February 19, 2010

Yarın da mı geliceeez?


Sevgili günlük,
Seni bu aralar biraz fazla boşladım, lütfen kusuruma bakma. Sağolsun lise yıllarında 7-24 arkadaşım olan M. söyledi de kendime geldim. Ne yıllardı :))) Sen daha yoktun o zaman, biz M. ile bütün gün birlikte olduğumuz yetmezmiş gibi, gece evimize döndüğümüzde de saatlerce telefonla konuşurduk. Babam bu işe çok şaşırdı, "merak ediyorum, ne buluyorsunuz o kadar konuşacak" diye (bu anne-babaların çocuklarına şaşırma olayı her daim devam ediyor yani).

M.nin annesi, sevgi ve neşe kaynağı bir insandı, aynı zamanda da muhteşem yemek yapardı. Aslında yemek denen şeyin gerçekte ne olduğunu onlarda görmüştüm:) Bizim zamanımızın ilkokul yıllarında herkesin anne-babası (ideal olarak babası yani ;) sırayla yemek getirirdi ya, bizim annemiz hep pastaneden alırdı. "Hazır yapılmışı var" kuşağının baş temsilcilerinden biri oldu sonradan kendisi. Tabii ben M.nin annesinin lezzetli yemekleriyle tanışınca, dünyanın sunduğu bu hazza dayanamayıp hamilelikte bile yanına yaklaşamadığım kilo rekorumu kırmıştım: 70! Ben böyle rekora koşarken M. her zaman incecikti; ben koca popomu örtmek için hep uzun t-shirtler giyerken, M. hep iki dirhem bir çekirdek şeklinde dolaşırdı. Ve biz hep konuşurduk, 7/24 konuşurduk. Velhasıl kelam, birbirimizi güzelce tamamlayarak, mutlu mesut yıllar geçirdik. Sizi seviyorum M. ve ailesi :)))

Aslında bu kilo konusuyla (M.nin annesinin hiçbir ilgisi yok tabii ki), bu hafta bu blogu neden boşladığım konusu pek örtüşüyor. Bir neden daha var kiiiiii --onu da sonra anlatırım deyip olaya heyecan verdikten sonra bugünki konuma geri döneyim.

Şöyle ki, lise son sınıfta her öğrenci gibi ben de üniversite sınavlarına hazırlandım. Bu sistemin sonucunda yaşadığım işkenceler, girdiğim bölüm, evdeki "ye kızım kafan çalışsın ya da aklın yemekte kalmasın da çalış" teşvikleriyle 1 sene içerisinde her yerimi çatlatacak kadar kilo almam değil asıl sorun. Daha diplerde yatan başka bir sorun vardı bu sistemin getirdiği, başka bir psikoloji vardı benim huharcasına yemeğe sığınmamın altında: başarılı olma kaygısı!!!

Lisede 90 aldığında ağlayan, "gıcık mısın?!" dedirten tiplerdendim ben. Hoş, üniversitede aldığım 4'ü bile takmadım o ayrı. Gerçi sınavın ortalamasının 100 üzerinden 12 olduğu düşünülünce o kadar da kötü bir not değildi, yani bir bakış açısına göre ortalamanın sadece 8 puan altındaydım ;) Üniversitede başka hayallerim vardı, seçtiğim bölümün bana göre olmadığını daha ilk yılımda anlamıştım, o yüzden derslere pek uğramadım. Üniversiteye girmeden önce matematiği çok severdim, hatta yaz tatilinde bile sırf zevk aldığım için geometri soruları çözerdim. İlkokuldan beri hep "matematikçi olacak bu kız" diye hocalarım tarafından poh pohlandım. Tüm bu yönlendirmeler sonucunda da ilk tercihimi matematikten yana yaptım. Ama BÜ matematik bölümüne girdiğimde, tanışma toplantısında profesörlerin söylediği ilk şey, bu zamana kadar gördüğümüz şeyin matematik olmadığı oldu(!) O zamana kadar, yani 12 yıl boyunca, sadece uygulama yapmışız, ama esas olay teoriymiş --axiommuş, teoremmiş, ispatmış! Nasıl yani??? "Eee ben matematik diye geldiydim, geri de gidemem, hayır yapamam, 1 sene daha öyle bir tempoda çalışamam, hatta artık hiç çalışamam, bu bir kabus olmalı" deyip hayatımın ikinci aşkı müziğe yöneldim. Ama gel gör ki bu 'başarılı olma kaygısı' komadı beni, döndüm bitirdim bölümümü. Üzerine de bir master yapıp doktoraya başladım Indiana Üniversitesi bilgi bilimi bölümünde.

İşte bu hafta da bahsettiğim başarı kaygısının esiri oldum yine. Bir paper artı bir sınavım vardı, deli gibi çalıştım. BÜ'deki profesörlerim görseydi, ağlarlardı herhalde :) Keşke ders konusundaki hırs, başka şeylerde de olsaydı. Hayır, mesela para konusunda birazcık hırslı yetiştirselermiş beni, somut bir getirisi olurmuş bari ;) Şimdi ne başımız göğe eriyor, ne de içimiz rahat iki satır yazı yazabiliyoruz blogumuza. Bu yüzden YavruSu için unschooling olayını ciddi ciddi düşünüyorum. Okullu falan olmasın, sınıfları doldurmasın yani.

Çok sevdiğim başka bir arkadaşım İ. anlatmıştı; öğretmenlik yaptığımız okulda bir öğrenci, okula başladığı ilk gün, öğretmeni "İşte bugün bunları bunları öğrendik, yarın da şunları şunları yapacağız" diye anlatırken, çocuk gayri ihtiyari: "Yarın da mı geliceeez?" demiş :) Muhtemelen çocuğun yarınları için yapmayı planladığı çok daha güzel şeyler vardı ama kimbilir neler oldu okulda???

Örneğin benim hayalim dansöz olmaktı. Evet DANSÖZ :) Çocukluğum Edirne'de geçtiği için dans adına gördüğüm tek şey Roman dansı oldu. Bale veya modern dans gösterileri yerine, gittiğimiz düğünler ve yemeklerdeki sahne sanatlarını izledim ben; baş rolde de dansözler vardı hep. Çok severdim ben de göbek atmayı, hala da severim, çok mutlu olurum dans ederken :)))

Bir başka örnek de kardeşim. Kendisi, Bornova Anadolu Lisesinden mezun olup Boğaziçi Üniversitesi elektrik elektronik mühendisliği bölümüne girmiş, çok iyi bir ortalamayla mezun olduktan sonra da Amerikanın mühendislik alanında en iyi üniversitelerinden birinde bilgisayar-elektronik mühendisliğinde doktora yapmaya ve aynı zamanda da bilgi bilimi bölümünde çalışmaya başlamıştır. Ne sükseli değil mi ama! Her zaman da çok 'başarılı' bir öğrenci oldu. Ama ne zaman mutlu olduğunu sorarsanız, elektro gitarı sırtında, grubuyla konser vermeye giderken ya da hafta sonu sabah 5'lere kadar tango yaptığında, gözlerinden yayılan ışığı ve enerjiyi görseniz anlardınız derim. Gerçi, başka bir örnek eşim de, matematik yapmaktan mutlu oluyor --böyle cins insanlar da var yani ;) Şaka bir yana, demek istediğim başka. Demek istediğim şu:

(Yine Ken Robinson, yine şu video) Neden dünyanın her yerinde eğitimde aynı hiyerarşi var: en başta matematik (onun da teorisi yok malesef, sadece yüzeysel uygulaması), sonra diller. Oysa dans da çok önemli, bir öğretmen de dans ederek öğretse, farklı vücut kullanımlarını gösterse, çocukları güzel gösterilere götürse, sınıfta izletip yalnızca sözlü değil, vücutsal tartışmalar da yapsa... İlla bunun için dans akademisine veya konservatuvara gitmesine gerek yok, çok ilgilenirse devam eder; ama matematik veya dil ne kadar önemliyse, dans da, müzik de, ve tüm sanatlar da o kadar önemli. Picaso, "her çocuk sanatçıdır" demiş. Ancak sorun, çocukların büyüdükten sonra da sanatçı kalabilmesinde.

Dolayısıyla çocuklarımızın "yarın da gidecekleri" yerler konusunda çok daha iyi düşünmemiz gerekiyor.

14 comments:

İlk said...

Ah dansoz demek! Benim de doktora yapiyor olup da ben aslinda dansoz olmak isterdim diyen, evde tek basina bile gobek atan, sabahlara kadar salsa yapmaktan asla vaz gecmeyecek arkadaslarim var burada. Isin ilginci Turkiye'de hic yapmadigimiz buranin vaz gecilmezi ev partilerinde bir araya gelip karsilikli gobek atiliyor :)

Ben hep bilim adami olma sevdasinda bir cocuk oldum. Dedigin gibi universite zamaninda torpulenmis asiri bir hirsla hem de. Icimden gelen oldu bu, baska bir is yapamam herhalde diye dusunurken kaliplarin icine sokuldugum doktora hayatim beni somurdu, motivasyonumu bitirdi geliyor bana.

'Her cocuk sanatcidir'i her cocuk arastirmacidir diye de dusunebiliriz. Bizim oyle kalmamiza engel neydi? Baslicasi egitim sistemi, evet ama okuldaki kaliplarin yerine toplumsal kaliplar bizi sinirlandiriyor. Kacinilmaz geliyor bana bu durum. Bu yuzden ebeveyn olarak cocugumuza verebilecegimiz en onemli sey kendi olabilmesini, kendini ifade edebilmesini sinirlandirmamak, sorgulayici olmak, sorularinin cevaplarini aramaktan vaz gecmemesini saglamak. Bilmem nasil yapacagiz, basarabilecek miyiz?

Evren said...

İlk,
Ben kendimi dansözlük konusunda cins sanıyordum, senin arkadaşlarla buluşup takım kuralım o zaman :) Bu arada ev partileri burda da aynı(ydı --bebiş doğduğundan beri pek iştirak edemedik de). Hayatta oynamayacak insanlar, burda ne oluyorsa, sahnelerden inmiyorlar, felaket döktürüyorlar ;)

Ben de şu aralar doktora-okul olaylarını çok sorguluyorum. Bu tenure sisteminin sonuçlarını ve hocaların yaptıklarını gördükçe, 'bilimsel' olduğu iddia edilen makaleleri okudukça sıkıntım daha da artıyor :(

"Her çocuk araştırmacıdır" tespitine sonuna kadar katılıyorum. Yalnız okul değil, aile, toplum, medya, hayatımızdaki heryerde, herşeyde bu kalıplar yeniden üretiliyor. Hatta biz de çoğu zaman farketmeden bunun bir parçası olabiliyoruz.

Başarı denilen şey nedir? Bunun cevabı çoğu insanın kafasında çok net. Ama bence sorun bu kavramın kendisinde yatıyor. Çocuk içinden gelerek gayet doğal birşey yaptığında hemen "aferin kızıma" diyoruz, "aferin başardın"!?. Sonra çocuk bu aferin aldığı ve almadığı durumları öğreniyor. Anne babasının beğenisini kazanmak veya zıtlarına gitmemek için kendini kalıplara sokmaya başlıyor. Bu daha sonra 'ama öğretmenim ne der'e, 'toplum ne der' veya 'patronum ne der'e kadar gidebiliyor. Hayır, illa biri ne der diye düşüneceksek 'insanlık ne der' diyelim.

Ama esas önemli olan senin dediğin gibi "kendi olabilmesi". Bunun için de benim şu anda aklıma bebeklikten itibaren yaptığımız hataları düzeltmekle başlamak geliyor: Sürekli pohpohlamaktan vazgeçip onun doğal olarak yaptığı şeyleri doğal karşılamak, abartmamak gerekiyor. Sonrası için de düşünelim diyorum, birlikte düşünelim, bunlar gerçekten çok önemli şeyler.

Teşekkürler,
Evren

Mehveş Altun said...

Evrencim, süper yazmışsın...Ben de Aral için bu sisteme girmeden büyümesine çalışırken, kendimi yine onun adına plan yaparken ya da ona gözünü, kulağını, tavşanı öğretmeye çalışırken buluyorum. Onu kendisi gibi bırakmak ve alışılmışın dışına çıkmak o kadar zor ki...

Dilerim birazcık da olsa rahat olabiliriz.

Bizler herşeyi doğru, sırasında ve düzgün yapmaya çalışırken hayatı kaçırdık. Ben halen hobisiz bir hayat sürüyorum.

Seni ayrıca müzik hayalinin peşinden koştuğun için tebrik etmek lazım.

Sevgiler,

Mehveş

Evren said...

Mehveşçim çok sağol. Aynı şeyleri biz de yapıyoruz, ama dediğin gibi birazcık da olsa rahatlamamız gerek. Aksi, ne çocuklarımız için iyi ne de bizim için.

Ben de üniversitede hayallerimin peşinden koştum ama şimdi hiiç! YavruSu doğmadan hiç değilse dans derslerine falan gidiyordum, yoga, yüzme, spor falan yapıyordum, sinema, şu bu. Şimdi iyice odun oldum oturuyorum. Tez elden bu 'anne, çocuk yetiştiricisi' psikolojisinden çıkıp dediğin gibi rahatlamamız lazım. Hayır bişey değil, çocuklara da yazık olacak. Bir şekilde hayata karışmalı :)

Sevgiler...

ycurl said...

Guzel konuya deginmissin. Ben de bir ara sorguluyordum bunu. Universite sinavlarina calis universiteye gir (ayni universitedenmisiz bu arada) sonra doktora yap vs..vs.. Halbuki ben bu yasimda bir oyku kitabi sahibi olacaktim ama olamadi. Suclu kisi kendim baska kaygilar icine girip severek yaptigim seyleri bir kenara attigim icin. Ulkenin sistemi seni muhendis, doktor, vs.. olmaya ittigi icin belki de. Haklisin matematik bilmek kadar dans bilmekte onemli. Karakalem calismayi cok severdim lisede resim ogretmeni senin cizgin kararsiz seklinde yargiyla butun hevesimi kacirip gitti.
Simdi dusunuyorum da muhendis, doktora bir sey ifade ediyor mu -tamam haksizlik etmeyeyim bilim alaninda arastirma yapmayi cok sevmesem zaten devam edemezdim- diye. Kuralci ve herseyi duzgun yapmaya calisan bir sistemde yetistigimiz icin olsa gerek. simdi yegenlerime bakiyorum -6-8 yas grubu- benim imkanlarima gore daha cok imkana sahipler. Abimin kizi tiyatro vs. turu seyleri cok seviyor ama anneanne aman tiyatrocu olmasin isletme okusun benim torunum diyor. Ben de olsun ne farkeder ki onun icin secilen dali degil sevdigi isi yapsin diyorum.

Evren said...

Ycurl,
Resim konusunda bana da ayni sey olmustu. Onumuze koyuyorlardi meyveleri, hadi simdi karakalemle cizin bunlari diye, bende tik yok; ne zamanki universitede bir resim dersi aldim, kalıplara sokulmadım, o zaman çok zevkli çizimler yaptım. Senin öykü yazdığını bilmiyordum. Okumayı çok isterim. Bence mutlaka gerçekleştir bu projeni :)

Ya bir de sanırım okullarda verilen sanat dersleri , yani resim-müzik dersleri, içinde sanat aşkı olanları da uzaklaştıracak nitelikte. Bu arada sanat dersi yazarken bile yabancılaştım, açıklama gereği duydum, ne kötü :(

Ben de üniversitedeyim, seninle ve İlk'le aynı sebeplerden ötürü. Dansöz olmayı tercih etmezdim tabii ki, çalışma koşulları, yaşadıkları hayat, karşılaştıkları tacizler,... çok zordur sanırım. Araştırma yapmak, yeni şeyler öğrenmek, yeni şeyler bulmak beni de çok heyecanladırıyor. Okul dışında geçirdiğim 1 sene (matematik öğretmenliği yapmıştım) hayatımın en kötü senesiydi diyebilirim. Okullarla ve araştırmalarla ilgili bir sürü problem de var canımı sıkan ama yine de burda olmak güzel, sanırım kötünün en iyisi bir durum.

Ama şimdi düşünüyorum da aslında bize bu sanat olaylarını öğretiş şekillerinin yüzeyselliği ya da bunu sadece hobi olarak yapmayı dayatan sistemin kendisi ve bizim bu işleyişe aymayarak bunu sürekli yeniden üretmemiz biraz problemli. Yani, aslında bu işlerin de gayet güzel araştırması bilimi yapılabilir. Ama varolan düzey, kesinlikle entelektüel tatmin sağlamıyor. Müzik derslerini hatırlıyorum da, bizim zamanımızda herkes flütle abuk sabuk parçalar çalardı. Bir Gülnihal yer etmiş kafamda, sanatsal olarak diğerlerinden ayrı bir yerde durduğu için herhalde :)

Herneyse diyeceğim şu ki, müzik adına yapılacak binlerce güzel, onbinlerce zevkli şey varken, zorla herkese flüt ve nota öğretmek neden? En basitinden dünyanın farklı yerlerinden farklı müzikler dinletilebilir. Farklı kültürlerin, yörelerin müzikleri incelenebilir (eminim hangi yörede .......... yetişirden daha zevkli olacaktır, en azından benim gibiler için, gerçi bizim eğitim sistemi bunu da hemen sınav sorusu yapmaya çalışıp çocukları bezdirebilir ya o da ayrı mesele). Müzik tarihi, farklı enstrümanlar tanıtılır, hatta enstrüman yapımını izlemek için konservatuvara gezi düzenlenir, imkan yoksa video izletilir. Notanot varolan notaları çalmak yerine çocukların yaratıcılıklarını kışkırtacak çalışmalar yapılabilir, kimisi tef çalar, kimisi davul, kimisi söyler, kimisi vücuduyla müzik yapar, eşlik eder. Matematik konusunda hevesli olanlar parçaların armonik analiziyle ilgilenir. Herkes enstrüman çalacak, herkes herşeyi yapacak diye bir şey de yok. Bu arada müfredat da yazdım, milli eğitimden sorarlarsa burda hazır yani ;)

Neyse çok uzattım; özetle, sanatı yan ders veya hobi olarak görmekten vazgeçip bunun da iliminin biliminin yapılabileceğini ve en az matematik kadar önemli olduğunu görebilsek ve bu konuda daha nitelikli müfredatlar, programlar, bölümler olsa... o zaman içimiz rahat bir şekilde dediğin gibi sevdiğimiz işi de yapabiliriz, entelektüel tatmin de sağlayabiliriz.

Evren said...

Aslında bu tarz yerler yok da değil. BÜ'de bu sanat işlerini layıkıyla yapan bir Folklor kulübü vardı mesela. BÜ'deki kulüpler genel olarak bence çok güzel çalışmalar üretiyordu zaten. Ben, folklor kulübünde gitar çalmıştım yıllarca. Sadece gösteri hazırlamak değildi yapılan; işin tarihi, ilimi, bilimi de önemliydi. Okumalar, araştırmalar yapardık ve bunlar hobi olsun diye yapılmazdı, ciddi bir üretim vardı yani. Geleneği olan köklü bir kulüptü. Sonrasında MİAM'da müzik masterına başladım, o derece iyi de bir eğitim almışım çaktırmadan. Ancak MİAM'daki eğitim beklediğim gibi çıkmadı. Bir 'Musics of the World' dersi vardı unutamadığım, odur yani. Gitar hocam, notada yazanın dışında en ufak bir yorum kattırmazdı çaldığım parçalara, oysa benim içimden farklı çalmak gelirdi :( Sonuç olarak tutunamadım. Matematik öğretmenliği işi de akabinde geldi, esasen bahsettiğim 'başarılı olma kaygısı' dolayısıyla ciddi bir meslek sahibi olma baskısı, aşamadım, matematik öğretmenliği masterı da yaptım. Biraz iç dökmüş gibi oldum, pardon :-)

Neyse diyecektim ki, var olmasına var, olmadı uğraşılır yaratılır da, esas olay kafada bitiyor aslında. Etraftaki herkes, senin anneannenin, benim ailemin kafasında olunca "bu iş çok zor yonca".

Bir de daha önce de yazmıştım; Sally Kempton'un şu sözünü bu konuda da sarfetmeden geçemeyeceğim: "It's hard to fight an enemy who has outposts in your head".

ycurl said...

Ilginc bir tesaduf daha BUFK'u biliyorum cunku ben de ilk yil hevesle Tiyatro kulubune girmistim cok hosuma gidiyordu ama bana birilerinin gelip sunu oku bunu oku demesinden hoslanmiyorum ben. Bir de kimya muh. cok zor senin bolum degistirmen gerekir filan demislerdi :)) Yoksa uretken olduklarini cok az zaman gecirmis olsam da aralarinda biliyorum. Senin bu kadar muzikle icice oldugunu bilmiyordum ne guzel. Matematik ve muzik alakalidir zaten sasirmadim bence edebiyatla matematikte alakalidir ;) Gercekten muzik dersleri cok renksiz gecerdi. Ben de gercek anlamda farkli muzikler dinlemeyi universitede ogrendim. Hala muzik cdlerimi gorenler sasirir nasil bu kadar cesitlilik var diye. Farkli seslere acik olmak onemli zaten arastirma ve yeni seyler ogrenmeyi de sanirim bu yuzden seviyoruz.

Evren said...

Ycurl,
Tiyatro ha! Büyük tesadüf :) Biz içe içe kulüplerdik zaten. Birlikte güzel çalışmalar yapmıştık, ben "Çingenenin Şarkısı" prodüksiyonunda çalmıştım mesela, sonra "Bir Kadın Uyanıyor"un oyun müziklerinde; çok güzel işler yapmıştık birlikte. Ne okuttular acaba size de uzaklaştın böyle? Bir de bu kulüpler için çok fazla önyargı vardı BÜ'de, önyargıları kırmak da her zaman kolay olmuyor, hatta Einstein'ın söylediğine göre "bir atomu parçalamaktan daha zor" oluyor ;) Bu arada tiyatro sizin aile genetiğinde var sanırım.

Ya keşke biri de bana gelip matematik çok zor, senin bölüm değiştirmen gerekir filan deseymiş :))

Bu arada matematikle edebiyat alakasını da ilk kez senden duyuyorum. Yani ben de çok severim edebiyatı ama hiç böyle düşünmemiştim. Bir de ne güzel yazmışsın "Farklı seslere açık olmak" diye. Ben de çok severim yeni sesler duymayı, dinlemeyi; araştırma yapıp yeni şeyler öğrenmeyi. En azından bu konuda doğru yerdeyiz sanırım ;)

ycurl said...

Buyuk olasilikla sen benden epey kucuksun :) Cunku BUFK-BUO benden sonra kurallarini epey esneklestirdi :)) Soyledigin oyunlari da bilmiyorum. Benim zamanimda oldukca hiyerarjik ve politik olmaya calisan bir yapiydilar. Onyargilari kirmak icin baslamistim zaten. Cuneyt calistirirdi bizi. Bir de Uluc'u hatirliyorum o da Eskisehirli ve ablamin arkadasinin abisi oldugu icin :) O sirada kimya muh. giren ve sonra birakip ekonomiye gecen iki kisi vardi. Onlar demislerdi zaten bana.
Ben daha cok siirle matematik arasinda yapisal olarak daha cok iliski kurarim (dim) ama o kadar uzaklastim ki resmen cok fazla bilimin icine girdim galiba :)

Başak Çelik said...

Yorum yazacaktım ama vazgeçtim, yazacağım herşey yazılmış zaten :)

"Yarın da mı gelceeez?" diyen çocuğa çok güldüm... ne kadar düz oluyorlar değil mi? Ne kadar dolambaçsız, dürüst. Nerde yitiyor acaba o dürüstlük, doğruluk? Herhalde anne-baba-ya da etraftaki birilerinin ilk "kandırmaca"larında. Günümüz şartlarında çok da iyi bir şey olamayabilir ama Ahmet ve ben hiç kandırmıyoruz Çınar'ı. Ağlayacağını bilsek de herşeyin doğrusu. Belki bizi örnek alır, umudumuz bu :)

Bir tek şunu söyleyeyim, aslında dansla, müzikle bir şeyler öğretmek çok mantıklı. Zaten müziğin temeli de matematik derler ya :) Ya da aslında önemli olan öğrenmeyi öğrenmeleri... nasıl yapılır bilemiyorum, ama araştırmalarım sürüyor. Ondan sonra ne istiyorsa onu olsun, ne yapıyorsa mutlu olarak yapsın!

Bu arada, Edirne'den hemşehri çıkabiliriz sanırım. Biz de Kırklarelili'yiz. 9/8 dendi mi akan sular duru benim için :))

Eline sağlık, yine derin düşüncelere sevk ettin bizi :) Sevgiler!

Evren said...

ycurl,
Evet Cuneyt ve Uluc biz geldiğimizde BGST'ye geçmişlerdi. Sonradan yeniden yapılandırma süreçleri de oldu ve yapıda değişiklikler yaşandı.

Hımm, şiiri düşünmemiştim. Güzel bir örnek olabilir...

Biraraya gelirsek tartışacak çok şey olabilir :-)

Sana kolay gelsin! Sevgiler...

Evren said...

Başak,
Bence de kandırmayın zaten, kimse kimseyi kandırmasın ama en başta da kendimizi tabii, sanırım en çok da bunu yapıyoruz. Burdan bakınca orası yine daha samimi daha doğrudan gözüküyor. Burası safi maske dolu. O kadar 'kibar' ki herkes, kimsenin gerçekte ne düşündüğünü bilemiyorsun. Hep bir dolambaç, hep bir saklambaç. Ya da bana rast gelmedi sahici yüzler. Neyse aydınlıklar da var, az da olsa var, en azından yavrularımız var :)))

Bu arada sadece dansla müzikle birşey öğretmek değil benim demek istediğim, o da yapılabilir elbette, güzel de olur, fakat dansın kendisi de ders olabilir. Herkesin vücudu var, kulağı var, çocukların çoğu müzik duydukları zaman sallanır, her daim hareket etmek ister, kimse o sıralarda 8-4 oturmak istemez; sonuç olarak dans da hareket de bu da hayatın bir parçası haline getirilebilir. Hem belki çocukluktan alışırsak, bilgisayar başında daha az zaman geçiririz ve sırtımız daha az ağrır.

Ne bileyim, herkes müzik aleti çalacak diye birşey yok ama herkes müzik dinleyebilir, bunun üzerine konuşabilir, ycurl'un dediği gibi farklı sesler, farklı müzikler araştırmayı ve yeni şeyler öğrenmeyi de teşvik eder, ya da tam tersi.

Matematik öğretmenliği ve eğitimi ile ilgili görüşlerimi bilahere yazacağım ama şimdilik şunu söyleyeyeyim, eğitim sistemindeki hiyerarşi dolayısıyla çocukların kafasında öyle bir önyargı var ki bunu kırmadan zaten matematik öğrenmeleri de imkansız. Ben 360 derecenin nerden geldiğini anlatıyordum, tahtaya bir güneş çizdim etrafına dünya, yörüngesi, vs. Sordum, kaç günde döner bu dünya bu güneşin etrafında diye, 365, vs. cevaplar geldi. Evet dedim, eskiden insanlar bunu 360 olarak hesaplamışlar o yüzden de daireyi 360 dereceye bölmüşler falan. Öğrenciler güldüler, hocam bırakın felsefeyi de bize matematik anlatın diye. O kadar şartlanmışlar ki matematik sayılar ve formüllerden oluşur diye, biz üniversitede bir tane sayı görmedik, okuduğumuz kitaplarda tek bir rakam yoktu. Ama bu şartlanma, matematiğin çok zor olduğu, vs. gibi şeyler dolayısıyla eğitim ve öğretmenlik deneyimi de çok zor oldu benim için. Ben ne kadar farklı bir öğretmenlik yapmaya çalışırsam çalışayım, 2+2'nin her zaman 4 etmediğini, işlem yaptıkları sayı sistemini sorgulamaları gerektiğini anlatayım, sistem bu şekilde oldukça, çocukların bunu alması da çok zor olacaktır. Belki farklı birkaç çocuk olacaktır ama bunun kime ne faydası olur tartışılır; benim gibi birkaç aykırı öğretmenin kime ne faydası olduğu gibi. Neyse bu konuyu daha sonra ayrıntılı bir şekilde ele alacağım umarım.

Bu arada ben aslen Edirne'li değilim, İzmir'liyim. Babamın mecburi hizmeti dolayısıyla 7-14 yaş arasını orda geçirdim. İzmir'e döndüğümüzde 1 sene boyunca ağlamıştım, ben Edirne'ye dönücem diye. Hayatımın çok güzel yılları geçti orda. Çok severim Trakya insanlarını, her zaman neşeli ve 'harbici'dirler. Senin bu kadar sıcak kanlı olmandan anlamalıydım ;)

Başak Çelik said...

Evren,

Evet, bakmadığım bir açıdan anlatmışsın, şimdi daha iyi anladım, teşekkürler. Ama böyle konuştukça/sorguladıkça ve "anladıkça" daha mutsuz oluyorum sanki... eğitim sistemiyle ilgili... Karı-koca matematik öğretmeni bir çift arkadaşımız yakın bir zamanda misafirliğie geldiler bize. Ben yine coştum tabii, karşımda eğitimci de bulunca... Eğitim sistemiyle derdimi anlatıyorum. Karı-koca "aman Çınar okula başlayınca sarma öğretmenlere, ne olur" dediler. Onlar da yalnızca sistemi uyguluyorlarmış. İyi de, biz anne-baba olarak bu kadar düşünüyoruz, kafa yoruyoruz, siz de eğitimci olarak düşünseniz, çocuklara seçenekler sunsanız fena mı olur? ... diyemedim işte. Keşke deseydim.

Yine de, en azından, çocuklarımıza sunabileceğimiz "başka bir bakış açısı da var" diye düşünmeye çalışıyorum. Umut kapısı :)

Demek Edirne'de 7 yıl kaldınız. Ne güzel, çok güzel bir şehir gerçekten! Biz Kırklareli'ne yazları gidiyoruz yalnızca -benden daha çok Trakyalı sayılabilirsin yani :) Demek ki coğrafya da hakikaten insan ilişkilerini epeyce etkiliyor :))

Sevgiler!