Yaptığınız işi sevmiyorsunuz, sizi körelttiğini düşünüyorsunuz. Mutsuzsunuz. Cuma günlerini iple çekiyor, Pazartesi günü sürünerek kalkıyorsunuz. Konsantre olamıyorsunuz, beş dakikada bir e-maillerinizi 'çeketmek' istiyorsunuz; hatta çok çok sevdiğiniz yavrunuzla bile kafanızı tamamen vererek rahat bir şekilde oynayamıyorsunuz. Bazen en ince ayrıntılara takılıp sabahlara kadar çalışarak mükemmel bir iş çıkarıyorsunuz, ama bazen de tamamen boşveriyorsunuz. Patronunuz/müşteriniz/hocanız yaptığınız işi beğendiğinde dünyalar sizin oluyor ama bir sonraki işte, bu güvenle tam tersi bir performans sergiliyorsunuz. Bazen işiniz uğruna dünyayı görmezden geliyorsunuz, bazen de yaptığınız işten nefret ediyorsunuz.
Peki bir idealiniz var mı? Yapmak istediğiniz, uğrunda gecenizi gündüzünüze katıp çalışacağınız herhangi bir şey var mı sizin için bu dünyada? Değiştirmek istediğiniz, öğrenmek istediğiniz??? Yoksa siz de günlerini amaçsız bir şekilde geçirip ufak ayrıntılarla ‘to do’ listenizi doldurup hiçbir zaman tamamlayamayanlardan mısınız?
* * *
Çocuğunuz emeklesin, yürüsün, konuşsun, okusun, yazsın istiyorsunuz. Uyku, katı gıdaya geçiş, tuvalet eğitimi, vs. konularında çokça okuyor, araştırıyor, en iyisinin ne olduğunu düşünüyorsunuz. İrili ufaklı birtakım halkaları bir çubuğun üzerine dizsin, renkleri ve şekilleri eşleştirsin, puzzlelar çözsün, en iyi aktivitelerle zekasını, becerisini geliştirsin istiyorsunuz. Bazen de umursamıyor, öylesine yaşıyor, sonra da "çocuğumun gelişimi için hiçbir şey yapmıyorum, ona daha çok kitap okumalıyım" vs. diye pişmanlık duyuyor, ertesi günü, aşırı bir şekilde ilgilenmeye başlıyorsunuz, ama bir süre sonra yine umursamıyorsunuz. Çocuğunuzun becerileri konusunda hayrete düşüyor, yapabildikleri ile gurur duyuyorsunuz. Onun için günlükler tutuyor, kayıtlar alıyor ve bunları tanıdık tanımadık herkesle paylaşmak istiyorsunuz ve bunun için çok kıymetli zamanınızı başka hiçbir şey için olmadığı kadar rahat bir şekilde harcıyorsunuz.
Peki onun geleceğini gerçekte ne kadar düşünüyorsunuz? Herkes gibi konuşup yürüyüp okula gidip mezun olduktan sonra nasıl bir dünyayla karşılaşacağını hiç düşünüyor musunuz? Bir iş sahibi mi olacak? Kariyer mi yapacak? Yazının başındaki anektotları o da mı yaşayacak? Onu nasıl bir dünya bekliyor?
Bu dünyaya çocuk getirilmez diye düşünenlerden değildim --dünyanın nasıl bir yer olduğunu bilmeme rağmen. Belki kendimi tatmin etmek için, belki üreme içgüdüsünden, belki de sırada bu olduğundan. Okul-İş-Evlilik-Çocuk: İlahi amaç!!! Bitmedi! Veee 2. çocuk!!! Daha da ilahi! En kutsal!
Peki kim belirledi bunun sırasını? Neden bu şekilde yaşanıyor hayatlar? Başka bir dünya mümkün değil mi? Ben yavrumun benim yaşadığım gibi bir hayat yaşamasını istemiyorum. Ne var senin konumunda diyebilirsiniz, ukalalık ettiğimi düşünebilirsiniz. Çünkü insanlar ne çileler çekiyorlar, ne zor şartlar altında okuyorlar. Bense Türkiye'nin iyi üniversitelerinden birinden mezun oldum geldim Amerika'da doktora yapıyorum. Aman ne havalı (!) Yetmedi, kendi evimde oturuyor, kendi arabamı kullanıyorum, iyi bir ailem ve arkadaşlarım var ve ben kalkmış hala konumumdan şikayet ediyorum. Ne büyük ukalalık değil mi? Küçük burjuva bunalımları bunlar, sen dert görmemişsin diyebilirsiniz. Evet görmedim, duymadım, bilmiyorum. Aslında belki de 3 Maymunu oynuyorum.
Geçenlerde Hülya yazmıştı başarılı anne-babaların çocuklarının elem kaderi hakkında. Ben işte o ikinci kuşak, kayıp kuşak oluyorum. Benim babam, köyünde okul olmadığı için karda kışta kilometrelerce yol yürüyerek okula giden, adı Yılmaz, kendi yılmaz bir adammış. Kendisi pek imkansız, pek ilgisiz büyüdüğü için, bizim hiçbir şekilde en ufak bir sıkıntı çekmemize göz yummamış, herşeyimizle ilgilenmiş. Derler ya, yediği önünde, yemediği ardında... Hala kalkmış şikayet ediyorum. Annem babam yüzünden, hayatta hiçbir şey için çaba göstermem gerekmedi. Tabii, bir tek derslerim dışında. Oldukça özgürlükçü ve demokratik bir ailem olmasına rağmen, dersler söz konusu oldu mu akan sular dururdu. Evdeki hiçbir işe dokunmayıp odama gidip dersimi çalışmam, yapmam gereken tek şeydi ve benden başka hiçbir şey beklenmiyordu. “Sen bırak, dersine bak” cümlesi öğrenim hayatımda en çok duyduğum cümle oldu. Çünkü en önemli şey derslerdi. Ben de bıraktım; derslerimi etkilememesi için herşeyi bıraktım, ev işlerine yardım etmeyi, bisiklete binmeyi, voleybol oynamayı, gitar çalmayı, dans etmeyi, arkadaşlarımla okuma yapmayı, herşeyi, herşeyi bıraktım.
Şimdi ne alakası var bunların YavruSu'yla diyeceksiniz. Şöyle; dün, Alis'in Diyarı'nda "Turning Children Into Race Horses" başlıklı yazıyı okudum. Almanya'da okumuş biri olarak Türkiyenin eğitim sistemi ile ilgili yazmış Janset. Çocukların yarış atı şeklinde yetiştirildiğini, tüm gün okul, ardından etüd, haftasonu dersane, sınavlar, SBS, ÖSS, vs, vs. dolayısıyla çocukların çocukluklarını yaşayamadığını, mutsuz olduğunu söylemiş. Ben de bu çocukların yalnızca çocukluk döneminde değil, büyüdüklerinde de mutsuzluklarının devam ettiğini söyledim.
Ailesi derslere ve nota önem vermemiş olanlar için durum farklı olabilir ama benim için böyle. Tez konumu seçmem gerekiyor, sorular sormam gerekiyor. Birtakım sorular var ancak bunlar benim sorularım mı bilmiyorum. Şu anda, 32 yaş itibariyle, gerçekten mutsuzum, hatta bunalımdayım yani o derece. Çünkü daha önce hayatın bu aşamasına dair hiç kafa yormamışım. Benim için tercihler yapılmış, bu çocuğun şuna yeteneği buna ilgisi var diye çizgiler belirlenmiş. Ama kimse bu dünyada ne yapmak istersin, neleri değiştirmek istersin, neleri öğrenmek, neleri bilmek istersin dememiş, herşey önüme hazır olarak gelmiş. Bana da çizilen sınırlar çerçevesinde önceden tanımı yapılmış 'başarılı' olmak kalmış.
"Biz senin için bilmen gereken şeyleri hazırladık, soruları da sorduk, adına da müfredat dedik". Müfredat ne ya??? Şimdi de "Yetişek" diye değiştirmeye çalışıyorlarmış. Pardon neye yetişek, her sene bir yenisi daha eklenen, depresyon tanısının ortaokul çocuklarının seviyesine inmesine sebep olan sınavlara mı? Mümkünse yetişmeyek, müfredatınız size kalsın. Bunlar hayattan çok uzak. Oysa biz hep çocuklarımızı hayata hazırlamaya çalışmıyor muyuz? Çocukken sorardık ya, "peki bunlar gerçek hayatta ne işimize yarayacak" diye, hep de susturulurduk. Niye susturulduğumuzu anladım. Çünkü bunun cevabı yok, çünkü onlar da bilmiyorlar, çünkü biz de bilmiyoruz. Bunlar sadece gerçek hayatı örtbas etmeye yarayacak şeyler, gereksiz detaylar. Senin görevin, sorularını tutkularını bastırıp bu sisteme bir şekilde entegre olmak. Şu binlerce sayfayı ezberleyip, birbirinin aynısı olan onbinlerce soruyu çözmek, iyi bir üniversiteye kapak atmak. Tabii ki arada müzik de yapabilirsin ama ancak boş vakitlerinde, ya özel dersle ya da altın çocuk müzik kursunda klasik parçaları, notada yazdığı şekliyle çalarak, ve tabii ki sadece hobi seviyesinde. Müzik dedik, dans, resim dedik, siyaset nerden çıktı, haşa! Öğrenci dediğin yurdunda uslu uslu oturup dersini çalışır, dünyada olup bitenle ilgilenmez, burnunun ötesine bakmaz!!! Bakanı da kategorize eder, isim koyar, yaftayı yapıştırıp, illegalize eder, ispiyonlar, hatta gerekirse üzerine yürür, satırla bile biçer, en sonunda yaptığı işleri gururla gösterip en ufak niyeti olanları bile depolitize eder! Öğrenci dediğin öyle tiyatroya, eyleme gitmez; ama diskoya bara gidebilir, orda 'çılgınca' eğlenip halay çekebilir, kusana kadar içip sokaklarda her türlü taşkınlığı yapabilir, ancak öyle her istediği dilde şarkı söyleyemez, söylerse sırtına kurşunları yer, hem de 1-2 değil tam 15 tane yer!!!
6 comments:
Evren, yine süper yazmışsın ve yazının devamını çok merak ediyorum.
devamını merakla bekliyorum... da zaten okullarla haşır neşir oldukça neşem kaçıyor, yazı dizisinin sonunda iyice bunalıma gireceğim gibi görünüyor!
ama işte, vurdumduymazlık da yapamıyoruz. yapmamalıyız da. böyle yaza yaza bir çare bulabilmek, bir şeyler yapabilmek umuduyla!
sevgiler...
evren sen yazın gel de bu küçük burjuva depresyonlarından rakı-balık iksiriyle kurtarayım seni...
Bak bir de az önce ne düşündüm... aslında, hep düşündüğüm şey de, bu yazının üstüne hadi yazayım, dedim (ilk paragrafla ilgili olarak):
Aslında, öyle lanet ederek yapmıyorum işimi, ama, ben yaklaşık bir 10 yıldır organizasyon işleriyle uğraşmanın hayalini kuruyorum. "her türlü organizasyon özenle yapılır!" Tabii, parti/düğün/doğumgünü gibi eğlenceli şeylerin organizasyonları daha bir özenle yapılır :) Düğünümüzün planlanmasını kimseye bırakmamıştım, imkan dahilinde, herşeyi kendim planladım, yaptım. Çınar'ın doğumgününde de aynı şekilde... tek sorun, organizasyon yapacak kişinin tercihlerini uygulamak yerine "anahattı belirleyin kalanı bana bırakın, süper bir şey yapacağım" dediğim zaman insanların çok da kabul etmeyecek olması :)) o zaman da olmaz, çünkü kafamda "evet bu böyle yapılırsa harika olacak" diye bir fikir varsa ve karşı taraf uygulamak istemezse sinirleniyorum -biliyorum, hiç demokratik değilim :))
Onun için de bu organizasyon işi yaş... zaten annem de, şakayla karışık bunu dile getirdiğimde, "valla hakkımı helal etmem" demişti, buyur bakalım :D
Ne yazik ki bizim egitim sistemimiz 1980lerden sonra okula baslayanlari kayip kusak haline getirdi. Kesinlikle apolitik bir kusak yetisti hele bu 90lardan sonra daha hizli bir tirmanisa gecti. Bazen ben de senin gibi dusunuyorum bu kadar cok sey bana ogretildi ama belki de bu kadar motomot ogretme metodu bizim ozgurluklerimizi kisitladi. O yuzden muhendislik okuyup bir yandan sosyal hayati olmasi icinde cabalayan bir suru insan olustu. Simdi de hala tip, muhendislik, isletme oku da sonra istediklerini yaparsin diyor anne babalar -bunlar artik bizim anne babalarimizin kusagi da degil- Simdi kendi yegenlerime bakiyorum -ilkokula gidiyor 3 tanesi- Aileleri ellerinden geldigince kendi yapamadiklarini yaptirmaya calisiyorlar gibi :) Mesela abimin esi illa kendisinin Fransizcaya olan sevgisinden dolayi yegenimi yaklasik 2 saatlik servisle varabildigi bir okula gonderiyor. Bu bana hic mantikli gelmiyor hatta cok bencilce geliyor -he he kotu gorumce oluyorum galiba bu asamada- Cunku o cocuk o yolda git gel sen ne kadar verim bekleyebilirsin ki? Sonra piyanoya baslattilar. Ne guzel aileden birinin muzikle ilgilenmesi. Neyse yegenimin ilgisi var ama sanki ailesi onu sunu da yapalim bunu da yapalim yarisi icinde. Bak ben ilkokuldayken hic boyle firsatlara sahip degildim. Kimse haydi dil ogrensin haydi piyano calmayi ogrensin haydi spora gonderelim demedi ama sartlar o sekildeydi. O yuzden bunlarin degerinin daha cok farkindayim ama yegenlerimin bunun farkinda oldugunu sanmiyorum. O kadar cok imkan saglanmasi bazen onlarin cabalayarak bir sey yapmalarini gerektigini bilmediklerini farkettiriyor bana.
Ailelerin kendi yapamadiklarini cocuklarina yaptirmaya calismalari da cok dogru gelmiyor bana. Ozellikle Turkiye'de yasayanlara daha cok disaridan bakma imkanina sahip oldugum icin herhalde.
Bunun orta bir yolu olmali ama ne bilmiyorum.
Yaşasın! Yeni organizasyon! Bekliyorum o zaman :)
Şu 80 sonrası depolitizasyonlar ilgili olarak, aslında ailelerimiz de buna vesile oldular gerçekten. Tandansı önemli değil, son derece aktivist aileler, sütten ağızları yandığı için, çocuklarına yoğurdu üfleyerek yedirdiler. "Aman evladım"la başladı cümleler hep. Bugünkü korku imparatorluğunun atasıymış o yıllar, o dönemler. Sonunda biz böyle olduk çıktık... bakalım, ana-baba olarak bu korku imparatorluğu zulmüne boyun eğmemeyi, çocuklarımıza da direnmeyi öğretebilecek miyiz?
Post a Comment