January 19, 2010

Şimdiki çocuklar harika, peki ya oyuncaklar? - I

Bir süredir müsveddelerim arasında duran bu yazıyı, WIC (Women in Computer Science) mail list'ten gelen bir mesaj yüzünden hemen hazırlayıp yayınlamam farz oldu.

Konu, Barbie'nin gelecek mesleği. Astronot da dahil 120 kariyeri varmış zaten, şimdiki anketle bir sonrakini seçiyorlar: çevreci mi olsunmuş, cerrah mı, mimar mı, haber sunucusu mu yoksa bilgisayar mühendisi mi? Computer Scienceçılar da maillistlere anketi göndermeye başlamışlar. Bana da sesli bir "Yetti artık!" demek düştü bu sabah.

Yazlık komşumuzun 7 yaşındaki kızının rejimde olduğunu duyunca çok şaşırmıştım, ama bugün barbie.com'daki figürleri inceledikten sonra neden artık "bulimia nervosa" diye bir hastalığın olduğuna şaşırmamak gerektiğini kesin olarak gördüm: çeşitli kanallarla dayatılan aşırı tüketim üzerine çok yeme ama öte yandan yine aynı kanallar vasıtasıyla dayatılan süper ince, zarif ve zafiyet arasındaki çizgide gidip gelen rol modellerine uymak için suçluluk hissederek her yediğini çıkarma. Evet, bu bir süredir vardı zaten. Şimdi bütün bunlara bir de kariyer peşinde koşan 'modern' kadın imajının eklenmesi, dahası bunu oyuncaklar aracılığıyla meşrulaştırmak da nerden çıktı???

Keşke bu kadarla kalsa diyorum. Ama yavruladıktan sonra gördüm ki oyuncak endüstrisi tahmin ettiğimden çok daha korkunç boyutlarda. Ve hatta iddia ediyorum ki Althusser'in vakti zamanında yazdığı "Devletin İdeolojik Aygıtları"na eklenebilecek boyutta.

Tek sorun, oyuncak bölümlerinin kız-erkek olarak ikiye ayrılıp kızlar bölümünde barbieler, soft renklerle ve özellikle pembe egemenliğinde tasarlanmış oyuncaklar, taçlar, kanatlar, mutfaklar, ütüler, bilgisayar oyunu olarak da SIMS ve benzerleri varken; erkek bölümünde vahşi renklerin hakim olduğu savaşçılar, silahlar, helikopterler, uçaklar ve World of War Craft tarzı binlerce oyun olması değil tabii ki. Bu, işin en görünür, dolayısıyla kaçınılması en kolay olan kısmı. Ancak bir de ayın karanlık yüzü var ki... the dark side of the moon şarkısını getiriyor aklıma!

Geçen sene "Experience Design" dersinde oyuncaklarla ilgili bir makale okumuştuk. Roland Barthes (1967), Fransız oyuncaklarının, yetişkin dünyasının küçültülmüş birer kopyası olduğundan, burjuva yaşantısını öğretmek üzere her zaman işlevsel olarak tasarlandığından ve bunların doğanın değil de kimyanın ürettiği bir madde olan plastikten yapılmasından dem vuruyordu. En önemlisi de bu komplike objelerle karşılaşan çocuğun kendisini sahip (owner) veya kullanıcı (user) olarak tanımlayabileceğini ama hiçbir zaman yaratıcı (creator) ilişkisi kuramayacağını söylüyordu. Onun bir şey yaratması veya keşfetmesi gerekmiyor, kendisi için tasarlanan macerasız aksiyonları kullanıp sıkılınca da bir kenara atması icabediyordu; aynen burjuva hayatın mikro düzeydeki kopyası olarak... Halbuki tahta oyuncaklar öyle değildi; onlar, çocukla birlikte büyüyüp çocuğun yaratıcılığına göre her dönem farklı anlam kazanan doğal, sıcak, samimi oyuncaklardı.

Bu makaleyi okuduktan sonra kesinlikle plastik oyuncak almamaya karar verdik; kendimizi şanslı görüyorduk, çünkü 42 sene sonra bebişin oyuncak çağında artık tahta ve bez oyuncak üreten çok güzel oyuncakçılar vardı. Ama 1 yıllık araştırmalarımız ve deneyimlerimiz sonucunda gördük ki bunlar da, çoğu zaman, Barthes'ın eleştirdiği plastik oyuncakların sadece malzemesi değiştirilmiş haliydi. Plastikte bulunan BPA, Pthalates riski yoktu, ancak daha kötüsü, ucuz üretim amacıyla kullanılan zehirli boyalar içeriyordu bir çoğu. Sonuçta bunlar da oyuncak endüstrisinin dahil olduğu "Kapitalist Dünya Ekonomi" sisteminin (Wallerstein, 1979) bir parçası olan firmalar tarafından üretilmişti. Peki problem neydi?

"Şimdiki çocuklar harika" demiş Aziz Nesin; tesadüf, Roland Barthes'la aynı yıl. Bizim yavru Su'ya bakıyorum, annelik bloglarına bakıyorum ve bir kez de ben doğruluyorum Aziz Nesin'i: Gerçekten şimdiki çocuklar harika! Ama düşününce, acaba harika olan şimdiki çocuklar mı, yoksa yaratıcılığın sınır tanımadığı çocukluk dönemi mi diye de sormadan edemiyorum. Acaba eğitim adına kaybedilen binlerce güzel şeyden sonra mı, yoksa çocuklarımızı bu sistemin bir parçası olarak yetiştirdikten sonra mı 'yeni kuşak'ın ne kadar kötü olduğundan dert yanılıyor her kuşakta bir daha, bir daha??? "Bir bebekten bir katil yaratılmasını*" neye, kime borçluyuz? Soruyorum! Hrant Dink'in öldürülmesinin 3. yılında bir daha soruyorum!

Evet oyuncaklar ve oyunlar sandığımız kadar masum değiller, ne de kitaplar, ne de şarkılar ve daha 'ne'ler 'ne'ler... Öyle eline bir şeyler vereyim de oyalansın demeden önce bir kez daha düşünmekte fayda var.


*Rakel Dink'in bu konuyla ilgili konuşmasına şu linkten ulaşabilirsiniz.

12 comments:

Hülyanın Tunası said...

çocuk klasikleri, özellikle de grimm masalları pek fena mesajlarla biter. prensesin ya da kızın tek derdi bir prensle evlenmektir ya. ne feci bir bilinçaltı mesajı..

Evren said...

Hülya evet ya, gerçekten çok feci! Onlara da savaş açmış durumdayım zaten! Eylemlerim devam edecektir :)

Başak Çelik said...

O zaman hadi meydanlara, diyesim geldi!

Ben de oyuncakçılarda kız ve erkek çocuk oyuncaklarının ayrılmasından, kızlara sürekli dayatılan pembe renkten (ki gerçekten pembeyi severim) ve erkek çocuklara dayatılan "ağır/sert abi" imajından nefret eder oldum!

Yaratıcılıklarını sınırlamak bir yana, daha 0 yaştan itibaren kategorilere de ayırıyorlar kuzularımızı! Mesela Çınar, elektrik süpürgesi, ütü gibi ev aletlerine bayılıyor, hepsinin fonksiyonlarını ve nasıl çalıştıklarını biliyor. Aa kendisine ve tabii bir noktada elektrikli ev aletine zrar vermesin diye durduk yere ütüyle, süpürgeyle oynamasına izin vermiyoruz. Ama ben merakını gidersin ve eğlensin diye oyuncak süpürge alayım dedim. Ve bir oyuncakçının, tabii ki kızlar ayrılmış bölümünde, buldum. Ama bulmamla "yuh" diye bağırmam bir oldu, çünkü, halihazırda pembe renkli olan süpürgenin üzerinde "only for girls" yazıyordu! Yani kızların ve erkeklerin görevleri ve yerleri bellidir, kimse sınırlarını aşmasın, höst! Böyle bir markaya para kazandırmaya hevesli olmadığımdan başka oyuncakçılara baktım, en sonunda yerel bir mağazada yine pembe-mor renkli bir tane buldum, aldım. Çınar da pek eğlendi, ben de milletin "erkek çocuk süpürgeyle mi oynar, eki eki" gibi abuk yorumlarına kulak tıkadım...

Pek çok oyuncağın çocukların hayal gücünü körelttiğini daha önceden bir süre gittiğimiz kreşin psikoloğu da söylemişti. Hatta "çocuğunuza zaman zaman da kutular, kavanozlar gibi doğal malzemeler de verin ve onları nasıl kullandıklarını gözleyin, şaşıracaksınız" demişti. Zaten Çınar bu tür doğal malzemelerle oynamayı, kutulardan araba, oklavadan at yapmayı daha çok seviyor. Bizim evde -dede, anane, vb bir sürü akraba artı biz dolayısıyla- bir oyuncak çılgınlığı mevcut, kabul ediyorum, ama en azından onlarla oynarken kendi hikayesini geliştirmesine yardımcı olmaya çalışıyorum (tabii şimdi bakıcısı aynı şeyi yapıyor).

Eğitimle ilgili de, bir arkadaşımla artık ciddi ciddi "unschooling" olayını düşünmeye başladık! Wikipedia'dan bakabilirsin. Her ne kadar bulunduğumuz şartlarda ütopik görünse de, behsedilen kavramlar daha sonrasında "eğitim sistemi" denen canavar döngünün içine girecek yavrularımızı korumaya yardımcı olabilir.

Sevgiler... Başak

Evren said...

Basak supersin!!! Tam bu aksam yayinlamak uzere beklettigim bu yazinin II.sini yazmissin sen. Goreceksin, cok benzer seylerden bahsetmistim ben de :)))

Kesinlikle katiliyorum sana. Supurge olayina sasirmadim tabii ki ama senin tavrin sasirtici guzellikte. Bayiliyorum boyle erkek cocuk annelerine :))) Hulya da Tuna'ya pembe bir bebek arabasi almisti yanlis hatirlamiyorsam :) Oynarken kendi hikayesini gelistirmesi olayini dusunmemistim, bak bunu da ekleyeyim sana referansla.

Homeschooling'i duymustum ama unschoolingi duymamistim. Baktim Wikipedia'dan ve beni de dahil edin araniza diyorum. 25 yildir egitim sisteminin icinde bulunan biri olarak (1 yilim matematik ogretmenligiyle gecti) bu konuda soyleyecek o kadar cok seyim var ki bu 'comment'in haddini asar diye sonraya birakiyorum :)

Sevgiler... Basak

Evren said...

Pardon "Sevgiler... Evren" olacakti. Fazla ozdeslemisim sanirim :)))))

Başak Çelik said...

Haha, harika! Son "comment" beni cok eglendirdi :)

Tamam, unschooling'e seni de ekledik! Demek matematik ogretmenligi de yaptin... bence senin bakis acinda olan bir ogretmeni kaybetmek cocuklar icin uzucu olmalı!

Evren, aslinda Turkiye'ye bir geldiginizde seninle -fiziksel olarak- tanismayi cok isterim! Tabii YavruSu'yla da :) Bilemiyorum Turkiye'nin neresine geliyorsunuz ama umarim bu dilegim gerceklesir!

Kocaman sevgiler, Basak :)

Evren said...

Basakçım aynen ben de çok isterim. Bizim rota genelde: İstanbul - Adana/Mersin - İzmir/Çeşme şeklinde oluyor. En çok Çeşme'de kalıyoruz --anneanne olunca... :) Veee Çınar'ı kap gel derim, ben gelince haber veririm.

Görüşmek dileğiyle,
Evren

Başak Çelik said...

Oooo, son teklif süpermiş! Bu sene bana yıllık izin verirlerse eğer, belki o taraflarda görüşürüz!
Biz aslında zırt pırt İstanbul'a da giden bir aileyiz (akrabaların tamamı orada olunca). Belki o taraf denk gelir :) YavruSu'yla Çınar'ın karşılaşması epey şenlikli olabilir :)
Sevgiler! Başak

Hülyanın Tunası said...

izmir dedin di mi:)) kesin di mi? tarih belli mi?

Evren said...

Hehe evet, benim ailem orda yaşıyor. Ve zaten ne zamandır okudukça heves ediyorum sizin buluşmalara, çok isterim görüşmeyi hem seninle, hem Tuna Beyiyle. Bu yaz Temmuz gibi orda olabileceğimizi umuyorum. Görüşmek dileğiyle...

Anonymous said...

Evren ,sen yine 1 yıl yapmışsın.Ben 12 yıldır inanmadığım sisteme hizmet ediyorum.Maalesef başka bi şansım da yok:( alternetif eğitim son zamanlarda daha bi konuşulmaya başlandı.Çoook eskiden bi müzisyenin ,(Erkin Koray) kızını okula göndermediğini evde kendi kendine eğittiğini okumuştum ,Bilmiyorum doğru mudur ama hayran olmuştum adama.Helal olsun demiştim.Sonra
son dönemlerdeki dünya görüşüne dair aldığım duyumlar tam bir hayalkırıklığıydı...
Yakın gelecekte olmasa da dünyada ve çooook sonra Türkiye'de :) eğitimin ,devletin tekelinden çıkıp ,çocukları dolar olarak gören özel okulların da elinden de kurtulup özgürleşeceğine inanıyorum.
Oyuncak konulu yazının altında alakasız bi yorum oldu ama laf lafı açıyo işte:)
onuranne...

Evren said...

Onuranne,

Sana çok kolay gelsin gerçekten, 12 yıl dile kolay. Umutlarına ben de yürekten katılıyorum.

Bu arada Erkin Koray ve daha niceleri benim de hayallerimi yıktı malesef :(

Yorum alakasız değil aslında, çocuklarımıza sunduğumuz şeyler isim değiştiriyor yalnızca. Ama oyun, ama eğitim; ikisinin de oyununa gelmemek için uyanık olmamız gerekiyor diye düşünüyorum ve fakat türkiye'de eğitim zorunlu olunca düşün düşün...
"Bişey yapmalı!" adlı şarkıyla veda ediyorum şimdilik.
Sevgiler,
Evren