January 19, 2010

Şimdiki çocuklar harika, peki ya oyuncaklar? - II


Şimdi tekrar bebek mevzuuna dönecek olursak, bebeklerle oynamak kötüdür, 'kakadır' demiyorum; mutlaka onların da doldurduğu bir yer var. Ama Barbie yerine çok güzel alternatifler mevcut. Mesela estetik algısını ciddi anlamda sarsan Ugly Dolls, veya çeşit çeşit örgü oyuncaklar ya da peluş hayvanlar ve eminim daha niceleri...

Hatta bu tarz alternatiflerle oynamak iyidir, hoştur. Bizim bebişe bakıyorum, sabah kalkar kalkmaz veya dışardan gelir gelmez "DoDo" adını verdiği oyuncak köpeğini arıyor; onu bulunca da aynı benim ona yaptığım gibi göğsüne bastırıyor sımsıkı, sonra da öpüyor sevinçle. Kendinden başka varlıkları sevmeyi öğreniyor, onlarla bir bağ kuruyor ve bu beni inanılmaz mutlu ediyor. Yani öyle her şeyi sevsin, börtü-böcek-kelebek, aman ne güzel bu felek deyip de kelek yemesin tabii; hatta bilakis, Can Yücel'in Alkış ve Yuha şiirinde dediği gibi
...dileğim o ki:
büyüdüğünde de çevresinde er geç dönecek olan boklukları da
aynı heyecanla yuhalasın yeri göğü inletircesine...
Ama bunun olması için de uğraşmak gerek herhalde! İlk önce de kendi kafamızdaki şablonlarla uğraşmak. Örneğin, şu 'zeka geliştirecek oyunlar' safsatası. Herkes, çocuğunun irili ufaklı birtakım halkaları bir çubuğa geçirmesini bekliyor, ya da birtakım şekilleri deliklerden sokmasını, renkleri ve saireleri eşleştirmesini; bunları yaptığında olay oluyor, aman, oğlum/kızım pek akıllı, gören maşallah desin falan tripleri. Baby Einstein DVD'leri alınıyor, bebek Einstein'lar yetiştirmek için! [Bu arada burdan kimseyi zan altında bırakmak istemediğimi deklare edeyim; bu, tamamen kendimin de içine düştüğü bir zihniyetin eleştirisidir.]

Ama şimdi düşününce bütün bunlara ne gerek var diyorum. Hatta daha da kötüsü, bunlar yüzünden çocuklarımızın yaratıcılıklarını öldürdüğümüzü iddia ediyorum. Thomas Kuhn, sosyal bilimlerde okuyan çoğu doktora öğrencisinin başvurduğu bir teorisyendir. Geçtiğimiz dönem okuduğumuz "Normal Science as Puzzle Solving" makalesinde, normal bilimin yaratıcılıktan uzak, puzzle gibi cevabı belli olan problemlerle uğraştığından, artık yeni paradigmalar üretilmesinden ziyade çoğu bilim insanının varolanları desteklemek üzere sadece uygulama yaptığından bahsediyordu. Bunu yapanlar o çok güvendiğimiz araştırmacılar/profesörler ha yanlış anlaşılmasın. Gerçi bence pek şaşırmamak gerekiyor çünkü bu da diğer herşey gibi çocukluktan başlıyor; sistem tıkır tıkır işliyor, doğduğumuz andan itibaren bizi de içine alıyor.

Ben de "Normal Play as Puzzle Solving" diye bir makale yazayım bari :) Ama hakikaten öyle olmuş durumda: bkz. oyuncakçı ve kitapçılardaki puzzle bölümleri, bkz. aktivite blogları, yetmediyse Amazon'dan topladığım aşağıdaki oyuncak isimleri, bakınız bakınız:

Counting and sorting farm, shape sorting cube, geometric sorting board, stack and sort board, shape sorter, geometric stacker, farm sound puzzle, vehicle sound puzzle, alphabet sound puzzle, numbers sound puzzle, ...

Dahası müzik oyuncakları da artık puzzle'lı geliyor:
Baby Einstein count and compose piano, Mozart magic cube, instrument sound puzzle,...

Eee nesi mi kötü?

Bir kere yaratıcılığı öldürüp şekilcilik kazandırıyor. Örneğin, Haba'nın resimdeki oyuncağını almıştık çok da irdelemeden, sadece gözümüze hoş geldiği için. Başka bir çocuğu bu oyuncakla oynarken gördüğümde farkettim ki bu oyuncak anti-eşleştirme için dizayn edilmiş. En azından renkler için. Hatta renk eşleştirilmesine kalkıldığında son derece zevksiz bir tasarım ortaya çıkıyormuş. Haba'nın reklamı gibi oldu, pardon. Aslında farklı bir tasarım anlayışları var ancak onlar da bu eğitici-öğretici oyuncak dalgasından nasipleniyorlar arada...

Herneyse, şimdi bana yine sormak düşüyor:
Neden illa kırmızıyla kırmızıyı, kedi figürüyle kedi resmini bir araya koymayı öğretiyoruz ki çocuklarımıza? Farklı kombinasyonlar denese, istediği gibi yaratıcı tasarımlar yapsa olmaz mı? Biz de keyifle izlesek, gözümüz gönlümüz açılsa, dünyamız genişlese, fena mı olur?
Yok ille o kırmızı kare o kırmızı delikten girecek, b.k mu var sanki??? Ne kazanıyor çocuk?
-Ne kazanacak şekilcilik ve zevksizlikten başka! Ayrıca bir de tek yönlü bakış açısı tabii. Ama aslında bir küp bittabii bir üçgen, bir daire, bir altıgen, vb. her türlü delikten geçirilebilir, yeter ki çevrel çemberlerin boyutları uygun olsun.
* * *
Başka takıntılı olduğum bir oyuncak türü de düğmesine basınca, ya da bir yerini çekince müzik çalan oyuncaklar. Dertliyim sayın seyirciler, çok dertliyim. Hayır iş başa düşecek diye de korkuyorum bir yandan. Çünkü bu oyuncaklar, dijital müziğin en kötüsünü çalmasının dışında daha da kötü olan başka bir şey yapıyorlar: hazırcılığa alıştırıyorlar çocukları. Bizim bebişe hediye gelmişti böyle bir oyuncak, sonra org gibi çalınabilen başka bir modunu açtığımda farkettim ki, bebiş düğmeye basıyor ve peşinen oynamaya başlıyor, ama bakıyor ki müzik gelmiyor, bu işe çok şaşırıyor:
- Aaa!
- Yaa! İşte böyle; yok artık öyle sürekli armut piş ağzıma düş. Hadi anacım hadi, bas git bu oyuncağın çevresinden, git de kurtar kendini --ve bir de bizim kulakları lütfen, bak rica ediyorum, lütfen dedim ama!

Yani illa her çocuk piyano çalacak, okul çağına gelene kadar müzik dersleri alacak diye bir şey yok tabii ki. Klişe gereği bir kez de ben söyleyeyim, kimisi spora yatkındır, kimisi resme --bu arada herkes resim yapacak diye de bir şey yok; ama nedense, yeni icat, her yerde ve herkeste bu parmak boyasından var, ne iştir anlamadım. Yoksa bu da resim sanatının geldiği hazırlopçu son nokta mı diye de kıllanmadım değil. Ayrıca, belki çocuk resim yapmak istemiyor. Belki çocuk Ken Robinson'ın anlattığı anektodta olduğu gibi kendisini dansta bulacak; daha doğrusu annesinin hiperaktivite tedavisi için götürdüğü psikolog sayesinde ilaçla uyutulmaktan kurtulup çok ünlü bir dansçı olacak, kendi okulunu açacak ve mutlu mesut sanatını icra edecek minik afacanlarla. Ama yook! Bunu isteyen anne-baba normal değil bu dünyada. Varsa yoksa okul okunacak, itibarlı bir iş sahibi olunacak, mümkünse çok para kazanılacak, -cak, -cak, -cak... Sezen Aksu'nun 2000'li yıllarda yaptığı bir röportajını okumuştum, babası hala "Keşke okulunu bitirseydin kızım!" diyormuş, ne gam!!!

Bu arada hala izlemediyseniz Vişne Çekirdeği'nin geçen gün bahsettiği şu videoyu mutlaka izleyin derim, okul ve yaratıcılık üzerine Ken Robinson'ın konuşması var; uzun olduğuna bakmayın, trajik eğitim hikayemizi çok komik bir şekilde anlatmış, çok güldüm ben izlerken (ağlanacak halimize). İngilizce, Türkçe altyazılar da mevcut.

Dün bu videoyu izledikten sonra geçen dönem okuduğumuz Mitchel Resnick adlı LEGO Profesörünün yazısına baktım bir daha (anti parantez, Legolar da erkekler bölümünde bulunuyor genelde, kızlar için olanları pembe kutuda, tasarımı da evinin önünde ip atlayan, bahçesinde çiçek yetiştiren, pembe spor arabası ve beyaz bir atı olan evcimen, aktif, sportif, bakımlı, güzel, zarif cici kızlar!!!). Yine dağıttım konuyu, neyse. Resnick (2007), şimdiki kreşlerin de aynı okul gibi işlev gördüğünden (basit düzeyde de olsa okuma yazma, matematik eğitimi verdiğinden), oysa tam tersine, çocukların özgürce oynadığı 200 yıl öncesinin Kindergarten felsefesine yaklaşılması gerektiğinden bahsediyor. Kendisi MIT medya labaratuvarında yaratıcı düşünme ve öğrenme üzerine çalışma yapıyor ve yeni teknolojilerle çocukların interaktif öyküler, oyunlar ve animasyonlar yaratıp paylaşmasını destekleyen bir camianın oluşturulması için çalışıyor.

Resnick'in vurguladığı önemli noktalardan biri de 'edutainment' ürünleri (eğitim anlamına gelen education ve eğlence anlamına gelen entertainment kelimelerinin birleştirilmesinden oluşturulmuş bir kelime; başlıca örneği Baby Einstein oyuncakları ve DVD'leri). Resnick, Piaget'ye referans verip çocukların işinin oyun olması gerektiğini savunuyor; ve bu öğretici oyuncakların aslında eğitimi, "eğlencenin tatlı kılıfı içinde sunulması gereken acı bir ilaç" olarak gören mentalitenin bir ürünü olduğunu söylüyor. "O kadar eğleneceksiniz ki, öğrendiğinizi anlamayacaksınız bile!" (Gülüyorum! Blogcu Anne yazmış, Baby Einstein DVD'lerinin iade alındığını; okuyup daha çok gülüyorum!) Resnick, ayrıca edutainment'ı oluşturan eğitim ve eğlence kelimelerinin de problemli olduğunu, bunların günümüzde sektörler olarak algılandığını ve bizi pasif alıcılar yerine koyduğunu söylüyor (Barthes gibi). Çocukların yaratıcı düşünmesine vurgu yapılmak isteniyorsa, eğitim ve eğlence yerine oyun (play) ve öğrenme (learning) kelimelerinin kullanılmasını öneriyor. Makaleyi okumak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz.

Peki herşey çok kötü de, yok mu bu işin bir alternatifi? Geçen yazının yorumlar kısmında Başak yazmış, oğlu Çınar'ın kutulardan araba, oklavadan at yaptığından bahsetmiş, onun da kendi hikayesini geliştirmesine yardımcı olduğundan. Bence çok güzel bir alternatif. Hem doğal materyaller kullanılıyor. Bizim YavruSu da kapalı cep telefonu [ne doğal ya!!!]-kutu-kavanoz-tas-tencere-çanta-cüzdan-kap-dolap ne varsa gördüğü zaman herşeyi bırakıp çılgınlar gibi açma-kapama arzusuyla yanıp tutuşuyor. Yeni bir meslek icat edecek herhalde ilerde, çok yaratıcı :P
- Kızınız ne iş yapıyor?
- Kapakçı kendisi, her tür kapağı açıp kapatıyor :) Yo yo çok profesyonel bu konuda. Bizim evde vardı da, erken yaşta başladı açıp kapamaya :)))

Milletin evinde piyano falan olur, bizde de işte anca böyle şeyler... :)
* * *
Başak bir de yine demiş ki bu eğitim konusu için alternatif olarak 'unschooling' olayı varmış --hemen bunun üzerine haftanın şarkısını Pink Floyd'dan çalıyorum: We Don't Need No Education! Çünkü 25 yıldır bu sistemden çokça çekmiş, 32 yaşına gelmiş olduğum halde hala günlerimi ödev yetiştirmeye çalışırak geçerirken böyle bir alternatiften bahsetmek mutluluk veriyor. Aslında eğitim konusunda daha sonra yazmayı planlıyorum, şimdilik burda noktalayayım çünkü söylenmeye başlarsam, en uzun blog yazısı rekorunu kırabilirim. Biliyorum, her zaman olduğu gibi fazla uzattım, bu sefer gerçekten bitiriyorum artık. Yalnız şunu sormak istiyorum son olarak, yazıyı buraya kadar okuma sabrı gösteren çok sevgili analar-babalar-çocuklar, sarmaş dolaş birlikte veya yalnız, içerde veya dışarda oynadığınız, yaratıcılığı geliştirmese de örselemeyen alternatif oyunlarınız nelerdir? Merakla bekliyorum. Herkese iyi oyunlar...

5 comments:

senem said...

Pek güzel bir yazı dizisi olmuş bu! Bu arada şekilcilik herşeye sirayet etmiş durumda ne yazık ki. Örneğin diyelim ki çocuğunuzla birlikte oturup resim yapacaksınız. Önce anne (yada baba veya bakıcı) şöyle güzel bir ev, araba, ağaç, kelebek vs. çiziyor, sonra da çocuğuna dönüp "hadi bakalım, şimdi de sen çiz" diyor. Hoooop çocuğun bütün yaratıcılığı sıfırlanıyor. Çocuk direk kendisine model olarak verilen evin, arabanın, ağacın, kelebeğin bir kopyasını yapmaya çalışıyor. Eğer olur da farklı birşey çizmeye kalkarsa genelde "aaaa ama çocuğum ağaç more renkli olmaz ki, bak benim çizdiğime" türünden bir tepkiyle karşılaşıyor. Bu sürecin etkilerini daha sonra okullarda çok görüyoruz. Üniversite öğrencisi koca koca çocuklardan bir kitap ünitesi ödevi hazırlamalarını istiyorum diyelim ki, ilk sordukları soru "hocam elinizde örnek var mı?" Bir sonraki soru ise "hocam, kaç sayfa olacak ödev?" Hay, elinin körü!!!

Başak Çelik said...

Hmmm, şu zeka geliştirici oyuncaklar olayını bu şekilde düşünmemiştim hiç -ama onlarda beni rahatsız eden bir şey vardı, demek buymuş (annelik içgüdüsü?)

Bende bu tür oyuncaklar gerilim yaratıyor, gerçekten :)) İnsan ister istemez çocuğunun yeteneklerini ve zekasını sınamaya başlıyor otomatik olarak. Bence hiç eğlenceli de değiller, görv gibi... nerede kaldı yaratıcılık, eğlence? Neyse ki son zamanlarda artık çabuk kendime geliyorum ve herhangi bir oyuncakla nasıl oynamak istiyorsa öyle yapmasına izin veriyorum (çocuğunu tanıma/annelik tecrübesi).

Gerçekten, illa herşey şabonlarla mı yaşanmalı bu hayatta? Bir küpü üçgen delikli bir boşluktan atmanın yolu bulunamaz mı? Ya da dediğin gibi kırmızı renk illa kırmızı renkle mi eşleşmeli? Tahta bloklar illa üst üste mi konulmalı? Çınar onları birbirine vurarak müzik yapmaya, ses çıkarmaya çalışsa dünyanın sonu mudur bu? (bu apayrı bir konu, umarım blogumda yaziciim :) senin teşvikinle başladım Evren, hadi hayırlısı!)Senem'in dediği gibi, çocukların istedikleri şekilleri kağıtlara karalama özgürlükleri bile yok! Ne yazık! Bu bloglar gerçekten bu açıdan çok yararlı oluyor bana, hiç düşünmediğim şeyleri zorla kafama sokuyor. Sonra herkes benimle dalga geçiyor ama bu yüzden, o ayrı :)

Link verdiğin makaleyi de en kısa zamanda okuyacağım, vaktim kalmadı bugün için... ama masa üstüne kaydettim, gözümün önünde olsun diye :)

Oyuncak bebekler, peluş hayvanlar konusunda da sana katılıyorum. Çınar'ın bir tane bebeği var (yine muhalefet konusu olan), Aliş, karnına basınca öksürüyor. Hatta Çınar'ın ilk iletişim oyuncağı:
Anne: Aliş nasıl öksürüyor Çınar?
Çınar (8 aylık): öhö öhö öhö!
Çınar Aliş'e bayılıyor. Tabii 5-6 tane de peluş hayvanımız, kuklamız var. YavruSu'nun yaptığı gibi Çınar da onlara kocaman sarılıyor, ve sonra da bize yaptığı gibi burunlarını ısırıyor (tamamen sevgiden). Bu tür oyuncaklar çocukların kendilerini güvende hissetmelerini sağlıyormuş (bir yerde okudum ama nerdeydi hatırlamıyorum).

Çınar'la oynamayı en çok sevdiğimiz oyun saklambaç -artık kendisi de kapı arkalarına saklanıyor, kendisini bulmamızı bekliyor. Sonra yine nesne saklayıp bulmaca (bunu kendisi keşfetti, halıların altında, kutuların içine arabaları ve türlü ev aletlerini saklıyor, biz bulalım istiyor). Odasında, duvarındaki yapıştırmalara hikayeler uydurmaca (Çınar dinleyici, gülerek ve işaret ederek katılımcı), çamaşır sepetine çoraplarla basket atmaca, kapak eşleştirmece... bir de işte oyuncaklarla oynarken oyuncaklara hikayeler (mesela araba burdan yola çıkmış, gitmiş işten babayı almış, içine Çınar binmiş, ınnn ınnnn atta gitmişler, orda şunları bunları yapmışlar...) veya banyodan sonra vücut losyonunun üzerindeki resme hikayeler uyduruyorum, Çınar da zevkle dinliyor. İnsanın çok konuşan annesi olması da bu işe yarıyabiliyor demek ki. Ama çocuk benden fırsat bulup konuşamıyor da olabilir :D ya böyle yazınca pek yaratıcı gelmedi ama başka da bir şey oynamak istemiyor pek :)

Şimdilik bu kadar :) Ben de aslında senin ve diğer okuyucuların değişik/en sevgili oyunlarını merakla bekliyorum!

Sevgiler, Başak

Evren said...

Senem,

Evet dediğin çok doğru. Ben B.Ü.'ye gelene kadar kendimi resim konusunda inanılmaz kabiliyetsiz zannederdim, çöp adam bile çizemediğimi söyler dururdum. Sen hiç karşılaştın mı bilmiyorum ama yabancı bir resim hocası vardı, bizim de matematik bölümünde kafayı yemeyelim diye almamız zorunlu olan bir sürü seçmeli ders:) Herneyse, adamın öyle özel bir yaklaşımı da yoktu aslında; tek yaptığı şey tamamen özgür bırakmaktı, her konuda! Öyle şaheserler yaratmadım ama adam resmimi asmak isteyince ben bile inanamadım yaptıklarıma. İbret-i alem olsun diye anlatayım dedim. Bu arada boyama kitapları için de çeşitli eleştiriler var, sınırlama, yaratıcılık, vs. konusunda.

Öğrenciler için de, valla burda da durum aynı. Ama burda çoğu hoca zaten örnek koyuyor veya gösteriyor. Bak sen söyleyince aydım, sorup duruyordum, ya bu ülke nasıl bu kadar standart olabilir diye :D

Hülyanın Tunası said...

evren
ne deiğini anlamakla birlikte hem katılıyorum hem katılmıyorum sana. şöyle ki;
evet bazı oyuncaklar çocuğa özgür irade şansı vermiyor. ille onu oraya sokacaksın ve sonuçta bu sesi çıkaracaksın falan... ama yapılan çok ciddi araştırmalar var. erken yaştan itibaren motor, el, göz becerileri geliştirilen çocukların düşünme becerisinde belirgin artışlar sağlanıyor. en kötü oyuncak bile bence mesela çocuğun tvye hapsolmasından, ya da evde amaçsızca dolanmasından daha iyidir. kaldı ki çocuğun oyuncağı özgürce oynamasına izin verdiğin sürece sorun yok bence. bizim meşhur ititrme arabamız vardı mesela. şu sıralar yük taşımak için kullanılıyor ve ben "hayır bu itilir, eşya yüklenmez" demiyorum tabi ki.. çocuk zaman geçtikçe oyuncağı kendine göre işlevlendiriyorsa o dayatmalar çok da önemli değil diye düşünüyorum.

Evren said...

Hülya, aslında benim de son geldiğim nokta bu oldu. Serinin bu akşam yayınlamayı planladığım 3. yazısında (bu arada kaptırdım gidiyorum, 4'ü de kitaplarla ilgili hazırlıyorum :) neyse, "özgür oyundadır olay" dedim. Yani kesinlikle sana katılıyorum.

Ancak bu araştırmalar konusunda bazı şeyler söylemek istiyorum (senin süt yazına da pek yakında bulaşacağım, burdan duyarayım da:) Herneyse, içinde olduğum bir müessese olduğu için, rahatlıkla iddia ediyorum ki çoğusu fos. Şimdi burda (us'de) örneğin benim okuduğum üniversite devlet üniversitesi olmasına rağmen yıllık 18 bin - 30 bin arası bir harcırahı var. Ve bu sadece ders parası. Türkiye'den farklı olarak aileler değil de, çoğu öğrenci kendisi ya çalışıp ödüyor ya da belli şirketlerden araştırma için burs buluyorlar. Ve şirket değişkeninin belli olduğu bu denklemde hangi araştırmaların desteklendiğini tahmin etmek pek de zor olmuyor. Bir de bunlardan bağımsız olarak, araştırma yapan kişinin içinde bulunduğu paradigma var ki çoğu zaman hangi tarafa hizmet ettiği zaten belli. Örneğin, ben aksi yönde bir araştırma yapmak istediğimi hocama söylediğimde bana açık olarak destek bulamayacağımı, ama istersem tek başıma yapabileceğimi söyledi. Ben de malesef konumu değiştirdim, çünkü bu araştırma süreçleri hakikaten çok masraflı :(

Motor, el, göz becerilerinin gelişimi hakkında da şunları düşünüyorum. Üyeysen bilirsin, babycenter'dan haftalık bülten geliyor, "çocuğunuz bu hafta şunları şunları yapacaktır" diye (değilsen de başka kaynaklardan okumuşsundur mutlaka). Örneğin 3 aylıkken ellerini kavuşturacak diyor, bebiş ellerini kavuşturuyor; emekleyecek diyor, emekliyor; bir şeye uzanıp tutacak diyor, tutuyor, vs. Yani bu motor, el, göz becerileri olayı, çocuk bu oyuncaklarla oynasa da oynamasa da gelişiyor. Bu oyuncaklar sadece bunların vakitlice gelişip gelişmediğini veya hangi vakitte geliştiğini gösteriyor. Yani çocuğun kendi iç vakti gelmişse küpleri de üst üste koyar, renkleri de eşler. Bence sorun bu tarz oyuncakların ölçme-değerlendirme işlevinden çıkıp merkeze geçip abartılarak ebeveyn-çocuk ilişkisini etkilemesinde, ve dayatmalar sonucu çocuğun yaratıcılığını sınırlandırması riskinde. Kaldı ki ölçme-değerlendirmenin yarattığı negatif etkiler de cabası (bu arada bu konu da ayrı bir post yazısı olmayı hakediyor sanırım, özellikle de tr'nin eğitim sistemi düşünülünce :)

Sonuç olarak, senin dediğin yere geliyorum. Örneğin bizim YavruSu da, Başak'ın Çınar'ı gibi küpleri birbirine vurarak oynamayı seviyor, ama ben illa alıp o kübü kare delikten geçirmesi için zorlarsam, ya da benim çocuğum bunları yapamıyor diye paniklersem, o noktada problem çıkar. Zaten benim de bir önceki yazıda Barthes'dan örnek vererek bahsetmeye çalıştığım, oyuncağı, senin son cümlende olduğu gibi, "kendine göre işlevlendirebilmesi"; yani aslında çocuk bunu zaten yapacak da bizim onu aktivite adı altında sınırlandırmaya kalkmamamız.