım sitesinde yayınlanmıştır. 

--------------------------------
Kaynaklar:

* What the scientific evidence reveals about the timing of toilet training: http://www.parentingscience.com/science-of-toilet-training.html

** Bauer, I. (2006). Diaper free: The gentle wisdom of natural infant hygiene. New York, NY: Plume.


**** Övgünün ters etkisi ve tersinin tersliği: http://yavrusu.blogspot.com/2011/11/ovgunun-ters-etkisi-ve-tersinin-tersligi.html



-----------------------------

Tuvalet İletişimi Kitabı artık tüm kitapçılarda ve online kitabevlerinde: 



December 22, 2013

Çocuk İstismarını Önleme Konusunda Çocuk Güvenliği Aktivite Kitabı

Onlineanne.com sitesinin kurucuları Melike ve Pınar çocuk istismarı ile ilgili çocukları bilgilendirme amaçlı çok önemli bir çalışma yapmışlar. Çocukların anlayacağı dilde, seveceği şirinlikte bir aktivite kitabı hazırlayıp kullanıma açmışlar. Aşağıda kendi kaleme aldıkları metinden ve linklerden konuyla ilgili ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz. Şimdi bize düşen bu metni yayarak çocuk güvenliği aktivite kitabını mümkün olduğunca çok çocuğa ulaştırmak; çünkü onların yazıda belirttiği gibi çocuk istismarı maalesef çok yaygın...

"Çocuk istismarı her ülkede önlemler alınmasını gerektiren bir sorun olarak karşımızda. Bu konuda çalışan uzmanlar fiziksel istismarın çok daha yoğun olduğunu, çocuklarımızın yarısının fiziksel istismar yaşayarak büyüdüğünü, istismarın yanısıra çok yaygın bir ihmal konusunun olduğunu vurgulamaktalar. Her 3 kız çocuktan 1’inin cinsel istismara uğradığı ve bu verilere çocuk gelinlerin dahil edilmediği bir ülkemiz var  (http://www.radikal.com.tr/turkiye/turkiyede_her_bes_cocuktan_biri_cinsel_istismara_ugruyor-1161744).

Buna karşılık Türkiye’de çocuk istismarının önlenmesine ilişkin sesler her geçen gün biraz daha artıyor. Bu sadece Türkiye’nin sorunu değil; yurtdışında da bu konuda farkındalığın artmasına yönelik çalışan pek çok organizasyon var. Bundan bir süre önce yurtdışında yaşayan iki Türk anne, çocuklarının devam ettiği devlet okulunun yönlendirmesi ile, çocuklarının ve kendilerinin çocuk istismarını önleme konusunda bilgilendirilmesini içeren bir programa dahil oldular. Bu programın (www.thechildcenter.org) çok yararlı olduğunu düşündükleri için bu süreci detaylı olarak bloglarına (www.onlineanne.com) taşıdılar. Ailelerin ve çocukların istismar konusunda bilmesi gerekenler konusunda çok aydınlatıcı buldukları bu programın gelir seviyesinden bağımsız Türkiye’deki her çocuğun da hakkı olduğunu düşünüyorlar.

Türkiye’de böyle bir programın, en azından bahsedilen çocuk aktivitelerinin yararlı olacağını düşünen öğretmenlerden, annelerden, hatta kurumlardan kaynaklara ulaşmak isteyen mailer aldılar. Bahsettikleri programdaki tüm bilgiler İngilizce ve Almanca olduğu için de bu bilgileri ellerinden geldiği kadar Türkçe bir içerik altında toplamaya çalıştılar. Böylece çocuklar ve ebeveynler için çocuk istismarı hakkında çocuklarımıza öğretmemiz gerekenleri içeren Türkçe bilgilendirici aktivite kitabını herkesin kullanımına açtılar.


Bu kitapçığın amacı, Türkiye’de büyük eksikliği bulunan bir alanda, bütçesi olan, geniş kapsamlı, devlet destekli, kurumsal bir proje ile somut adımlar atılana kadar, ebeveynlerin kendi çocukları için kullanabilecekleri bilgilendirici bir Türkçe konuşma malzemesi yaratmak. Kullandıkları referanslar kitapçığın en arkasında yer almakta. Bu kitapçığı buradan indirebilirsiniz."Bu kitap nereden çıktı" konulu yazıların linklerini de aşağıda bulabilirsiniz.

Bu iki anne ulaşabildikleri herkesten “Bu kitapçığı beğenirseniz yayın”, “Beğenmezseniz bize neden beğenmediğinizi bildirin” ricasında bulunuyorlar. Ayrıca benzer bir projeyi daha küçük bir yaş grubu için uygulamaya koyan Kırmızı Biber Derneği’ni de destekleme çağrısı yapmaktalar.

Bu kitapçığı çocuğunuzun algısına, yaşına, ihtiyaçlarına uygun olarak, zamanı geldiğini düşündüğünüzde, ister tek tek sayfalar halinde; isterseniz bir seferde bir 15 dakikanızı ayırarak kullanabilirsiniz. Bu konuyu sadece cinsel taciz boyutunda değil, çocukların kendi haklarını ve hakları ellerinden alınırsa yapabileceklerini öğrenmesi olarak düşünmek mümkün. Ve bunu aileler de, öğretmenler de çocuklara öğretebilir."

Çocuk İstismarını Önleme Konusunda Çocuk Güvenliği Aktivite Kitabı


Bu konuyla ilgili diğer yazılar: 

Çocuk İstismarı Konusunda Çocuklara Öğretilmesi Gerekenler (http://www.onlineanne.com/2012/11/18/cocuk-istismari-konusunda-cocuklara-ogretilmesi-gerekenler/)

Çocuk İstismarını Önleme Konusunda Yapabileceklerimiz (http://www.onlineanne.com/2013/12/09/cocuk-istismarini-onleme-konusunda-yapabileceklerimiz/)

OLA ile Onbeş Dakika: Çocuk İstismarı Güvenlik Aktiviteleri (http://www.onlineanne.com/2013/12/09/ola-ile-onbes-dakika-cocuk-istismari-guvenlik-aktiviteleri/)

Çocuk Güvenliği Aktivite Kitabı hakkında sık sorulan sorular (http://www.onlineanne.com/2013/12/12/cocuk-guvenligi-aktivite-kitabi-hakkinda-sik-sorulan-sorular/)

October 31, 2013

Minimalist Ebeveynlik


Bu kitabın tanıtımını Uzunçorap sitesinde görüp kindle'ıma indirmiştim. Aslında 2-3 cümleyle özetlenebilecek bir konu için neden koskoca bir kitap yazdıklarını anlamış değilim --sanırım onların beyni de benimki gibi bir konuyu 140 karakter yerine 140 paragrafla nasıl anlatırım şeklinde işlediğinden olsa gerek. Neyse, kitabın temel cümlesi şu:
               "Mükemmelin iyinin düşmanı olmasına izin verme!"

Yani çocuğuma mükemmel anne-babayı / okulu / yemeği / hediyeyi / ve saireyi vereceğim diye kendini paralama, "yeterince iyi" de gayet iyidir.


Kitapta bir de enteresan bir araştırmadan bahsediyor. Kitabın yazarlarının 8-17 yaş arası çocuklarla yaptığı bu araştırmada çocuklara "tek dilek" sorusu sorulmuş. Soru şu: "Eğer anne-babanızın iş hayatının sizin yaşamanıza olan etkilerini iyileştirme konusunda tek bir dilek hakkınız olsaydı, ne dilerdiniz?" Hayır, çocuklar, çoğu ebeveynin düşündüğü gibi aileleriyle daha çok zaman geçirmeyi dilememişler. Sanırım her yaşta insanlar boyu-boyuna, yaşı-yaşına uygun kişiler arıyor. Bakınız, bizimkinin 6 aylıkken gözlerini ışıldatan kitap: 


Evet, çocukların, en çok diledikleri şey aileleriyle daha çok zaman geçirmek değilmiş. En çok diledikleri şey, anne-babalarının daha az yorgun ve daha az stresli olması olmuş.

Peki nasıl olacak bu? Bütün gün çalış, yorul, üzerine gel bir de ev işlerini yapmaya çalış, çocuklarla ilgilen, yalnızca şimdiyi değil, geleceklerini de düşün, okul araştır, planlar yap... Geçen yazıda cevap sosyalleşmeydi, bu kitapta daha çok çekirdek aile vurgusu var, o yüzden cevaplar da aile içinden. Uzun uzun yazmayacağım, zaten bence ebeveyn olduysanız kitapta önerilen pratik bilgilerin çoğunu içgüdüsel olarak bulmuşsunuzdur. Mesela çocukları ev işlerine dahil etmek. Bunu geçen yazıda bahsettiğim Idle Parent (Aylak Ebeveyn) kitabının yazarı Tom Hodgkinson da öneriyordu, o da çocuklarıyla birlikte bulaşık yıkıyormuş, bunu oyun haline getirip eğleniyorlarmış birlikte. Yalnızca bunun bir iş olduğunu çocuklara çaktırmayın diyor :) Bu kitapta da pratik bir öneri olarak evi gün içerisinde defalarca toplamak yerine, akşam yemekten sonra bir müzik açıp tüm aile, hep birlikte eğlenerek toplayabilirsiniz diyor. Bir de,
Sorulması gereken soru, "Bu işlerin hepsini nasıl yaparım?" değil, "Bu işlerden hangisini yapmam daha önemli?" olmalıdır. 
diyor ve multitasking'e şiddetle karşı çıkıyor. Önem sırasına koyun, teker teker yapın, minimalist olun hepsini birden halletmeye çalışmayın, an'a konsantre olun, annem gibi bulaşık yıkarken bir ayağınızla da yer beziyle yerleri silmeye çalışmayın, benim gibi saklambaç oynarken evi toplamaya çalışmayın, elinizdeki eşyalara göre bir sonraki saklanacağınız odayı belirlemeyin, multitasking yerine multipeople kullanarak işlerinizi halledin demeye getiriyor. Türkçe meali: "bir elin nesi var, iki elin sesi var, üç-dört elin bir evi kolayca çekip çevirebilitesi var" olabilir. Bizde erkişi her işi yapıyor, orada bir sorun yok ama çocuklarla daha işimiz var. O yüzden benim bu kitaptan aldığım son şey şu slogan oluyor:


Not: İki yazıdır bahsettiğim bu ebeveynlik kitaplarının isminden (minimalist ebeveyn, aylak ebeveyn) yola çıkarak annelik müessesesinden kaytarmaya çalıştığım sonucu çıkarılmasın lütfen; her şey çocuklarım özgür ve kendine yeten bireyler olsun diye dost :)


October 23, 2013

'Korkunç' çocuklar

Bizim ufaklık 1 yaşına geldi ve yürümeye başlayalı beri tam bir bızdık (toddler) davranışı sergilemeye başladı. Artık çiş dolu lazımlığını tuvalete kendisi götürüp boşaltmak istiyor, çişler yere dökülmesin diye ben bir ucundan tutmaya çalışınca, o büyük bir hışımla diğer ucundan tutup çekiyor ve benim yerlerin çiş olmaması için gösterdiğim tüm çaba, bana daha çok çaba olarak geri dönüyor. O taşırken 3-5 damla dökecekse, ben karışınca tüm çişler yere gidiyor --Bızdık Davranışı No: 1.

Ya da mesela pek 'özenli' ablasının ortada bıraktığı küçük lego parçasını ağzına attığında, ısırılma pahasına parmağımı ağzına sokup lego-korsanın kancalı kolunu ağzından çıkardığım anda kendisini yere atıp ciddi ciddi dövünüyor --Bızdık Davranışı No: 2.

"En iyisi hiçbir şeye dahil olmayacaksın, bırak ne halleri varsa görsünler!" diyemiyorum ve her seferinde kendimi tehlikeye atıp duruma müdahele ediyorum. Ama sonuç olarak her seferinde çemkirilen ben oluyorum ve üstüne üstlük hem ortamı, hem durumu yine-yeniden-ve-hep ben toplarlamak durumunda kalıyorum --Anne Davranışı Seri: klasik.

Bu durumlara, ikinci kez bir çocuk büyütüyor olmama rağmen şaşırıyorum. "Hani bunlar 2 yaşında korkunç olacaklardı? Daha 1 bile olmadan neyin siniridir, neyin harbidir bu?" diye kara kara düşünüyorum. Daha doğrusu düşünüyordum, artık buldum!

fotoğraf: http://www.bigpicture.in/photographs-of-the-naughty-kids/

Evet, aslında çocuklar hep korkunç, her yaşta, her zaman korkunçlar :) Hiç karışılmasın, müdahele edilmesin, yollarına çıkılmasın, her şeyi kendileri yapsın istiyorlar. Hareket etmeye başladıkları andan itibaren bu böyle. 1 yaşındayken kendi arabasını itmek vasıtasıyla insanlara korku dolu anlar yaşatmak, 2 yaşındayken bıçakla kendi köftesini kesmek, 3 yaşındayken (hava-kombinasyon ve dahi yaş olarak) en uygunsuz kıyafetleri bulup giymek, 4 yaşındayken tek başına dışarı çıkmak, 5 yaşındayken 8 saat sürse ve anne-babaya cinnet geçirtse de ayakkabısını kendisi bağlamak, 13 yaşındayken karşı cinsle 'uygunsuz' münasebetlerde bulunmak, 16 yaşındayken motorsikletle dünya turuna çıkmak, 18 yaşındayken arkadaşlarıyla bungee jumping yapmak, 30 yaşındayken hala evlenmeyerek o çok istediğiniz torun sevgisinden sizi mahrum etmek... Yani sizin yapmasını istemediğiniz her şeyi yaparak size 'korkunç' bir hayat yaşatmak.

Tabii bu baktığınız yere göre değişiyor. Eğer kafanızda çocuğunuzun hayatı için kurduğunuz, size göre pek 'tatlı' hayaller varsa, çocuğunuz da bunu bilirmiş gibi mutlaka onları yıkmak için uğraşacaktır; hatta normalden daha fazla çabalayacaktır. Ama eğer onu doğduğu andan itibaren ayrı bir birey olarak görüp kendi isteklerinin/hayallerinin peşinden koşabileceğini kabul ettiyseniz bu hayatta aşmışlardan --ya da kopmuşlardan-- biri olmuşsunuz demektir.

Kopmuşlar, genelde anne tarafından "baba" tabir edilen kişiler olabiliyor. Annelerin çocuklarla yaşadığı sinir harbi karşısında hiç istiflerini bozmadan son derece sakin durarak, annenin tırlatma çizgisine bir aşama daha yaklaşmasına sebebiyet veren bu kişiler, genellikle anne tarafından "bir şey söylemeyecek misin?!?!?!" diye 'kibarca' sorularak duruma dahil edilmeye çalışılıp sonuçta faturanın yine anneye çıkarıldığı bir durum yaşatabiliyorlar insana.

Aşmışlar, yine sakinliğini bozmuyor ama durumdan kopuk da davranmıyor, tam tersine sinir harbi yaşayan ve yaşatan bebenin dilinden anlıyor ve onu doğru yere yönlendirebiliyorlar. Kaç yaşında olursa olsun ona birey olarak davranıp dizlerinin üzerine çökerek göz teması kuruyor, ben diliyle konuşup duygu yansıtması yaparak bebelerini sakinleştirebiliyorlar.

Ama bizde her zaman böyle olmuyor. Genellikle şöyle oluyor:
- Dışarı çıkmak istiyorum.
- Bahçeye çıkabilirsin.
- Hayır, ön tarafa çıkmak istiyorum.
- Olmaz, oradan arabalar geçebilir, tehlikeli.
- Kapının önünde oynarım.
- Hayır, biz olmadan çıkamazsın, şu yemeği atayım, birlikte çıkarız.
- Tek başıma çıkıcam.
- Hayır çıkamazsın.
- İstiyorum ama!
- Çıkamazsın ama!
- Ama istiyorum!!
- Ama çıkamazsın!! (duygu yansıtmasını kelime yansıtması olarak anlamış anne)
- Üveaaaaa!!!!!
- Böyle yaparsan hiç çıkamazsın bak söyleyeyim.
- Annecim, dışarı çıkabilir miyim lütfen?
- Hayır biz olmadan çıkamazsın, dışarıda kötü niyetli insanlar olabilir (dışarısı manyak kaynıyor, seni kaçırıp organlarını çalabilirler'in kibarcası).
- Güzelce sordum ama.
- Tamam o zaman güzelce söylüyorum: bahçeye çıkabilirsin. (hop döndük mü başa, bozuk plak gibi çal dur artık, tabii her çalışta sesi daha da artıyor ve en sonunda karşılıklı olarak şöyle bir şeyler duyuluyor:)
- Ğyayajagşasdjkfaşsldfaeraesfzc va va vaaaa!!!!!!!!!!!!!!
(ve olay annenin klasik son sözü ile sona eriyor, en azından annenin tarafında)
- Çıkılmayacak dediysem çıkılmayacak. Nokta. 

1 yaşındayken daha kolay, çünkü henüz hala etrafta ilgilerini çekebilecek çok fazla şey var; ota b.ka şaşırıp duruyorlar zaten. Ama 2 yaşına geldiklerinde giderek zorlaşıyor, çünkü hem hafızaları gelişiyor, hem de etraftaki çoğu şeye hakim oldukları için ilgilerini dağıtmak güç oluyor. 3'te biraz çözülüyor çünkü artık biz onları muhtaç bebeler olarak görmekten vazgeçiyoruz. Geçemediğimizde, onları koruma adı altında sürekli bir şeyleri kısıtladığımızda, vakti geldiği zaman artık onlar bizden vazgeçiyorlar. Ergenlikle birlikte yetişkin bedenine geçtikleri zaman rövanş* maçıyla sahalara çıkıyorlar (*rövanş, Fransızca "revenge"dan geliyor, a.k.a. intikam!!!) Eğer o zamana kadar birey olduklarını kabullenememişsek, işte o zaman bizim için gerçekten 'korkunç' günler başlıyor. Yani baktığımız açıya göre yaşam bize hep korkunç. 


Korku toplumu

Tabii çocuklara da korkunç, hatta onlara daha korkunç. İktidarla sürekli bir çatışma içerisindeler, önce anne-baba, sonra öğretmen, müdür, sonra patron, derken yaşam hakkınız olan şeyleri korumaya kalktığınızda polis, devlet... Hayat boyu bir mücadele. Ve iktidarın söylemi hep aynı: "Her şey sizin güvenliğiniz için!"

Güvenliği sağlamak için savaşlar yapılıyor, darbe yapılıyor, güvenliği sağlamak için su sıkılıyor, gaz bombları atılıyor, insanlar-gencecik insanlar öldürülüyor, güvenliği sağlamak için okullarda öğretmenler tenefüslerde bile nöbet tutuyor, güvenliği sağlamak için çocukların dışarıda özgürce oynamasına izin verilmiyor.

Elbette anne-babaların niyetleri daha 'masum', sonuçta dışarısı tehlikeli, tanımadığımız insanlar var, çocuklarımızı kaçırabilir, onlara korkunç şeyler yapabilirler, sokaklar artık güvenli değil... Ve fakat bu masum görünen gerekçenin altında yatan "ben sana güveniyorum ama çevreye (Türkiye'de artık "polise" diye değiştirilebilir) güvenmiyorum" mesajı farklı iktidar biçimleri tarafından farklı şekillerde kullanılabilir. Mesela, ben halkıma güveniyorum ama bu ayyaş-çapulculara güvenmiyorum, o yüzden onları böcek gibi öldürüyorum. Bir diğer versiyonu da islamofobi. Ama hepsinin sonucunda ortaya çıkan şey aynı: korku toplumu.

Oluşturulan korku toplumlarının pek çok nedeni var elbette. Ancak sonuçlarına bakacak olursak, hayatın, çocuklar için ne kadar zor bir hale geldiğini görmemiz hiç de zor olmaz. Çocuklar artık çok yalnız büyüyorlar, bir evin içerisinde çoğu zaman yalnızca bir anne ve bir baba ile geçiyor ömürleri. Başka çocuklarla bir arada olduklarında nasıl oynayacaklarını bilmiyorlar. Başlangıçta güzel gitse de bir noktada mutlaka kriz çıkıyor ve biz büyükler hemen tepelerinde bitip kriz yönetimi yapmaya başlıyoruz. Yönetim de "aman çocum, bak paylaş, aaa arkadaşa vurulur mu hiç, ne kadar ayıp!" gibi klişe lafların ötesine geçemiyor. Peki bizim çocuklara yaptığımız ayıp değil mi? Çocukları yalnızlaştır, bakıcı olarak iPad/iPhone kullan, sosyalleşmesi için fırsat sunma, sonra bir de gidip çocuğa çemkir. Veya, özgüveni yüksek yetiştireceğim diye her istediğini yap, tepene çıkar, sonra o sana çemkirsin.


Büyük şehir, küçük hayatlar

Evrimbilimci psikolog Peter Gray "The Play Deficit" makalesinde sosyal oyun fırsatı verilmeyen çocukların giderek daha narsistik olduğundan, empati yeteneklerinin zayıfladığından ve gelinen noktada çocuklarda görülen zihinsel hastalıkların ve intihar oranlarının giderek artmakta olduğundan bahsediyor. 15 yaşın altındaki çocuklarda görülen intihar vakası sayısı, 1950'li yıllarda görülen sayının 3 katına çımış. Yani, şimdiki çocuklar artık hem yalnız, hem korkunç, hem hasta, hem de çaresiz. Tabii bizler de.

İki çocuğumu da normal doğurdum, ilaçsız vajinal doğum. İlk doğumdan sonra bir süre bulutların üzerinde uçtum, kendimi 10 kaplan gücünde hissediyordum. Artık bunu başardım ya, başaramayacağım hiçbir şey yok şu hayatta diye düşünüyordum. Ama YavruSu ile evde 1 hafta geçirdikten sonra o bulutların üzerinden tepetaklak aşağı düştüm ve nasıl doğum yaptığımın hiçbir önemi kalmadı. Uzun bir düşüştü bu, uzun süre kendime gelemedim. Önce etrafımdaki çocuklu ailelere kızdım. Biliyordum zorlukları olacağını ama bu kadar zor olacağını tahmin bile edemezdim. Neden kimse bana böyle olacağını söylemedi diye epey öfkelendim. Derler ya bir çocuk yetiştirmek için bir köy gerekir diye. İşte artık maalesef ne bir köy var bizim etrafımızda, ne de biz böyle bir köyde yetişmişiz ki etrafımızdaki çocukların bakımına dahil olmuş olup deneyim kazanmış olalım. Neyse ki, ikinci doğumda biraz daha tecrübeliydim, düşüş apartman yüksekliği ile sınırlı kaldı :)

Peki nedir çaresi? Nasıl olacak, nasıl sosyalleşecek bu çocuklar ve biz ebeveynler?

Eskiden okullar yarım gündü, bizim hayatımızda çok önemli bir yer tutmazdı. Şimdi artık çocukların tam gün (sabah 8-akşam 5, hatta bazı yerlerde 7-6) gönderildiği kreşler, okullar var. Ancak Gray'e göre okullar da çare olamıyor bu 'korkunç' soruna. Çünkü, okullar demokratik olmaktan çok otoriter olduğu ve dayanışmadan çok rekabeti desteklediği için bu özellikler (yani sosyalleşme, empati yeteneği, vb.) okullarda geliştirilemiyor. "Okul yalnızca, birisinin sizden yapmanızı istediği bir şeyi yapmayı öğrenmek için iyi bir yerdir, çocukları hayata hazırlamak için değil" diyor ve ekliyor:
"Oyun oynamak, öğrenmektir. Oyunda çocuklar, hayatın en önemli derslerini öğrenirler, okullarda öğretilemeyen derslerini. Bu dersleri iyi öğrenmek için, çocukların çok fazla oyuna ihtiyacı vardır -- çok ve çok daha fazlasına, yetişkinlerin müdahelesi olmadan."
fotoğraf: http://blog.xoafrica.com/culture/the-bushmen-contemporary-art/

Tabii, Gray'in bahsettiği daha çok sosyal oyun, karışık yaş gruplarıyla birlikte ebeveynlerin olmadığı bir ortamda, güdümlü aktiviteler yapmak değil, özgürce oyun oynamak (yani i-Pad oyunları saylanmıyor :P). Çocuklar anne-babalarıyla oynarken daha mızmız/oyunbozan olabiliyorlar ama arkadaşlarıyla oynarken böyle yapmıyorlarmış. E tabii, biliyorlar ki anne-baba ne yaparlarsa yapsınlar onların yanında olacak, fakat arkadaşları bir dahaki sefere onunla oynamaktan imtina edecekler. Yine Gray'e göre:
"Oyunun sosyal becerileri geliştirmek için bu kadar güçlü bir araç olmasının nedeni, gönüllü olmasıdır. Oyuncular istedikleri zaman oyundan çıkabilir ve eğer mutsuzlarsa oyundan çıkarlar. Her oyuncu bunu bilir ve eğer oyunun devam etmesini istiyorsa, kendi istekleri ve ihtiyaçları kadar diğer oyuncularının istek ve ihtiyaçlarını da karşılamalıdır ki oyuncular oyunu bırakmasın. Sosyal oyun çok fazla pazarlık yapmayı ve taviz vermeyi içerir. Eğer patronluk taslayan birisi tüm kuralları belirliyor ve diğer oyunculara ne yapacaklarını söylüyorsa, arkadaşları onunla oynamak istemeyecektir ve oyundan çıkıp başka bir yerde kendi oyunlarını kuracaklardır. Bu bir dahaki sefere oyun kurarken daha fazla dikkat edilmesi için önemli bir deneyimdir. Arkadaşları için de; eğer patronluk taslayan kişinin hoşlandıkları özellikleri varsa, onunla oynamadan önce isteklerini daha net ortaya koymaları gerektiğini öğretir. Sosyal oyundan zevk almak için otoriter değil ama iddialı olmak gerekir ve bu sosyal hayatın tümü için geçerlidir. Oyun oynayan çocukları izlerseniz çok fazla müzakere yaptıklarını ve uzlaşmak için çok fazla taviz verdiklerini görürsünüz. Oyunu nasıl oynayacakları üzerine konuşarak geçirdikleri zaman, gerçek oyundan çok daha fazla zaman alır. 
Sosyal oyunun altın kuralı 'Başkalarının sana davranılmasını istediğin gibi davran' değildir. Daha çok, biraz daha zor olan: 'Başkalarına, onların kendilerine davranılmasını istediği gibi davran'. Bunu yapmak için diğer insanların beynine girip onların bakış açısından bakabilmeniz gerekir. Çocuklar sosyal oyunda her zaman bunu yaparlar. Oyundaki eşitlik, aynı olanların eşitliğinden gelmez. Daha çok, bireysel farklılıklara saygı duymaktan ve herkesin istek ve ihtiyaçlarını aynı derecede önemli olarak görmekten gelir. Thomas Jefferson'ın tüm insanların eşit olarak yaratıldığı lafının en iyi yorumlaması budur. Hepimiz aynı şekilde güçlü, aynı şekilde zeki ve sağlıklı değiliz ama hepimiz aynı şekilde saygıya ve ihtiyaçlarımızın karşılanmasına değeriz."
Antropologlar, avcı-toplayıcı topluluklarda yaptıkları incelemelerde baskıcı ve ezici (bullying) davranışların bulunmadığını gözlemlemişler. Başkanları ve/veya otoriter ve hiyerarşik bir yapıları yokmuş. Topluluğu etkileyen olaylarda uzun süren tartışmalar sonucu birlikte karar veriyor ve var olmak için her şeylerini paylaşıyor ve birlikte çalışıyorlarmış. Bunu yapabilmelerinin önemli bir nedeni, Gray'e göre, çocukken olağanüstü miktarda sosyal oyun oynamalarının altında yatıyor.
"Sosyal oyun, aynı zamanda sinir ve korkuları yönetmeyi de öğretir. Okulda ya da büyüklerin olduğu diğer yerlerde, genellikle büyükler, çocuklar adına karar verir ve onların problemlerini çözerler. Ama oyunda çocuklar kendi kararlarını kendileri verir ve kendilerine ait olan problemleri çözerler. Büyüklerin yönlendirdiği ortamlarda, çocuklar zayıf ve savunamasızdır. Oyunda, güçlü ve muktedirdirler. Oyun, çocukların yetişkin olmak için pratik yaptıkları bir dünyadır. Oyunu çocuksu olarak düşünürüz ama çocuğa göre oyun, yetişkin gibi olma deneyimidir: kendini kontrol etme ve sorumluluk alma. Oyunu engellediğimiz zaman, hayatları boyunca bağımlı ve kurban gibi davranan, onlara ne yapmalarını söyleyecek ve problemlerini çözecek bir otorite arayışı içerisinde insanlar yaratırız. Bu sağlıklı bir yaşam biçimi değildir."
Peter Gray makalesinde, avcı ve toplayıcı toplumlarda çocukların nasıl oynadığını, serbest bırakıldıkları zaman yaptıklarının yetişkin hayata kendilerini hazırlamak olduğunu, erkek çocukların iz sürme ve avlanma, kızların ve erkeklerin yenilebilir kökler arama, ağaca tırmanma, yemek pişirme, baraka yapma ve kültürleri içerisinde önemli görülen yeraltı sığınağı, kano gibi artefact'ler yapma oyunları oynadıklarını anlatıyor. -Miş gibi yapılan oyunlar incelendiğinde çocuklar hep kendilerini büyüklerin yerine koymak istiyorlar(mış).

Bizimki de kardeşi olmadan önce ve olduktan sonra uzunca bir dönem anne-abla-kardeş-miş gibi yaptığı oyunlar oynamak istedi, öyle ki bir ara sürekli küçük kardeşmiş gibi yapmaktan yürümeyi ve konuşmayı unutacaktım :) Burada bir öğretim üyesi arkadaşımız bahsetti, bir ara sürekli konferanslara gidince, kızı arkadaşıyla konferansa gitme oyunları oynamaya başlamış. Evet, şimdiki yetişkin hayatları da farklı. Çocuklar da bunlardan etkilenip kendilerini böyle bir hayata hazırlıyorlar. O yüzden biz ne kadar dediğimi yap diye dövünürsek dövünelim, onlar ısrarla bizim dediğimizi değil, yaptığımızı yapacaklar.

Giderek küçülen, eve ve hatta bilgisayarlara/ekranlara hapsolan hayatlarımız var artık. Çok şey öğreniyoruz, başka hayatlara tanıklık ediyoruz, o ayrı. Kimin ne yediğini, saat kaçta nerede kimlerle buluştuğu bilgisi anında karşımızda. Ancak, sadece ekrandan bize gösterilen kadarını görüyoruz, görmediğimiz, bilmediğimiz bir çok şey var. Hergün karşılaşmalar yaşıyoruz, kişisel sandığımız bir sürü sorunla uğraşıyoruz. Oysa bilmiyoruz ki bunlar çoğunlukla hepimizin sorunu, bizim oluşturduğumuz hayatın/toplumun/sistemin/dünyanın sorunları.


Çıkış

Neyse ki alternatif yapılar da var. Son günlerde çok mutlu olduğum bir haber, Başka Bir Okul Mümkün derneğinin kurduğu Mutlu Keçi okulunun açılmış olması. Ya da Gray'in makalesinde bahsettiği Sudbery Valley School'un 40 küsur yıldır faaliyetini sürdürebildiği. Okul --demeye bin şahit, zaten sınıf diye bir şey de yok, daha çok arkadaşlarınızla kaldığınız büyük bir ev gibi-- 4-19 yaş arası çocuklardan oluşuyor ve çocuklar bütün gün özgürler, okulun kurallarına uydukları sürece ne yapmak isterlerse, ne kadar sürede yapmak isterlerse (burada çocuğun bir şey öğrenmek için kendi zamanında yapması gerektiğinin ne kadar önemli olduğundan bahsediyorlar, zil sesi olmadan istedikleri kadar yoğunlaşabiliyorlarmış çocuklar) yapabilirler. Okulun kurallarının da eğitim-öğretim ile hiçbir ilgisi yok; kurallar yalnızca barışı ve düzeni korumakla ilgili.

Sudbury Valley School

Şu anda, bizim yaşadığımız yerlerde böyle okullar yok maalesef. E sokaklarda da çocuk yok. "Hadi gelin köyümüze geri dönelim", ya da "neydi o eski günler, biz çocukken geceyarılarına kadar sokaktaydık" geyiklerine girmeye de hiç gerek yok. Ama umutsuzluğa düşmek de yok, hala yapılabilecek şeyler var.

Bir öneri geniş aile. Yani çocuk bakımına aile büyüklerini de dahil etmek. Ve fakat, Idle Parent (Aylak Ebeveyn) kitabının yazarı diyor ki, artık anneanne-babaanne ve dedeler, miraslarını gemi seyahatlerinde harcamakla meşguller, o yüzden çocuklarla uğraşacak zamanları yok :) En mantıklısı, çocuklu arkadaşlarınızı evinize davet etmek. Şimdi artık sadece doğumgünlerinde yaptığımız bir şey. Gerçi o da değişti. Eskiden doğumgünü partilerini çok severdim, bol arkadaş ve pasta/börek olurdu. Büyükler kendi aralarında takılırken biz çocuklar istediğimiz gibi oynardık. Ama maalesef artık doğumgünleri de profesyonelleşti, villalara taşınıp güdümlü aktivitelerle doldu. Sürekli olarak çocuklarımızı eğlendirme peşindeyiz. Daha da kötüsü vaktimizi veremediğimiz zaman, paramızla, birkaç kez bakıp bir kenara attıkları oyuncaklar alarak onları eğlendirmeye çalışıyoruz. Çocukların, diğer çocuklarla özgürce oynayabileceği alanlar giderek daraldı. Ev ortamı kalabalıktı, sıcaktı; sokaklar heyecan vericiydi, çocuk doluydu. Yine olabilir, yapılabilir bir şey aslında.

Hodgkinson da diyor, evinize bol bol insan davet edin, siz bir köşede içkilerinizi yudumlayıp sohbet ederken [ya da ülkeyi kurtarırken, birlikte müzik yaparken, örgü örerken, bir kareografi üzerine çalışırken, masa oyunları oynarken, dans ederken, oyun geliştirirken ve artık arkadaşlarınızla birlikte yapmaktan hoşlandığınız ne varsa gerisini siz doldurun] çocuklarınız sizi özgür bırakacaklardır [tabii asıl amaç çocukları özgür bırakmak, çaktırmayın]. Bir de diyor ki evinizin dağınık olmasından utanmayın, tam tersine derli-toplu bir eve arkadaş davet etmek kabalıktır. Sizin evinizi gördükleri zaman, "aman yareppi eve bak! Oh, bizimki bu kadar değil neyse ki :)))" diye sevinsinler; sonra onlar da sizi davet edecektir ve bu şekilde hayat herkese güzel olacaktır.


Çıktıktan sonra

Çocuklarımız bizim değil ve bir gün gelecek bizimle aynı evde yaşamak istemeyecekler. Bizimki şimdiden sinirlendiğinde başka bir eve gitmekle tehdit ediyor bizi; uyanık ya, yemeklerimi de siz yapıp getirirsiniz diyor. Havayla beslendiği için sorun olmaz diye düşünüyorum ama biliyorum ki günü kurtarmaya yönelik politikalar, yalnızca günü kurtarmaya yarıyor. O yüzden uzun vadeli düşünmek gerekiyor. Onları uğurlarken yanlarında ne götürmelerini isterim? Bir hobisi olsun, sokaklarda güvenliğini sağlaması için ayikido öğrensin gibi şeyler değil bahsettiğim. "Tek isteğim mutlu olsun" geyiğine de girmek istemiyorum. Mutlulukla kafayı bozmuş, kendisi mutsuz bir nesilin ortaya attığı bu mottoya hiç mi hiç inanmıyorum. Hem mutluluk ne demek? Size göre mutluluk, belki ona işkence gelecek ya da onun mutlu olduğu şeyler sizin hayatınızı korkunç hale getirecek... Geyik haline getirilen mutluluğun resmini de, evet Abidin Dino yapamamış ama Nazım Hikmet'e cevaben yazdığı derin ve dokunaklı şiirden, bu soyut kavramı çok daha yüce şeylerle bağdaştırdığı, bizim gibi lay-lay-lom bir kavram olarak görmediği çok açık.

Neyse, konumuza dönecek olursak, bu evden çıktıktan sonra, onlardan beklediğim bir şey yok aslında. Ha evdeyken, beyniminizin içerisine girip bize davranılmasını istediğimiz gibi davransınlar, annelerin-babaların --her ne kadar hizmetçi gibi gözükseler de-- birer birey oldukları, kendi isteklerinin/hayallerinin peşinden koşabilecekleri gerçeğine saygı duysunlar [e hayatta her şey karşılıklı olduğu için biz de onlara böyle davranalım tabii]. Çıktıktan sonra da başlarının dikine gidip kendi isteklerinin/hayallerinin peşinden koşmaya, 'korkunç' çocuklar olmaya devam etsinler yeter.

Son olarak Hayyam'ın dediği gibi:
"Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:
Kuklacı Felek usta, kuklalar da biz.
Oyuna çıkıyoruz birer ikişer;
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz."
O yüzden sahnede olduğumuz bu kısa süre (kozmik takvim, 1 yıla yansıtıldığında, en uzun insan ömrü saniyenin yalnızca dörtte biri kadar sürüyormuş) içerisinde kendimize, birbirimize iyi bakalım, arada çevrim-dışından da bakalım ve yaşama, her türlü yaşama, ille de yaşama sahip çıkalım istiyorum.. işte bu kadarcık :)