October 6, 2011

Pembenin fendi

Eskiden ne pembeyle, ne de maviyle bir sorunum vardı. Ne zaman anketlerde, orada burada en sevdiğiniz renk ne diye sorsalar, mavi derdim. Pembe hiçbir zaman 'en...' kategorisine yükselemedi ama öyle antipati duyduğum bir renk de değildi. Ta ki YavruSu için alışverişe çıkıp böyle ve de şöyle bir tabloyla karşılaşıncaya kadar! Sonra merak etmeye başladım, gerçekten bu renk seçimi doğuştan geliyor olabilir mi diye. Fakat ne benim çocukluğumdan hatırladığım herhangi bir renk hegemonyası vardı, ne de bizim yavrunun bu konuda herhangi bir tercihi. Erkek reonunundan aldığım kareli şortları, tulumları severek giydi yıllarca. Sonra bu yaz bir anda pembe çılgınlığı başladı. Şimdi geçti ama hala süslü püslü parlak şeyleri seviyor. Neden?

Feminist Philosophers blogunda gördüğüm bu araştırma gayet güzel anlatıyor nedenini: How Do We Predict the Future: Brains, Rewards and Addiction (Geleceği nasıl öngörüyoruz: Beyin, Ödül ve Bağımlılık):



Kısaca özetleyecek olursam, renk tercihi ödülle şekilleniyor.

Ödül mekanizması
Karl Von Frisch adlı araştırmacı, arılar üzerine çeşitli çalışmalar yapmış ve arıların renkleri seçebildiğini, kokuları hatırlayabildiklerini ve dahası buldukları o özel çiçeğin yerini arı dansı yaparak kovandaki diğer 'arkadaşlar'ına anlatabildiklerini keşfetmiş. Arıların hafızası çok güçlüymüş ve tek bir seferde %80 doğrulukla öğrenebiliyorlarmış [Dersi derste öğreniyorlar yani].

Herneyse; Karl Von Frisch, arılarla enteresan bir deney yapmış. Yuvarlak kaplara su koymuş, sadece birinin içerisine şekerli su. Arının biri ilk gün hemen keşfetmiş bunun yerini, mavi bir plakanın üzerinde duruyormuş. Ve hemen gitmiş dans ederek arkadaşlarına anlatmış bu durumu. Ertesi gün kovan ahalisi topluca gelmiş ve tahmin edin ilk önce nereye bakmışlar? Evet, şekerli suyun olduğu mavi kaba ama orada şekerli su yokmuş. Bu durumda, mavi renk ödülle özdeşleşmiş. Bu araştırmadaki renk kırmızı da olabilirdi, yeşil de, pembe de. Yani, aslında rengin bir önemi yok, önemli olan getirdiği ödül diyor Frisch. Arılar için şekerli su, bizler için belki iltifat, çocuklar için ilgi ve sevgi.

Bu araştırma neden bazı kültürlerde pembe rengin cinsiyet konusunda belirleyici olmadığını gösteriyor sanırım. Bulunduğumuz kültürde bir erkek olarak şu yandaki resmin içinde duruyorsanız vay halinize! Çoğunluk büyük ihtimalle "kalk len oradan, kız gibi olmuşsun, yakışır mı erkek adama!" gibi ifadelerle paylayacaktır sizi. Öte yandan pembeler içerisinde bir kız çocuğu iseniz, "ay ne şeker" diye sevilme ihtimaliniz oldukça yüksek. Eee çocukların da sevdiği bir şey değil midir ilgi ve sevgi! Bir nevi ödül mekanizması gibi işliyor yani.

Yalnızca çocuklar mı? Sosyal networklerde yer aldıysanız "like" ya da "follow" butonunun üzerinizdeki etkisini düşünerek ne demek istediğimi anlayabilirsiniz. Ya da bloglardaki yorum mekanizmasını! Bunlar herkesin hoşuna gidebilecek, güzel şeyler; bir nevi ödül yani.

Bağımlılık mekanizması
Fakat Terry Tejnovski'nin (bir önceki yazıda videoada konuşan bilim insanı) söylediğine göre bu aynı zamanda beyindeki bağımlılık mekanizmasını da aktive eden bir durum. Arılarınkine benzer bir mekanizma bizim beynimizde de varmış. Ve bu mekanizma arılarda octopamine bizde dopamine salgılanmasını sağlıyormuş. Bu dopamine de yaşamamızı sağlayan çok önemli bir hormon. Wikipedia'nın söylediğine göre pek çok şeye sebep: davranış, biliş, bilinçli hareketlerimiz, motivasyon, ödül ve ceza, prolaktin üretimi (süt salgılanmasına ve cinsel haz almamıza sebep olan hormon), uyku, mod, dikkat, çalışan hafıza ve öğrenme. Kısaca yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz her şey.

Bir de Serotonin varmış, buna benzer, nam-ı diğer mutluluk hormonu. Maymunlarda yaptıkları ölçümler sonucunda görmüşler ki Serotonin seviyesi yüksek olan maymun, topluluğun lideri oluyormuş. Alt seviyelerde bulunan bir maymuna Serotonin seviyesini yükseltmek için ilaç vermişler ve birkaç hafta içinde statüsü yükselmiş, ve sonuçta topluluğun lideri olmuş. Verdikleri ilaç da Prozac'mış. Serotonin seviyesi düşük kişiler yenileceklerini bile bile kavgaya tutuşuyor ve uzun vadeli düşünemiyorlarmış, sonucunu yıllar sonra görecekleri bir şey için fedakarlık yapamıyorlarmış [anlaşıldı neden şu paperı hala yazamadığım, ya da tam tersi, paperı yazamadığım için stres olup nasıl serotonin seviyemi düşürdüğüm]. Serotonin eksikliği aynı zamanda depresyon, anksiyete, uyku bozukluğu, yeme bozukluğu, kendine güvensizlik gibi pek çok şeye de sebep oluyormuş. Serotonin seviyesini düşüren şeylerden bazıları da: stres, uykusuzluk, yetersiz güneş ışığı, pestisitler ve kimyasallar, yetersiz beslenme. Tam bir kısır döngü yani!

Bağımlılık yaratan şeyler genelde dopamine ve serotonine çalışıyormuş. Tabii beyin, dopamine ve serotonin seviyesini sürekli yüksek tutmak için bu maddeleri tekrar tekrar sorar hale geliyor ve kısır döngü içerisine girip bağımlı dediğimiz kişilik ortaya çıkıyormuş. İçki, sigara, kumar vardı eskiden, şimdi baktım FBLA diye bir şey var: Facebook Liking Addiction (Facebook Beğenme Bağımlılığı). Yakında TFA çıkar (Twitter following addiction), sonra ILA, GP+1A, etc. Bloglar bence biraz daha farklı. Yorum yazmak güzel şey ama eminim çoğu blogcu zaten yorum yazılmasa da yazmaya devam edecektir, bunu çoğunlukla yazmayı sevdikleri için yapıyorlardır [Siz istemeseniz de yazacağım yani, kurtuluş yok :P]

Mutluluğun sırrı
Peki nedir Serotonin'i yükseltmenin, Dopamine dopinglemenin sırları? Prozac gibi ilaçlar değil şüphesiz. Çünkü basit bir mantıkla bu sefer de bu ilaçların bağımlılık yaratacağını görmek zor olmasa gerek. Çikolata diyorlar ama o bir yere kadar... Sonuçta şeker ve daha başka pek çok katkı maddesi var çoğunda, bir tarafı yaparken diğer tarafı bozuyor. Kaldı ki yenilen besinlerin direkt etkisi olmuyormuş. Egzersiz diyorlar; ve gerçekten bisikletle okula gittiğim ya da öğlenleri yüzmeye gittiğim günlerde kendimi ne kadar iyi hissettiğimi hatırlayarak onaylıyorum bu öneriyi. Ama egzersiz yaşamın bir parçası değilse, yani avcı-toplayıcı değilseniz ya da yaşadığınız çağda veya şehirde motorsuz taşıtlar pek tercih konusu olamıyorsa, o totoyu sıcak koltuğundan kaldırıp oradan oraya sallamak kolay olmuyor her zaman. Zaten termodinamiğin yasalarında yazmıyor muydu, atom bu, minimum enerji, maksimum düzensizlik ister diye. Hal böyleyken, yani insan da atomlardan oluşan bir organizma iken, gel de spor yap durduk yerde! Olacak iş mi?!? İşse evet aslında. Yalnızca spor değil tabii ki; yaptığınız iş, her ne ise, kendinizi kaptırıp saatlerce konsantre olabiliyorsanız, çalışırken yemek yemeyi bile unutabiliyorsanız, tamamdır. Sizi mutlu eden neyse onu yapmaya devam edin. Mesela ben yazma sürecini seviyorum. Her ne kadar çok geri plana atmış olsam da müzik yapmayı da seviyorum. Başka pek çok şey var sevdiğim. Sanırım üretim süreçleri genel olarak mutlu ediyor insanları. Ve genelde sürecin kendisi, ortaya çıkan sonuçtan çok daha önemli oluyor bu tarz işlerde. El işleri, ekim dikim, çizim, boyama, yazma (blog, kitap, program, etc.), oyun yapma, dans etme, müzik yapma... Facebook'ta bir şeyleri like etme :P Şaka bir yana sosyal networklerle de mutlu olunabilir, bağımlılık her zaman kötü olmak zorunda değil. Hele içer-döver türüyle karşılaştırılınca sosyal network bağımlılarının durumu peri masalı gibi bence. Ama eğer bağımlı olma durumu, başka şeyleri etkiliyorsa ve bu sizde mutluluk yerine sıkıntı yaratıyorsa, o zaman tehlikeli olabilir, dikkat, böyle bir durumda paragraf başına dön _↑ 

Sonuç olarak
Ne diyordum, nereden nereye geldim! Evet, pembenin fendi... Herkes ona 'şeker kız Candy' kıyafetleri giydiğinde gözlerini kısıp ağızlarını kocaman açarak, 'aaaw pretty!!!' ya da 'ayyy ne tatlı olmuşsun!!!' derse, o da bir dahaki sefere kıyafet seçerken bu tepkilerden etkilenebilir; doğaldır. Tabii ki önemli olan kıyafet veya renkler değil aslında. Bugün kıyafet, yarın beden, diğer gün davranış, ve nihayetinde düşünüş...Aslında belki de 'toplumun fendi' demek daha doğru, kimbilir!

18 comments:

ycurl said...

Ay dur yorum yazmadan duramayacagim :) Pembeden girdin ari deneyine oradan hormonlara ve hatta termodinamige bile sicradin :)) Sen hep yaz Evren :))

Nil said...

Evren;yine çok doğru bir tespit.Benim erkek pembe giymez bir takıntım yok;hatta Berk'e geçen sezon mavi rengini aldığım tişörtün pembesini de görünce aldım,severim renkleri moru olsa onu da alırdım.Berk de sever "peymbeeyi" ama malesef toplum fendiyle,mahalle baskısıyla büyüyen bir babamız var evde renk konusunda takıntılı...

Onu bırak,yaşıtı arkadaşı Berk'in kendi severek seçtiği pembe renkli hello kity ile çok dalga geçti,çünkü ona da bunu öğreten bir babası var.Ve o hello kity atıldı artık bir kenara,babamız rahatladı

Dondurma seçiminde bile Berk ben pembe yiyeceğim dediğinde arkadaşı pembe kız rengi dediğinde,Berk ama çilek pembe dedi.Küçücük çocuk etkilendi ve çikolatalı istedi...

Eşime pembeli bir gömlek aldım bir düğün için zorla da giydi :) Cinsel tercihi değişmedi sanırım:)))Anlasın istedim ama bu iğne ile kuyu kazmak, zor iş malesef...

Selen said...

"Amerikanın doktoru" Sayın Mehmet Öz bir defasında depresyon tedavisi için C vitamininin çok önemli olduğunu söylemişti. Nitekim Amerikan Diyetetik Derneğinin Denizaşırı Ülkeler Türkiye Temsilcisi Diyetisyen Selahattin Dönmez de şöyle demiş;

''Tek başına egzersizin ruhsal durum ve stresli yaşam olaylarıyla başa çıkma üzerinde çok büyük etkisi vardır. Stresle baş edebilmek için beslenme de çok önemlidir. Stresin kaynağı ister fiziksel, ister duygusal olsun vücut adrenalin salgılayarak reaksiyon vermektedir. Adrenalin oluşumu için C vitaminine gerek duyulmakta, uzun süreli streslerde artan adrenalin düzeyine bağlı olarak daha fazla C vitamini tüketilmesi gerekmektedir.''

Yani Evrencim, bu bilgiler ışığında portakal, limon, greyfurt ve hatta korkarım ki maydonoz bile çikolatadan daha faydalı stres ve depresyonla başa çıkmada... :(

es said...

Çocuk yetiştirirken yada pek çok konuda bütün soruların cevabı gelip hep aynı kapıya dayanıyor, toplum..
Yazı çok etkileyici.
Bu nktada merak ettiğim birşeyi soracağım,ingilizcem makale okumak için pek de yeterli değil.Türkçe makaleler ise genelde (eğitimle ilgili olanları takip ediyorum)fazlaca klasik konular hakkında ve içerikler çok fazla birbirine benziyor.Öğretmen-öğrenme ortamı ilişkisi,öğretmen tutumları ve öğrenme ilişkisi vs vs..Amacım drları doçentleri sinir etmek değil.Ama Türkler sanırım çok kısır bi döngüde çalışıyorlar.Bir çok makalede alıntılanan yazarlar aynı.konu hep aynı içerikte dönüp duruyor..
Ya da ben ingilizce makalelere hakim olmadğım için bana böyle geliyor.
1)Farklı dillerde de makaleler genelde böyle mi?
2) Çeviri makaleler bulabileceğim bir portal var mıdır?

sevgiler, saygılar :)

Evren said...

ycurl,
Evet ya, cok daldan dala oldu. Aslında sadece arı deneyini yazacaktım sonra nedense tüm videoyu yazdım. Dur ben su hormonlarla ilgili kısmını çıkartayım da başka zaman yazayım.

Nil,
Süpersin! Son paragrafa çok güldüm :))) Ve de haklısın zor bu işler. Ama farklılıkları ne kadar görünür kılarsak o kadar iyi. Böylece toplumun 'normal' kategorisini de genişletebiliriz. Ki verdiğin örneklerle genişliyor zaten :)))

Selen,
Okuduğum birkaç kaynakta yiyeceklerin direkt etkisinin olmadığını söylüyordu. Ama sevindim portakal, limon ve maydonozu çikolatadan daha çok seven bir kişi olarak :) Bir de açık hava ve güneş diyorlar. Aslında insanların masabaşı işi çok yeni, daha öncesinde hep aktif işler yaptıklarından ve genellikle herşeyi kendileri yaptıklarından böyle şeylere çok ihtiyaç duyulmuyordu. Şimdi vücudun bu yeni ortama alışması için yeni mekanizmalar geliştirmesi gerekiyor. Sanırım biz ara tür olarak ceremesini çekiyoruz bu teknolojik gelişmelerin.

Es,
Ne güzel hala makaleler okuyorsun, kendini geliştiriyorsun. İş söz konusu olduğunda iki tür var demişti T., bir, yaşamak için çalışanlar bir de çalışmak için yaşayanlar. Sevdiği işi bulanlar çalışmak için yaşayanlar kategorisine giriyor ki bu en şanslı tür :) Sanırım sen de bu türlerdensin. Hemen sana eğitim konusunda çeviri makaleler önereyim. Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu'nun Bilim ve Toplum biriminin çok güzel yayınları var, şu adresten ulaşabilirsin: http://www.bgst.org/keab/alanegitim.asp
Bir de Chomsky'nin bir kitabını çevirdiler, o da şurada: http://www.bgst.org/bgst/yayin/demokrasiveegitim.asp

Gulcin said...

hareket ve temiz hava kesinlikle konsantrasyonda cok yardimci arastirma sonuclarina katiliyorum :) Hatta bu yuzden ofis calisanlarinin hareket etmesine yonelik calismalar da var iste mutfagin herkesin yuruyerek gidebilecegi mesafeye konmasi falan gibi. Sagolsunlar cok dusunceliler en azindan cay almaya yurumemize izin var yani :)

Yalniz evrencim bazen de soyle bir etki oluyor bu pembe mavi konusunda. Toplum pembe ve maviyi dayatiyor kesinlikle haklisin ve ben de buna karsiyim. Ama biz de kendimize degilini dayatiyoruz arada sanki. Bu da ozgurlukleri kisitliyor gibi geliyor bana. Hani altan alta istemiyoruz pembe olsun agirlik ya da mavi. Bu yuzden cok biliyorum tum dolabini bebisinin yesil yapan arkadaslarimi. Onlardan biri de ben olabilirim her an:)'

yani tam anlatamadim ama demem o ki baskinin karsiligi bizim kendimizi kisitlamamiz olmamali sanki. Seviyorsam giyerim her rengi isteyen de istedigini dusunsun degil mi? Seviyorsa giysin cocuklar da her rengi ama tam da dedigin gibi kendileri seviyorsa :)

Cok guzel yazmissin eline saglik boyle yazilarda daha cok anliyorum ozlemisim seni okumayi :)

Evren said...

Gülçin evet, çok haklısın!
Benim şahsen herhangi bir problemim yoktu, hatta yeni doğduğunda çekilen fotoğraflarda hep pembe kıyafetler vardır üstünde. Sonradan alışverişe çıkıp heryerde şu Barbie pembesi mi artık neyse, toz pembe manzarayla karşılaşınca biraz antipati oluştu. Bir de sanırım Türkiye'de bu kadar çok yok, ya da bizim zamanımızda yoktu böyle bir renk çılgınlığı. Burada dükkanlar da çok büyük olunca çocuk reonlarında ve oyuncak reonlarında üstüne gelme durumu oluyor. Yoksa dediğin gibi kendileri ne seviyorsa onu giysinler :) Renklere özgürlük! :P

Ofis konusunda da kolay gelsin hepimize. Mutfağı biraz uzağa yapsalar bari :P

baharb said...

evren aynen, biz de erkek kiyafeti maviler kirmizilar falan giydiriyorduk. hediye gelen bir pembe firfirli etek vardi, e nolacak giyiversin dedim. okula goturdugumde ogretmenlerden gelen tepkileri gorecektin. sonra hep onu giymek istedi, bu sekilde basladi ve senin de dedigin gibi sokaktaki tanimadik insan bile pembe elbiseli kizlara ay ne sirin derken yesil tisort mavi sortla hicbir yorum almiyordu, cocuk da sartlandi. cok fena bu toplum etkisi yani. of.

Evren said...

ycurl,
Denedim ama olmadı yaw. O bölümleri tek başına yazı yapınca böyle bireyi ön plana çıkaran well-being'ciler gibi oldum sanki... Neyse kaldı böyle, evrenin hava sahası şeklinde :P

baharb,
:) Aynı şey bizde de oldu, elbise giyince gelen tepkiler inanılmazdı. Sonra bu hep elbise giymek istedi, okula gider gitmez de öğretmenlerine, "look, my pretty dress" diye gösterdi/gösteriyor, hala aynı noktadayız yani! Daha bu sabah nerde benim açık (!) elbiselerim diye söyleniyordu :)

ycurl said...

Tamam sana takilmistim gece gece calisirken okudum yazdigini guldurdu beni :) Simdi ciddi yazacagim bak. Butun tespitlerin dogru. Toplum baskisi diye bir zirvalik var. Bizim oglana kirmizi, kavunici giydiriyorum ama pembe giydirmek babadan kaynakli zor :) Aslinda ucuk bir pembe gomlek alip onu alistirmak gerekli -cok yakisti diyerek :) Simdi empati yaparak eger kizim olsaydi pembe giydirir miydim? Kucukken annem bana hep pembe giydirdigi icin benim bu renge zaten bir alerjim var. Kendime isteyerek ve severek pembe renk bir seyi bile 25 yasindan sonra aldim sen dusun :) Bir de gunumuz de kiz cocuklari hep guzel olmak istiyorlar. Kiyafet ve makyaj onlarin bilincaltinda guzellikle esdeger durumda. Biz kucukken bu kadar bilincinde degildik. Sokakta, bahcede oynardik yasam alanimiz simdi buyuyen cocuklara gore daha farkli.

Hatice said...

Bu arada Evren bence ABD deki dukkanlarin sorunu bu, o kadar kocaman alisveris merkezlerinden, ya da grocery store vari zincir dukkanlardan alisveris yapmanin yan etkisi de bu toplum dayatmasi. Bu arada ben de bir sure ABDde yasadim su anda da Kanada'dayim ve ogluma asla ve asla buyuk dukkanlardan alisveris etmiyorum, ya ikinci el (charity shop ya da garage sales veya mum sales, craigslist, kijiji vs aklina ne gelirse aliyorum ya da bagimsiz kucuk dukkanlarin uygun fiyatli olanlarindan, bu kanallarda renk dayatmasi olmuyor. Tavsiye ederim:))

Cincüce Banu said...

Doğrudan bu pembe meselesiyle ilgili değil ama geçen gün şöyle bir yazı okuduk: http://www.damara-cocuk.com/parents/48

birtutamkekik said...

pembee..... gönlüm hep o renktee:)))
kızımdan sonra birazz fazlaa haşır neşirizzz kendisi ilee:))
saygılar...

Evren said...

ycurl,
:) yazarken ben de oyle hissetmistim ama aynam oldun bana :) Ve dedigin dogru malesef biz buyuduk ve degisti dunya. Kirlendi demek istemiyorum, iyiye giden seyler de var ama bu cocuklugun tuketilmesi feci boyutlarda su anda...

Hatice,
Evet haklisin bu ABD'deki dukkanlar cok fena gercekten. Biz de Once Upon a Child diye bir ikinci elciden alisveris ediyoruz uzun suredir. "Girly girl" stuff yine var ama alternatifi cok. Mum sale'lari hic duymamistim. Bakacagim mutlaka. Cok tesekkurler!

Cincuce Banu,
Bu konuya biz de dikkat etmeye calisiyoruz bir suredir. Insan hicbir capability'si olmadan yatan bebegini ilk defa bir seyleri yaparken gorunce cok heyecanlaniyor ilk baslarda. Ama sonrasi tehlikeli cidden. Cok guzel bir yaziymis, link icin tesekkurler!

Birtutamkekik,
Kim tutar sizi :) Sevgiler...

Selcen said...

Ben de renk konusunu umursamayanlardanım. Kızım doğmadan önce gittim sadece üzerindeki resmi beğendiğim için mavi bir battaniye aldım. Hatta alırken satıcı kızın gözleri faltaşı gibi açıldı. Ama sonrasında hastanede, orda burda mavi battaniyesiyle görenler hep erkek olduğunu düşündü :O ben umursamıyordum ama bu sefer de insanlar erkek çocuk istediğimi ama kız olduğunu falan düşünmeye başlayacaklar diye korktum :D:D mavi battaniye yanlış bir seçimdi bence :) şimdi her renk giyiyor ağırlık kırmızı ve lacivert :) 2 yaşında ama kendi tercihi yok kıyafet konusunda giyinmemeyi tercih ettiğinden sanırım. Ama elbise olayını ben de çok seviyorum yaa :)

Evren said...

Selcen,
Ben de ayni sekilde bir mavi battaniye almistim, onu begenmistim. Cok sonra farkettim uzerinde kamyon, araba, traktor, vs. figurleri oldugunu. Ne kadar sablonik dusununce. Var midir acaba uzerinde bu tarz figurler bulunan pembe bir battaniye :P

Cok guldum bu arada, "giyinmeme" olayi bizde de revactaydi epey bir sure boyunca. Yazdan beri (yani 2,5 yasindan beri) de elbise hastaligi :)

a_y_s_e said...

bu arada Pink brain blue brain diye bi kitap var. bi oku istersen.

yagizlahayat said...

Sanırım bu pembe-mavi takıntısı çocuklar için geçerli. Eşimin benden fazla pembe gömleği var mesela. Hatta benim sadece pembe bir hırkam var. Oğluma da almak istiyorum ama erkek reyonlarında pembeye yer yok. Kızların ise çok pembenin yanında birde fırfırları dantelleri var. Oğlumsa pembeye bayılıyor. Geçenlerde babasının gömleğini göstererek bana da bundan al dedi. Bakalım arayıştayız :-)
Yazı gene çok bilgilendirici olmuş. Kalemine sağlık. Yoksa klavyene mi demeliydim :-)