July 24, 2010

Senin baban erkek mi?

Karikatür: Piyale Madra

:) Toplumsal cinsiyet rollerinin neden bu şekilde evrimleştiğine dair çeşitli teoriler var. Bu teorilerden birine göre, kadın doğum yaptığında, yeni doğan çocuğuna bakmak, onu emzirmek, uyutmak, temizlemek için mağarada/evde kalıyor, erkek de avcılık/toplayıcılık işlemleri için dışarı çıkıyor. Dolayısıyla kamusal alanda varlık gösteren, yemek bulma savaşı esnasında beceri ve kaslarını geliştiren erkek olurken, evde kalıp çocuğa bakan ve evde olduğu için evle ilgili işleri yapan da kadın oluyor. Bu yalnızca bir teori ve bu teorinin geçerli olmadığı binlerce durum var. Örneğin, benim babam fındık zamanı doğduğu için, babaannem o gün bahçede akşama kadar fındık topladıktan sonra eve gelip doğum yapmış ve 2 gün içinde bahçeye geri dönmüş. Gelini gelene kadar da hem bahçe işlerinde hem de evde çalışmış. Feodal sistem öncesi daha iyiymiş yani, en azından sadece evde çalışıyormuş kadınlar :P

Şaka bir yana, bunun tam tersi örnekler de var. Mesela bizim üniversitede doğum veya çocuk evlat edinilmesi durumunda hem anne hem baba 12 hafta ücretli izin alabiliyor --genelde sırayla kullanıyorlar. İzin süresi çok yetersiz de olsa, babaların bundan yararlanabilmesi çok güzel bir şey çünkü her ne kadar ev içi emeğin ücretlendirilmesi ile ilgili çalışmaları savunsam da, bu tarz rutin işlerin sırayla ya da birlikte yapılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum; çünkü rutin işler, ücretli de olsa, insanı bezdirebiliyor.

Birlikte yapmak her zaman kolay olmuyor tabii. Örneğin, bizim durumumuzda, her ne kadar herkesin her işi yaptığı, eşitlikçi bir anne-baba modeli sunmayı istemiş olsak da belli şeylerde farketmeden bir ayrışma yaşandığını gördük. Evet, baba gerçekten bir sürü iş yapıyor, ama bu işler genellikle annenin de yapabildiği ve de dışarda yapıldığında erkeklerle özdeşleştirilen işler. Diş fırçalığın temizlenmesi gibi detay işlerde ya da çamaşır gibi yalnızca kadınların bulunduğu alanlarda yine kadınlar var, yani ben varım.

Çamaşırcı Erkek
Siz hiç çamaşırcı erkek gördünüz mü? Mesela çamaşır reklamlarında çantasından deterjanı çıkarıp "üzülme be Osman, bak bu Momo'yla yıka, muhteşem beyazlığı yakala" diyen bir tipleme? Ali amca? Yok böyle bir tipleme. Bu Ali amca, genelde hep kirletir. Çocukluğunu da biliyorum ben onun... hep koşardı, top atardı, nedense gidip inadına inadına çamurda oynardı, olmadık yerlere girer çıkar, yemek yerken de hep üzerine dökerdi. Toplum mu bu hale getirdi onu? Sen erkeksin, erkek adam ev işi yapmaz diyerek. Yoksa annesi mi yaptı ona bunu? Yıllarca onun işlerini yapıp yemeğini yedirerek, çamaşırlarını onun yerine yıkayarak, hatta üniversiteye gittiğinde bile, kargoyla temiz çamaşır, yemek göndererek, onun kendi kendine yetecek bir birey olmasını engelledi mi farkında olmadan. Oysa çocuğunu çok severdi, hep iyi şeyler düşünürdü onunla ilgili. Yoksa eşi mi sebep oldu buna? Sen bırak ben hallederim diyerek...

Kimin ne kadar payının olduğu tartışılır ama Ali için iyi oldu bir taraftan; kendini bilime verdi. Ve hiçbir şeyden de geri kalmadı; para da kazandı, çamaşır reklamlarına da çıktı deneylerini anlattı: "2 ölçek bundan, 8 ölçek şundan koyduk, 3 yıl deney yaptık ve beyaz ötesine ulaştık" gibi saçma sapan replikler söylese de, o, dağ gibi çamaşırla başetmek zorunda kalan kişi değil, beyaz gömlekli bilim adamını oynadı.

Tabii ki bunun tam tersi durumlar da var. Bilim kadınları yanısıra çamaşır yıkayan erkekler de yaşıyor bu dünyada. Ben çamaşırhanelerin önünden geçerken görüyorum mesela. Ama neden medyada, kamusal alanda görünür değiller merak ediyorum. Google imajlarda aradım (bu arada yeni arayüzü çok şık olmuş imaj aramanın) ve tahmin edeceğiniz üzere açık ara farkla kadınlar önde çıktı resimlerde. 3-5 tane çamaşırcı erkek ya var ya yok. Türkçe terimlerle aradığımda ise hiç bulamadım. Ataerkil sistem, mahremiyet mevzuları dışında sanırım bir etken de bu işten para kazanılması.

Hep söylenir ya, en iyi aşçılar erkeklerden çıkar diye; ya da terziler, modacılar, bulaşıkçılar, ütücüler, ... bu alanlarda da hep erkekler varlık gösterir bir şekilde. Bu işleri kadınlar da yapar ama erkekler yaptığında bu işlerden para kazanırlar, dışarda yaptıkları için üzerine bir de ünlü olurlar. Ve kıyaslama yapılır. Kadınlara fırsat verilmiş de dışarıdaki işlerde çalışıp kendilerini gösterebilmişler gibi. Ya da, çalışan erkeklerin kadınlara oranı, aldıkları ücret eşitmiş gibi. Bunları pek anlayamıyorum malesef. Bu söylemler beni hep şüpheye düşürüyor.

Şablonik Hatalar
Çünkü bence bu, gerçekten ataerkil sistemin dayattığı toplumsal cinsiyet rolleri ile ilgili. Siz de bir erkeğe doğduğu andan itibaren "sen erkeksin, senin kafan buna basmaz" ya da "aman oğluşum, hassas kırılgan oğluşum" diye şartlarsanız, onun gelecekte kendine güvenen, tuttuğunu koparan bir insan olması çok zor olur muhtemelen.

Ben hiçbir zaman kendimi kadın olduğum için yetersiz veya beceriksiz hissetmedim. Yeri geldi, musluğu söküp tamir ettim, yeri geldi, eşimin yerine paralel park yaptım. Gözü karaydım hep; arabayla 200km/s hız yapıp bisikleti ellerimi bırakarak kullandım, havuza ters takla atarak girip bulduğum her türlü duvara tırmandım. Matematikte de iyiydim her zaman --tüm bu konularda/işlerde iyi olan başka pek çok kadın gibi.

Annem, feminist itkilere sahip bir kadındı. Evlendikleri ilk gün babamın en sevdiği gömleğini ütülerken 'yanlışlıkla' yakarak hayatı boyunca ütü yapmaktan kurtulmuş, çeşitli sosyal derneklerin, partilerin kadın kollarında aktif olarak (gece 11'lere kadar) çalışmış, beni daima üniversite mezunu olmam, çalışmam konusunda yönlendirmiştir. Babam da her zaman bana destek olmuş, "aslan kızım, herşeyin en iyisini yapar" diyerek teşvik etmiştir. Bu durumun yarattığı negatiflikler olmuş olsa da (bazen gerektiğinden fazla hırs yapmam gibi) genel olarak hayatımı olumlu etkilediğini söyleyebilirim. İstediğim ve yeteri kadar çalıştığım zaman herşeyi yapabileceğime inandım. Herhangi bir eziklik ve eksiklik duymadım.

Ne güzel, değil mi? Film gibi geçti gözünüzün önünden: Kara Evren Ataerkiye Karşı!

Fakat sonra ne oldu? Film bitmedi elbet ama şeridi koptu. Tahmin edeceğiniz üz're, bebiş doğduktan sonra hayatım değişti. Bir kere korkak oldum. Önce ilk zamanlarda o bana muhtaçken (ya da ben öyle olduğunu düşünürken), başıma bi'şey gelecek diye ödüm patladı, ya bana bişey olursa, yavrum ne yapardı!!! Düşüncesi bile gözlerimi doldurmaya yetiyordu. Sonra, o kendi ayaklarının üzerinde durmaya başladı ve bu sefer onun başına bir şey gelecek diye korkmaya başladım. Hele ilk zamanlar, her düştüğünde yüreğim ağzıma geliyordu. Çaktırmamaya çalıştım, hep serin kanlı durmaya, ama epey korktum, gelecek yılları düşünüp korktum. Ya bungee jumping yapmak isterse, paraşütle atlamak, dağa çıkmak, tehlikeli eylemlere katılmak; kendini koruyamazsa, ya da kadın veya erkek bir itin tekine rastlar ve hayatını zehir ederse. Of ya, ben bunları düşünecek kadın mıydım!

Sonra, bir süre, bebeğin tüm bakımını ben üstlenmek istedim. Bilinçli olarak değil tabii ki ama baba da dahil olsun derken, farkettim ki, bazı alanlarda güvensizlik yaratmışım. Örneğin, kıyafetlerini o giydirdiğinde, hiç olur mu böyle diye değiştirdim, ve bir gün onun "ne giydireyim?" sorusu karşısında, "giydir işte birşeyler" dediğimde, "bana güveniyorsun yani?!?" sözüyle kafamda çakan şimşeklerle kendime geldim. Sonrasında hiç müdahele etmemeye karar verdim ve hatta destekledim, ta ki morla cırtlak yeşili üstüste giydirene kadar. Herkesin bir sabrı var, değil mi ama :)

Şaka bir yana; hiç istemedim yavrunun kadın ve erkeği belli rollerle özdeşleştirmesini. Çünkü biliyorum ki herkes herşeyi yapabilir, yeter ki istesin, yeter ki kendine olan güveni zedelenmesin, yeter ki şevki kırılmasın, bastırılmasın, yeter ki doğru kuvvetlerce desteklensin, gerektiğinde dürtülsün. Şablonlara sokulmaya çalışılmasın. Özellikle de aklımızdaki şablonlara. Çünkü Sally Kempton'ın dediği gibi
It's hard to fight an enemy who has outposts in your head.
Yani "kafanızda ileri karakol kurmuş bir düşmanla savaşmak zordur". Üzerine bir de anneliğin karakolları eklenince, gerçekten, iyice zor oluyor. Ama tabii ki imkansız değil. Çünkü hiçbir şey imkansız değildir! Yeter ki isteyin, yeter ki gözlerinizi biraz daha geniş açın. Olmadı annenize şiir yazın. Anne olunca daha iyi anladığınızı düşündüğünüz annenize :)


Karikatür: Piyale Madra (www.radikal.com.tr)

July 12, 2010

Merkezkaç

Cocuklarimiz basimiza gelen en guzel seylerden biri. Ve onlari oyle cok seviyoruz ki... saniyorum bunu bazen abartiyoruz. Sadece, 3 yasina geldiklerinde asiri ilgiden simarmis, cekilmez birer cocuk olmalari degil sorun; bence asil sorun hayatin ileriki asamalarinda cikiyor. Herkesin her yaptigi davranisa alkis aramasi, her yazdigina yorum beklemesi; bir nevi kendi imajina tapinma hali yani. Surekli tapinilarak sevildikleri icin karsilarindaki insanla duzgun bir iliski kuramamalari, surekli ve daha fazla ilgiye muhtac konuma gelmeleri...

X: Beni neden aramadin? Senin aramani bekledim saatlerce. Nerdeydin? Bi'sey mi oldu!!!
Y: E sen arasaydin.
X: Sana en son ben mesaj atmistim. Senin araman gerekirdi. Bohuu, beni sevmiyorsun sen, sevseydin boyle yapmazdin, uaaaaa...

diye surup giden cozumsuz diyaloglar neden kaynaklaniyor? Neden kadinlar genelde erkeklerden birtakim seyleri yapmalarini bekliyorlar ve erkekler bekledikleri seyleri yapmadiginda uzuluyorlar, hayal kirikligina ugruyorlar ve hayatlarini drama ceviriyorlar? Simdi dusunun, kizinizin boyle sacma sapan 'acilar' cekmesini ister misiniz ilerde?

Prenses sendromu denilen bir sey var psikolojide. Buna sebep, sadece pembe oyuncaklar, taclar, elbiseler degil elbette. Buna asil sebep bizim cocuklarimizla kurdugumuz iliski ve toplumun onlari soktugu kaliplar, dayattigi roller. Yavuzdogan ailesinin Endonezya Macerasi blogunun yazari Selen, Prenses sendromunun insanliga zararlari baslikli cok guzel bir yazi yazmis. Mutlaka okumanizi tavsiye ederim. Bu sendrom, cogu genc kizi eline geciriyor ama bundan tabii ki sadece kizlar etkilenmiyor, erkekler de nasiplerini aliyorlar. Bir kadinla birlikte olabilmek icin, beyninin onemli bir kapasitesini sadece ona ayirmasi gerektigini ogreniyor erkek kisi; ona hediyeler alabilmek, suprizler yapabilmek icin cok calismasi gerektigini, aksi halde turlu turlu suçlamalara maruz kalacagini. Sanirim sonunda o da kendinden suphe ediyor, yeteri kadar sevemedigini dusunuyor, ne yapsa olmuyor, yaranamiyor ve bu durumdan sıkılıp kaciyor. Hayatinin merkezi olmak isteyen kisiden hizla uzaklasiyor.

Bunu engellemek biraz da bizim elimizde. Cocuklarimiza, tapinilacak hassas kirilgan bebekler olarak yaklasmaktan vazgecsek ve onlar icin surekli bir seyler yapmak yerine, onlarla birlikte bir seyleri yapsak. Ornegin, kitaplari sadece onlara okunacak, onlar icin yaratilmis birer obje olarak gormek yerine, kendimiz de kitabimizi ayni ortamda onunla birlikte okusak. Cok mu zor?

- Oyle valla :) Krese part-time giderken daha kolaydi ama artik zorlasti. Cunku birbirimizi cok ozluyoruz aksamlari. Ben kitabimi actigim zaman 1 dakika icinde yanimda bitiyor bit :)

Ic ses: Bahaneye bak! Sen Turkiye'den donerken ona kac kitap getirdin, kendine kac?

- Iıı, tamam itiraf ediyorum ona 14 kitap getirdim, kendime 2. Ama onun kitaplari cok tuttu. Hem butun gun makale okumaktan kitaba sira gelmiyor ki. Ayrica evde daha okunmayi bekleyen kitaplar, ....

Ic ses: yaptigin guncellemelere ve yorumlara gelen yorumlar (cocugun hakkinda), fotograflarini (cocugunun) kimlerin begendigi, ... Aferin! Bu bakis acisiyla fezaya cikarsin sen yakinda!!! Ama cocugunun uydusu olarak!
* * *

Evet, kimsenin hayatinin ne merkezi ne de uydusu haline gelmek saglikli olmasa gerek. 'Birinin birisi icin birseyler yapmasi' fikri yerine, 'beraber birseyler yapmak' fikri daha saglikli. Ornegin, birlikte gunesin cevresinde donmek :) Evet evet, ihtiyacimiz olan sey bu! Guzel gunesler bulup etrafinda turlamak beraberce. Tek bir merkeze bagli kalmamak, farkli farkli gunesleri de gormek...

Saka bir yana, sadece onu eglendirmek icin onun etrafinda pervane olursak, hayatta da karsilastigi insanlardan ayni seyi bekleyebilir ve yeteri kadar ilgi gormediginde mutsuz olabilir. Oysa mutlulugun alinan/verilen bir sey olmadigini gormek ve gostermek gerekiyor. Ama bunun icin bir kardesi olmasini beklemek gerekmiyor. Gecenlerde, Pratik Anne bununla ilgili bir yazi yazmisti, eger okumadiysaniz su linkten ulasabilirsiniz. Ikinci cocuk olsa da olmasa da (ki bugun Senem yazmis, uzerimden buyuk bir yuk kalkti, sanirim olmasa daha iyi :) cocugunuzu kendi basina kalmaya alistirmak onemli. Prens/prenses sendromu disinda, bunun olasi faydalarindan biri de yaraticiliklarinin gelismesi olacaktir. Sıkıldıkları zaman, sizden yeni bir aktivite beklemek yerine, kendi kendilerine oyun uydurmaya, hikaye yazmaya calisabilir, muzik calip dans etmeye baslayabilirler ve bir gun bir de bakarsiniz ki cilgin dans figurleri bulmuslar, dans ediyorlar. 

July 7, 2010

Babaaa, babaaa!


"Sabah kahvaltisini ben hazirliyorum,
oglen okulda yiyecegimiz sandvichleri, meyveleri, cerezleri, yine ben,
aksam yemekleri zaten hep benden!

Yavruyu ben uyutuyorum,
gece agladiginda ben kalkip suyunu iciriyorum,
uzgun oldugunda yanima alip onunla birlikte uyuyorum.
Sabah yumurtasini, portakalini ben hazirliyorum,
hangi gidalari tuketmesi gerektigini dusunuyorum,
onunla oyunlar oynuyorum;
parka, havuza, kutuphaneye goturuyorum,
gitar caliyorum, kitap okuyorum;
ve tabii ki bezini degistiriyorum, banyosunu yaptiriyorum, giydiriyorum.

Baska neler mi yapiyorum, sayayim efen'im:
ekmek yapiyorum, yogurt yapiyorum, yerleri supuruyorum, siliyorum, bulasik makinesini bosaltiyorum,
sonra camlari sildim gecen gun, 1 karis toz!
Evin isi hic bitmiyor ki!
Alisveris yapiyorum, faturalari yatiriyorum, banka islerini hallediyorum,
arabanin bakimini yaptiriyorum ve daha incik cincik bir suru is, saymakla bitmez,
bitmiyor ki dunyanin isi!

Peki o ne yapiyor?
Emziriyor. Emzirsin amenna, cocugumuzun anne sutu almasi cok onemli ama artik eskisi kadar emmiyor ki bebis, 1-2 kez ancak.
Ha pardon, bir de camasir yikiyor haftada bir.
Bir kere giyilen ve lekesi olmayan seyleri bile yikiyor,
dunyaya da zarar veriyor yani.
Utu yapmiyor, cunku kurutma makinesi var,
cifte zarar, hadi bakalim!
Bir de yerlestiriyor, ne bulursa yerlestiriyor,
pazar cantalari, bulasiklar, buzdolabi, cocugun oyuncaklari, benim kitaplarim,...
Birak nasilsa yine dagilacak diyorum ama dinler mi, yoook!
Gereksiz islerle ugrasmayi birakip bir gun de yenebilir duzeyde bir yemek yapsa, nerdeee?
Hadi simdi gece emzirmelerini de birakti, bakalim ne yapacak???
Bekliyorum merakla..."

Der mi hic? Demez; hayatta demez. Bir kere, "cocuga ben bakayim, sen de onun adina blog yaz" demisti esprili bir sekilde ama ben farketmemistim bu kadar is yaptigini, yavrusunun herseyiyle fazlaca ilgilendigini. Ta ki YavruSu "babaaa babaaa" diye aglamaya baslayana kadar. Gerci bu isleri onceden de yapiyordu... Of cildiricam, neden artik anne diye aglamiyor. Sanirim duzenli hayata geri donunce emme isini azaltti, o yuzden boyle yapiyor. Hayir kiskandigimdan degil, varsa bir kusurumuz, onu bilelim de duzeltelim diye. Bu islerin bir kismini tabii ki ben de yapiyorum. Ama mesela, benim yemeklerim onunki kadar guzel olmuyor, ne yapayim. Ayrica benim gibi bir duzen insani icin cok zor birsey yemek hazirlamak. O soganlari ayni boyda kesmeye calisirken, aradan kayan halkalar hic bana gore degil. Dagilan halkalari tekrar topla, yan yana getir, esitle, digerleriyle ayni boyutta kes, yok valla, omrum geciyor bir kuru sogan dograyacagim diye. Bence herkes kendini rahat hissettigi isi yapmali. Mesela, camasir katlamak da onun icin bir omur suruyor ama bana gore cok kolay ve zevkli bir is. Ya da 3 boyutlu dusunme yetenegi gerektiren isler, yani yerlestirme isleri, ahh bayiliyorum bu islere. Deli miyim neyim :)

Tamam biraz da baba diye aglasin. Cok fazla sahiplenmek, sadece annenin ilgilenmesi ve bakimini yapmasi saglikli degil bence zaten. Hatta, cogu zaman onun da emzirebiliyor olmasini cok isterdim. Reformla kalmasin, devrimi de olsun emzirmenin :P Saka bir yana, bu, hem babalarin da bu zevki tatmasi acisindan, hem de annelerin biraz olsun ozgurlesebilmeleri acisindan iyi olurdu. Adanmislik durumu tehlikeli cunku. Ancak anne de kendi hayallerinin pesinden kostugunda, etrafindakilerle ozgur bir iliski kurabilir, onlari da ozgurlestirebilir. Aksi halde, sacini supurge eden anne figurunun, kendini gelistirmedigi icin supurge olarak kalmasi ve supurge gibi muamele gormesi oldukca olasi bir durum. Hicbir annenin hayalini supurgeyle ilgili herhangi bir seyin susledigini zannetmiyorum --ona binip ucmak disinda. Bir kadinin hayatta bir cocuk yetistirmekten farkli hayalleri vardir sanirim. Mesela iki cocuk yetistirmek :P Saka saka, tabii ki bu, en basta cocuklar icin sinirlayici olacaktir. Cunku onlara ogretmeye calistigimiz seylerden ziyade, yaptiklarimizla ornek oluyoruz. Hani derler ya "buyuklerin dedigini yap, yaptigini yapma" diye; ama cocuklar da hep yaptiklarini yaparlar, bu gercekten cok kucuk yastan itibaren boyle oluyor. O yuzden siz evde ne kadar esitlikci ozgurlukcu davraniyorsaniz, o da etrafiyla kurdugu iliskilere bunu tasiyacaktir. Siz ne kadar hayallerinizin pesinden kosuyorsanız, o da kosacaktır inandigi seylerin ardından. 

Bunun, Sabiha Paktuna Keskin'in soylediginin aksine, cok degerli bir deneyim oldugunu dusunuyorum, ve Ayten Sonmez'in kaleme aldigi ilgili yazidaki bir paragrafla bitiriyorum:
"Sabiş Teyze’nin altını özellikle çizdiği konu, çocuğun gelişiminde özellikle de cinsel gelişiminde ailenin rol modeli olduğu. Bu nedenle de eğer çocuğumuzu iyi yetiştirmek istiyorsak, çekirdek ailede annenin ve babanın ataerkil iş bölümünü ve bununla bağlantılı rol dağılımını çocuklarımıza sunmak durumundaymışız. Çocuklarımızın “normal” olması için onlara ataerkil ilişki modelini ve baba otoritesini model olarak göstermeliymişiz. Kapalı kapılar altında istersek çok anaerkil olabilirmişiz –ne demekse?- ama çocuğun önünde anne olarak baba otoritesine boyun eğen, otorite olarak babayı işaret eden tavırlar sergilemeliymişiz. Gerekirse küçük müsamereler hazırlamalıymışız. Örneğin çocuğun önünde babaya telefon açıyor gibi yapıp “domatesleri nasıl kesmemi istersin hayatım (“hayatım”ı ben ekledim!)” diye sormalıymışız, çocuk da karar merciinin, otoritenin kim olduğunu öğrenmeli, güce biat etmeli. Böylece erkek çocuk, babası gibi güçlü, otoriter olmaya yani erkek olmaya yönelecek kız çocuksa o güce kendini beğendirmek için annesi gibi –kadın gibi- olmaya yönelecekmiş. Böylece toplumumuz normal, heteroseksüel, mutlu bireylerden oluşacakmış. Kendi kuşağımızın ya da çocuklarımızın kuşağının “domateslerin kesiliş biçimine karar vermek isteyen” yani neyi nasıl istediğini bilen kadınlar ve erkeklerden oluşması olasılığını toplumsal bir facia olarak sunmak cinsiyetçi muhafazakârlık değilse nedir?"
Ve bu cinsiyetci muhafazakarlik yalnizca kadinlari degil, erkekleri de vuruyor. Yine Ayten'in deyimiyle "anaerkillikten ölünmüyor ama ataerkillikten ölünüyor bu toplumda ve dünyada her yerde…" Yetisin babalar, bu durumu duzeltmek sizin de elinizde!