Geçen yazıda bahsettiğim "kutudan araba" ve "oklavadan at" olayını düşünüyordum bir süredir, neden çok sevdiğimi... Buldum!
Çünküüü:
Çünküüü:
- Bunlar, oyunun içerisinde sadece bir araç olarak kullanılan malzemeler.
- Doğallar.
- Çocuk büyüdükçe onunla birlikte farklı anlamlar kazanabilirler.
- Çocuğa araba ve at konusunda bir şablon sunmadığı için, çocuğun zihninde her daim gelişip değişen imgeler oluşmasına olanak sağlayabilirler.
Dert şu: oyuncakların amaç değil de araç olarak kullanıldığı bir dünya istiyorum, yani istiyorlardır diye umuyorum :) --ki aslında biz izin verirsek onların yaptığı da bu, yani özgürce oynamak. Çocuk iki kübü üstüste koymak yerine birbirine vurmak istiyorsa bu onun gelişimsel olarak geri olduğunu göstermez bence, ne de müzisyen olacağını tabii ki. Ama böyle şeylerle çocukları ölçmeye kalkmak kişinin konuya bakışındaki geriliği gösterebilir.
Yeni trend de ayrıca sorunlu tabii; "şimdi artık önemli olan akıllı-zeki olmak değil, yaratıcılıktır" deniyor. Ve yeni dalga HCI (Human-Computer Interaction)'da da yaratıcılığı geliştiren oyuncak tasarımı ve bilgisayar oyunları üzerine uğraşılıyor. Ben de herşeye olduğu gibi bunun sonuçlarına da şüpheyle yaklaşıyorum.
İyice 'kıllanan kadın' oldum galiba. Hemen konuyu değiştireyim bari, sonra gene dönerim...
Bu karikatüre referans vermek için aradım durdum çizerin adını ama bir türlü bulamadım. Selçuk Erdem diye tahmin ediyorum ama emin olmak istedim, bir sürü web sitesinde karşılaştım ancak kimse zahmet edip adını yazma gereği duymamış. Tabii aslında şaşırmadım, biraz da karikatürün deşifre ettiği mentalite yüzünden sanırım. Artık böyle hayat; araba diyor çocuk, bin çeşidi geliyor, kimin ürettiği önemli değil, önemli olan ona sahip olmak, onu kullanmak. Konumuza dönecek olursak da, gelen arabaların gerçek hayattakilerin küçültülmüş birer kopyası olması. Oysa sorarım size ey seyirci, zengin olsa da sağdaki, soldakinin imge dünyasını hiç geçebilir mi??? (Sol-sağ denk gelmiş valla ben bi'şey yapmadım:)
Velhasıl kelam, ne diye sınırlandırıyoruz çocuklarımızın imgelerini? Yine sözüm meclisten dışarı, --yaşlanıyorum galiba-- bizim zamanımızda da vardı çadır merakı ama biz kendimiz koltuk ve minderlerden farklı farklı modeller kurardık. Arkadaşımız geldiğinde genişlerdi, kardeşimiz geldiğinde daralırdı ki, birlikte içine girip darlanılmasın diye (kötü abla modeli :) Küçük çocuklar için böyle malzemlerle bir şeyler yaratmak zor olabilir belki ama genelde şablonlar sunan oyuncaklardan kaçınmakta fayda var. Hatta oyuncak endüstrisinin ürettiği cinsiyetçi/savaşçıl/dijital/plastik vs. çoğu oyuncaktan (facebook grubu gibi oldu: Beni cinsiyetçi, şovenist, ırkçı ya da faşist oyuncakçılara davet etmeyin lütfen :)
Ama oyunlara davet edebilirsiniz, özgür oyunlara. Öyle, zekayı artırsın, yaratıcılığı geliştirsin diye oynananlara değil ama! İçimizden geldiği gibi olsun, birlikte dalıp gidelim başka dünyalara. Olmadı, burda saklambaç bile yeter aslında, hatta yerlerde yuvarlansak, ya da iki hoplayıp zıplasak müzikle, oooh bugün keyfim yerinde...
* * *
Not: Bir önceki yazının yorumlarında Hülya yazmış, "...en kötü oyuncak bile çocuğun tv'ye hapsolmasından... iyidir" diye. Bizim evde olmadığı için hiç aklıma gelmemişti ama kesinlikle hak veriyorum. Bu gerçekten önemli bir konu, dikkat etmekte fayda var. Ayrıca, bu yazıdan oyuncaklarımızı attık gibi bir sonuç çıkmasın, bundan sonra alırken dikkat edeceğiz --gerçi biz ediyoruz da ne oluyor, hediye diye bir şey var, ama yine Hülya'nın dediği gibi "çocuğun oyuncağı özgürce oynamasına izin verdiğin sürece sorun yok!", yola devam yani... istikamet: Oyun Dünyası --oyuncak bahane :)))
Güncelleme: Karikatür Yiğit Özgür'e aitmiş. Gökhan yazmış yorumlara, sağolsun!
3 comments:
Buraya yazdığım yorum sistem tarafından fazla uzun bulununca aşağıdaki linkteki adrese taşıdım. İlgilenenlere duyurulur...
http://yavrusu.blogspot.com/2010/01/hulyann-tunasna-degil-de-tunann.html
Karikatur Yigit Ozgur'un.
Gökhan, çok teşekkürler! Ben de eleştirdiğim zihniyete düşmüşüm, hemen güncelledim yazıyı, sağolasın :)
Post a Comment