Showing posts with label beslenme. Show all posts
Showing posts with label beslenme. Show all posts

February 17, 2011

Portakallı Kereviz

Yavruyla öğle yemeği...


 

Sabah fıstık ezmesi ve bala doyamayan açgözlü anne, yavruya sıkılan portakalların kabuklarını yemeyince öğlene kaldı. Ama hiç fena olmadı. Bana portakallı kereviz olmuş oldu :) 

T. ne zamandır söylüyordu, yemeklere zeytinyağını sonradan ekleyelim; zeytinyağı belli bir derecenin üzerinde serbest radikal üretiyor diye... Kızartmalara üzüm çekirdeği veya GDO'suz canola yağı kullanıyorduk ama zeytinyağlı yemeğe, zeytinyağı dışında bir yağ kullanmak yakışık olmazdı. Radikallerin serbest şekilde ortamda dolaşması fikri politik olarak sıcak gelse de sağlık açısından çok da iyi olmadığı konusunda ikna oldum ve yemekleri T.'nin dediği gibi yaptım. Her şeyi çiğden koyup yarım bardak suyla kısık ateşte pişirdim, piştikten sonra da tuz, limon ve zeytinyağı üçlüsünü ekledim. Sonra da portakal kabukları ve ev yapımı yoğurtla birlikte afiyetle yedim. Hiç fark yoktu, deneyin göreceksiniz :) Yalnız ertesi gün yendiğinde daha lezzetli oluyor. Ancak yavruya beğendiremedim. Ama o da çok sevdiği kuskusuyla birlikte aynı yöntemle pişirilmiş taze fasulyeden yedi.   


Not: Görüldüğü üzere yemek sonrası kuzunun kaşıkları hep bana doğru bakıyor. Hala arada, kendisi yedikten sonra illa ben de olaya dahil olup birkaç kaşık daha yedirebilir miyim diye şansımı deniyorum, tabii her seferinde hüsrana uğruyorum. 
Bir diğer ayrıntı da ekmek kutusu. O gün bir dilim ekmek daha kutudan kaçıp kayıplara karıştı... Görenler, duyanlar buraya mesaj bıraksınlar :P

December 22, 2010

Çocuğunuzu "kitapsevmez" yapmak için yeni bir kural ve vejetaryen olma yolunda atılan yeni bir adım

Çocuğunuzu tam bir kitapsevmez yapmanın 15 altın kuralını yazmıştı Banu Bir Dolap Kitap'ta. Sonra tekrar gündem oldu, paylaşıldı, yine ne kadar güzel yazmış, üzerine söyleyecek söz yok derken Bilge'nin mesajı geldi. Bilge, Amerika'da yaşayan bir anneymiş ve her Türkiye ziyaretlerinde, her Türkiyeli ebeveyn gibi çocuğu için kitap alıyormuş çok da inceleme fırsatı bulamadan. Aldığı bir kitapta hiç de hoş olmayan görüntülerle karşılaşınca isyan etmiş. Ben Bilge'nin bahsettiği kitabı okumadım ancak benzer bir şey bizim de başımıza gelmişti, dolayısyla derdini anlayabildiğimi düşünüyorum ve bu vesileyle Banu'nun yazısına bir kural daha ekliyorum:
  • Çocuğunuza içinde korkunç resimler (örneğin: elinde bicakli adam ve yerde karni yarilmis kanlar icinde yatan bir tavuk resmi) olan kitaplar seçin ki bir daha kitap okumak istemesin. 
Evet Bilge, alel acele yırtmış bu resimlerin olduğu iki sayfayı. Bu tarz şeylerin çocuk kitaplarında resmedilmesini anlamak gerçekten çok güç. Sadece resmetmek de değil, örneğin, Ömer Seyfettin'in Kaşağı öyküsünü okuduğumda yaşadığım üzüntüyü hala unutamam. Uzun süre ağlamış ve bir süre kitap okuyamamıştım. Bir de Kuduz filmi vardı, bizi ilkokuldayken topluca götürmüşlerdi, ne akla hizmetse (!) Bir daha köpeklerin yanına yaklaşamamıştım, şimdi YavruSu sayesinde korkumu yenmeye çalışıyorum; o, kocaman köpeklerin bile üzerine atlayıp sarılıyor. Ben de korkumu çaktırmamaya çalışıyorum ve epey ilerlediğimi söyleyebilirim :-) Hala elleyemesem de, en azından aynı odada bulunabiliyorum, üzerime atladıklarında çığlık çığlığa bağırmıyorum...

Bu noktada, Bilge'nin sözleri şu anda düşündüklerimi çok güzel bir şekilde özetlediği için aynen alıntı yapıyorum:
"...bugun bile boyle yayinlarin oldugunu gormek gercekten urkutucu. Sanki dunyada, ozellikle Turkiye'de daha cok siddete ihtiyacimiz varmis gibi, kucuk zihinlere adeta "fikirler" veriliyor, bazi seyler normallestiriliyor. Cocuklar steril bir ortamda yetissin, hayatin aci yonlerini hic gormesin demiyorum. Cocuklar olumu de bilmeli ki gun gelip bir sevdigi oldugunde hayati kararmasin, ya da yedigi tavugun/etin bir canlidan geldigini bir gun anlamali ki haddinden fazla bir etobur olup, ciftliklerde iskence goren ya da nesli tukenmek uzere olan hayvanlara karsi duyarsiz kalmasin. Ama herseyin bir uslubu ve anlatma zamani olmasi lazim." 
Notlar: 1) Kitabın bilgilerini Bilge göndermiş, ancak burada yayınlamak istemedim çünkü bu tarzda çok fazla kitap var; tek bir tanesini hedef gösteriyor gibi olmasın ama yine de isteyenlerle paylaşabilirim. Mail adresim sol tarafta kayıtlı.

2) Bu vesileyle bir kez daha nasıl kitap aldığımızı yazayım. İlk sene Türkiye'deyken Internetten sipariş verip büyük bir hayalkırıklığına uğrayınca ikinci sene bu işi daha ciddiye aldık ve neyse ki Bir Dolap Kitap açıldı. Orada tanıtım/eleştiri/tek tek kitaplara dair çocuğunuzla okuma önerileri ve daha pek çok bilgi içeren yazıları okuyup ilgimizi çekenlere Reader'da Star koyduk bütün sene. Bir başka kriter de takip ettiğimiz bloglardaki kitap tanıtımları oldu. Ve bu sene hepsi sağolsunlar çok güzel kitaplarla döndük. Şimdi de Bir Dolap Kitap'tan, bloglardan veya başka şekillerde duyduğumuz kitapların önce İngilizcelerinin kütüphanede olup olmadıklarına bakıyoruz, varsa kütüphane listemize, yoksa Türkiye'den alınacaklar listemize ekliyoruz. Sonra kütüphaneden alıp heyecanla okuyoruz. Diğerleri için de yazın gelmesini 12 gözle bekliyoruz :)

* * *
Vejetaryenlik meselesine gelince, gerçi Pratik Anne yazdıktan sonra gördük ki artık pek bir şey yemek mümkün değil ama kısaca Bilge'nin bahsettiği şu etoburluk konusuna değinmek istiyorum. "Haddinden fazla etoburluk"!

Neden köpekleri kedileri yemiyoruz da inekleri yiyoruz diye sordu geçen gün T.? Bir sebebi, muhtemelen et olmaması, diğer sebebi de kediler ve köpeklerin duyguları olan hayvanlar olması mı? Amerika'da çocuk gibi seviyor bazı insanlar, bebek arabasıyla dolaştırıyorlar köpeklerini. Dışarıda serbest dolaşan kedi veya köpek görmek mümkün değil, hepsi bir şekilde bakılıyor. Köpekler ve kediler insan dostu olabilir, duyguları olabilir ama yalnızca onlar mı böyle??? Hayır, aslında inekler de gayet sosyal hayvanlarmış, bir problem çözdükleri zaman sevinçten havalara sıçrıyorlarmış. Domuzlar da 3 yaşında bir çocuğun zekasına sahiplermiş.

Eskiden hayvanlar, ya iyice yaşlanıp artık iş göremez duruma geldiklerinde, onları saygıyla anarak ya da çok soğuk yerlerde hiçbir gıda yetişmediği durumlarda yeniliyormuş. Ama artık yememize gerek yok. Hayvanlardan alınan gıdaları başka besinlerden de alabiliyoruz. Peki nedir bu etoburluğun sebebi? Nedir hayvanlara yapılan işkencelerin nedeni? Sadece kesmek de değil, daha çok süt vermeleri için öyle çok sağıyorlarmış ki hayvanları... "Sen kendini düşün" dedi T., "iki kez üst üste emzirdiğinde nasıl canın yanıyor". Pompa kullanmak zorunda olduğum günler aklıma geldi, ne acı! İşte inekleri de böyle acılar içerisinde günde 10 kez sağıyorlarmış. Sanırım sonunda vegan olacağız. Aslında ideali Pratik Anne'nin yazısındaki Hintli amca gibi hava ve güneşle yaşamak diye düşünüyordum ama sonradan güneşin tehlikeli ve havanın da temiz olmadığını, başka bir gezegen arayışı içerisine girmemizi salık vermiş Pratik Anne :) Başka bir gezegen bulsak onu da mahvederiz biz gerçi. İnsan ırkı istilacı!

Evet, hala izlemediyseniz:
Mutlaka izleyin derim, gerçi izledikten sonra uykularınız kaçabilir ve yemek yiyemeyebilirsiniz, uyarmadı demeyin.

August 16, 2010

Beslenmeye devam, şerefe!

Geçen yazıya gelen yorumlardan sonra güncelleme ve ekleme yapma ihtiyacı duydum.
* Besin piramidi ile ilgili detayları bir önceki yazıya ekledim.

* Balık yağının hamilelikte kullanımı için dikkat etmek gerektiğini de ekledim. Gözden kaçmasın diye bir kez de buraya yazıyorum. Bazı balık yağlarında fazladan A ve D vitamini oluyor ancak hamilelikte A vitamini alımına dikkat etmek gerekiyor; yazın da D'nin fazlası zarar. Benim kullandığım hamilelere göreydi, içinde ne A ne de D vitamini vardı. Bu arada balık yağı strese de iyi geliyor, benim hamilelikte çok fazla mide problemim olduğu için son 3 aya kadar kullanamamıştım ama hamilelikte, hatta doğum sonrası emzirirken de kullanılabilir. Son 3 ay beyin ve göz gelişimi için de önemli, o yüzden zor da olsa hamileliğin son 3 ayı içmeye çalıştım. Emzirirken de 4 aylık olana kadar ara ara devam ettim. Sonra DHA ve EPA destekli bir pirinç mamasına geçtik de kurtuldum neyse ki :) Takdir edersiniz ki pek kolay içilebilen bir şey değil kendisi. Yine de içmek isterseniz motivasyon için bakınız: http://www.organicfacts.net/organic-animal-products/organic-fish/health-benefits-of-fish-oil.html

* Son olarak, bir de müzik vardı çokça hayatımızda ki bu, en az beslenme kadar dert ettiğim bir şeydi, hatta çoğu zaman okuduğu kitabı ve dinlediği müziği karnına giren yemekten daha fazla dert ettim. Karnımdayken kalkar kalkmaz müzik açardım. Her tür müzik dinlerdik beraber. Şimdi yine müzik var, bu sefer o kalkar kalkmaz kendisi istiyor müzik açmak/çalmak/yapmak. Ve kendi özel istekleri var. Üstüste dinlediği şarkılar, saniyesinde kapattırdıkları, ateşliyken bile zorla açtırdıkları,... Müzikli diyaloglar bolca tezahür ediyor nicedir. "Müziiik, müziiik,..." diye açana kadar ağlıyor bazen. Geçen sabah "aşağı inelim, hep beraber müzik dinleyelim, tanam mı?" dedi.

Madem bu kadar çok seviyor, yemek yedirmek için kullanayım dedim ben de; ama eline verdiğim çatalı laptopa uzatıp "müzik yesin" deyince vazgeçtim artık. Çok takmamaya çalışıyorum. Babam günde 1 yumurta yiyorsa boşver diyor, gerekli olan vitamin ve mineralleri ordan alıyormuş vücut. Bir de şimdi fıstık ezmesi (peanut butter) olayına taktık, 1 dilim tam buğday ekmeğinin üzerine sürülerek tüketildiğinde, günlük protein ihtiyacının %82'sini, kalsiyum ihtiyacının %30'unu, magnezyumun neredeyse tamamını ve çinko ihtiyacının yarısını karşılıyormuş. Ama işte söz konusu kişi YavruSu; bugün yer, yarın ağzına sürmez. Ya da, bezini bile klorla beyazlatılmamış alırız, gider havuzun klorlu suyunu lıkır lıkır içer. Ve bahsettiğimiz şahıs 19 aylık bir bebiş. 19 yaşı bıraktım, 9 yaşına gelmeden neler göreceğiz bakalım.

Not: Mr T., geçen yazıyı okuduktan sonra evde biraz alay konusu oldum, patates kızartması boğazımda kaldı desem anlarsınız :) Efendim şunu söyleyeyim, hamileyken ve öncesinde dikkat ettim ama dediğim gibi o zaman dahi "asla yemem/içmem" dediğim şeyler olmadı (içki gibi bebeğe direkt zarar verebilecek şeyler dışında). Şu anda da genel olarak dikkat etme eğilimim olsa da arada cozutmuyor değilim, tamam itiraf ediyorum: haftada bir patates kızartması & bira ikilisiyle takılmazsam olmuyor, peki tamam, arada bazen abur cubur da kaçıyor, oldu mu! Gerçi bu hafta Açalya'nın gönderdiği şu linkten sonra eskisi gibi zevk alamadım yediğimden ama yine de yedim. Neyse, haftaya sweet potato fries deneyeceğim, üzüm çekirdeği yağında (zeytinyağı belli bir derecenin üzerinde serbest radikal ürettiği için kızartma ve fırında yapılan yemekler için önerilmiyormuş, onun yerine ycurl'ün önerdiği üzüm çekirdeği yağını kullanmaya başladık). Gördüğünüz üz're kızartma olayından vazgeçmek yok. Haftada bir, bu tarz şeyler yemenin sağlığa olan zararlı etkileri, yememek için vereceğim sinir mücadelesinden daha fazla olmayacağı için, no problem :) Aman ya, rakı içen öldü de su içen ölmedi mi! Şerefe :)

August 12, 2010

Beslenme

"Bundan 10 sene önce birisi bana sigara içmeyeceksin, çayı azaltacaksın ve sağlıklı hatta çok sağlıklı besleneceksin deseydi, "hadi ordan, yürü git, benden olsa olsa yeşil üzümcü olur, Efe de zengin olur" derdim. Çünkü çay, sigara ve içki içmeyi çok seviyordum; vücudum içki konusunda zihnimde tasavvur ettiğim kadar direnç gösteremediği için içki içmeyi beceremiyordum, o ayrı. Ama sigara günde en az 1,5 paket içmezsem olmuyordu, gün bitmiyordu; sabah kalkar kalkmaz da ilk işim sigara içmekti. Herkes bırakacak olsa bile ben bunu yapmam diyordum, insan sevdiğini bırakır mı? Sevdiğimin sevenlerini yarı yolda bıraktığını bildiğim halde cevabım "hayır" oldu uzunca bir süre. Tam 14 yıl boyunca içtim. Ta ki evlenene kadar.

Aslında evlendiğimde çocukla ilgili hiçbir düşüncem yoktu. Ama hiç bırakmayacağım dediğim sigarayı bırakabildiğime göre belki de vardı da bunu kendime ifade etmek için 3 yıl beklemem gerekti. 3 yıl sonra hamile kalmaya karar verdiğimde önceden 'gıcık' bulduğum tipolojilerden biri oldum çıktım: organik beslenme derdinde, öyle basit şekerler yememeye dikkat eden, düzenli spor yapan, 10 yıl sonra görenlerin umutsuz gözlerle baktıkları bir tip.

Hamile kalmadan önce balık yağı içmeye başladım, hatta abartıp T.ye de içirdim (önemli not: hamileler dikkat, bazı balık yağlarında A ve D vitamini oluyor fazladan ancak hamilelikte A vitamini alımına dikkat etmek gerekiyor; yazın da D'nin fazlası zarar. Benim kullandığım hamilelere göreydi, içinde ne A ne de D vitamini vardı. Bu arada balık yağı strese de iyi geliyor, benim hamilelikta çok fazla mide problemim olduğu için son 3 aya kadar kullanamamıştım ama hamilelikte, hatta doğum sonrası emzirirken de kullanılabilir). Elevit kullandım bir de, sonra burda başka bir organik bitkisel vitamine geçtim. Deterjanlara varana kadar herşeyi organik aldım. Hergün 1 kuru incir, 2 ceviz, 10 badem, 20 kuru üzüm yedim --1'e 2 oranına dikkat çekerim, gıcıklık işte, uğraşıyorum geçsin diye ama nafile :)

Hamile kaldıktan sonra da devam ettim, ayrıca yüzdüm, yürüyüş yaptım her gün. Ulen, yoga bile yaptım ve başka hiçbir şeyi değil ama bunu kafasına kakacağım büyüyünce; çünkü, hiç tarzım değildir böyle dingin sporlar yapmak. Neyse ki artık aktif sporlara geri dönebildim :) Ve onları hamileliğin 3Y'si olarak kalbimin derinlerindeki yerlerine gönderdim.

Hiçbir zaman asla yemem, ağzıma koymam dediğim şeyler olmadı ama hamilelikte çok fazla sindirim problemim olduğu için öyle herşeyi yiyemedim. Ayrıca kokulara karşı hassasiyetim (deodorant-parfüm- kokulu deterjanlar kullanamazdım zaten) iyice arttı ve çikolata kokusuna bile tahammül edemez hale geldim. T. yerken bile yanında duramıyordum. İçki içmedim, kahve içmedim, çaydan vazgeçemedim ama onu da çok azalttım ve açık içtim. Toplam 11 kilo aldım ve yaklaşık 4 saat gibi bir sürede epiduralsiz vajinal doğum yaptım. Benden gıcığı yoktu artık alemde :)

Doğumdan sonra da aynen devam ettim yediğime içtiğime dikkat etmeye çünkü bebeğimi emziriyordum ve biliyordum ki yediğim herşey sütümü etkiliyor. Öyle süt yapsın diye özel olarak birşey yemedim, çünkü sütü artıran tek etken bebeğin emmesi ve benim bu konuda pozitif düşünmemdi ama yediklerimin kalitesi sütüme de yansıdığı için elimden geldiğince yararlı şeyler yemeye devam ettim. 2Y de burdan geldi, etti mi size 5Y (yüzme+yürüyüş+yoga+yararlı yiyecekler). Ben de burada, iyice Amerikalılar gibi oldum ya hadi bakalım... herşeye bir akronim, bir basitleştirme çabası.

Ama basitti hakikaten. Şimdi yazınca çok büyük bir şeymiş gibi gözüküyor ama o zaman bunları yapmak için zerre kadar zorlanmadım. Kimbilir belki de biyolojik saatim gelmişti, daha doğrusu geçiyordu ve vücudum otamatik olarak adapte oldu bu özenli yaşama."

Bunları 2 hafta önce yazdığımda emzirmeyi bırakmaya karar vermiş ve panik olmuştum; hatta "ben bu kadar dikkat ettim, özen gösterdim, şimdi artık benden çıktı ne yapacağım" diye ortalığı ufak çapta verveleye verdim. Emzirirken hayat çok daha kolay oluyor. Zaten sırf bu yüzden katı gıda maceramız çok uzun bir süre yoğurt ve multi grain cereal'ın ötesine geçemedi. Sebze çorbası içmedi mi, olsun ben sebze yerim, ona da geçer; eti sevmedi mi, olsun ben onu da yerim, faydası olur diye düşünüyordum. Belki de bu yüzden çocuğu farklı tatlara alıştırmak için çok uğraşmadık, şimdi de ceremesini çekiyoruz.

Oturdum liste hazırladım geçen hafta, ne yer ne sever yazdım, sevdiği şeylerin içine neler karıştırılabilir hesapladım. Hangi besinden ne kadar tüketmesi gerekir görelim diye be.sin pi.ra.mi.di.nin çıktısını alıp buzdolabına astım (benim kullandığım şu linktekiydi aslında, Yasemin sorunca tekrar ararken bunu buldum daha sempatik geldi:)



Bunlara uygun sağlıklı atıştırmalıklar ve tarifler buldum ve bir hevesle denemeye başladım. Gerçi yeniden emzirme kararı alınca biraz rahatladım ama yine de sağlıklı beslenmesini önemsiyorum. Çünkü hem eskisi kadar yoğun emmiyor hem de buna beslenmeden çok beslenme alışkanlığı olarak bakıyorum.

Şunu öğrendim, 1-2 denemeden sonra sevmedi diye bir kenara atmamak gerekiyormuş yemeği. 15-20 kezden sonra yemeye başlıyormuş bazı inatçı keçiler ki bizimki bu grubun baş temsilcisi. Oysa ne güzel olurdu şu kereviz sapını doğal kaşık olarak kullanmak yerine ilk seferde yeyiverseydi.

Neyse ki meyveyi çok seviyor, blueberry'e deli oluyor. Acalya'nın ben de dahil 'araştırmacı-polemikçi' yorumcuları sayesinde hiç yoktan varedilen berry tartışmasından sonra, en azından bu konuda çok sevinçliyim :))


* Yiyeceklerle ilgili ayrıntılı bilgi için: The The World's Healthiest Foods güzel bir kaynak.
* Çocuklar için Türkçe bir yemek sitesine rastladım geçenlerde, facebook sayfaları da var: Yiyorum Büyüyorum
* Açalya ve Fethiye sağolsunlar bu işe el atıp bir Facebook grubu kurdular: Çocuk Yemekleri

"Yemekleri hap yapsınlar artık" diyen ve hap gibi 'lezzetli' yemekler yapan biri tarafından büyütüldüğüm için zor gelse de yemek işleri, artık çaresi yok deneyeceğiz bu güzelim tarifleri.
Sizin de varsa çocuğunuzun sevdiği tarifler ya da yemek konusunda ilgi çekici veya önemli bulduğunuz yazıların linkleri yorumlara eklerseniz pek sevinirim.
Bizim felsefe: azı karar, çoğu zarar; organik, lokal gıdalar; genetiği değiştirilmiş olmasın aman, glisemik indeksi de düşük olsa ne yaman :)

November 20, 2008

8 yıldan sonra neden glütene tekrar başladım?

2013 yılının Ocak ayında Dr. Chris Kresser'ın "The Gluten-Thyroid Connection" yazısını okuduktan sonra bir dizi araştırma yapmış ve glüteni bırakmıştım. 8 yıl boyunca glütenli hiçbir şey yemedim. Hatta o dönem uzunca bir süre oto-immün protokolünü (AIP) uyguladım ve pek çok şeyi diyetimden çıkarttım: şeker, paketli ürünler, tahıllar, baklagiller, süt ürünleri, kuruyemişler, yumurta, domates, biber, patlıcan, baharatlar, tohumlar, çekirdekler... Bunlar yerine her gün kemik suyu ve elma sirkesi içiyor, bolca et, sakatat, serbest gezen ve yemle beslenmeyen tavuk ve balık, avokado, hindistan cevizi, zeytin, sebze, salata, turşu ve yaban mersini, böğürtlen gibi düşük fruktozlu meyveler yiyordum. Ayrıca, yoga, meditasyon ve yürüyüşü de ihmal etmiyordum. Bu azmim sonucunda 'iyileştim'. TSH'ım düştü, hatta tiroid değerlerim 2 sene sonra ilacı bırakacak derecede normale döndü. Kendimi çok iyi hissediyordum. Zamanla diyetimden çıkardığım gıdaları yavaş yavaş geri ekledim. Tabii, hala glüten, şeker, süt ürünleri ve paketli ürünler tüketmiyordum. Her şeyi mevsiminde ve organik alıyordum. Yıllarca çok dikkatli beslendim, 6 ayda bir tiroid değerlerime baktırıyordum ve sonuçlarım hep iyi çıkıyordu. 

Ta ki geçen yıl Temmuz ayına kadar. Tiroid değerlerimde yine bir değişim yoktu ama bir süredir bağırsak sorunları yaşamaya başlamıştım. Makattan kanama şikayeti ile bir gastroentrologa gittim. Kolonoskopi ve endoskopi yapıldı ve ne yazık ki bağırsaklarımda polipler tespit edildi. Hatta biyopsi sonucunda hafif displazi çıktı (hücrelerin yapısı bozulmaya başlamış ve alınmazsa kansere çevirme riski varmış). Acı bir yaz geçirdim. Çok dikkatli beslendiğimi, bunun benim başıma gelmesinin çok büyük haksızlık olduğunu düşündüm. Doktorlarla beraber diyetimi gözden geçirdik. İki ayrı gastroenterologla görüştüm ve ikisi de glütene başlamam gerektiğini söyledi. Ekşi mayalı tam buğday ekmeği, içerdiği lif ve B vitaminleri açısından bağırsaklar için çok önemliymiş. Eti, özellikle kırmızı eti azaltmam gerektiği, ve ayrıca baklagillerin ve mercimeğin içerdikleri lif açısından bağırsaklar için çok önemli olduğu söylendi. Yoğurt da Amerikan Kanser Derneği tarafından özellikle kolorektal kanserleri önlemek için öneriliyordu. Yani, yıllarca inanarak uyguladığım şeylerin tam tersini yapmam gerekiyordu. 

Kolay olmadı. Önce ekşi maya tam buğday ekmeğini sonra yoğurdu azar azar ekledim. Bağırsaklarım ilk hafta tamamen durdu ama sonra alıştı. 8 aydır her gün 1 dilim ekmek ve bir kase yoğurt yiyorum ve hiçbir şikayetim olmuyor --tabii atalık buğdaylardan yapılmış, ekşi mayalı ekmek ve serbest gezen ve yemle beslenmeyen inek sütü. Endüstriyel olarak üretilmiş gıdaları hala tüketmiyorum. Ayrıca keçi peyniri ve eski kaşar, gravyer gibi uzun süre fermente olmuş peynirlerden de yiyorum. Eti çok çok azalttım, bırakma yolunda ilerliyorum. Etik nedenlerle bırakmayı ne zamandır istiyordum zaten, vesile oldu. Bu arada tiroid değerlerime baktırdım, hiçbir değişiklik yok. Gayet iyi. Kendimi de gayet iyi hissediyorum. Sanırım asıl sorun endüstriyel olarak üretilmiş besinler ve hazır yemle beslenen hayvanların etini yememizden, hayvansal ürün tüketmemizden kaynaklanıyor diyeceğim ama kimseyi yanlış yönlendirmek istemem. Çünkü, bütün bu olanlardan sonra tıpkı şu videodaki diyetisyen gibi hissediyorum:

1979 yılında geçen videoda bir adam, karısının hazırladığı biftek, yumurta ve tosttan oluşan kahvaltısının başına oturuyor. Arka odada aniden parlak bir ışık yanıp sönüyor ve zaman yolculuğu ile gelecekten gelen bir diyetisyen mutfağa giriş yapıyor. 

- "Bekle! Dur! O yemeği sakın yeme!” diyor.

- Kafası karışan adam "Neden?" diye soruyor.

- Diyetisyen, "Yumurtalar" diyor, "Onlar kolesterol dolu". 

Diyetisyen, o tarihte "kolesterol" kelimesini ilk kez duymuş olan çiftin anlamsız bakışları karşısında açıklama yapması gerektiğini anlıyor. Kolesterolün damarları tıkadığını ve günde bir yumurta yemenin kalp krizi olasılığını yükselttiğini söylüyor ve arka odaya gidip geleceğe geri dönüyor. 

Kadın tam tabaktan yumurtaları çıkaracakken, bizim diyetisyen tekrar geliyor ve sıkıntılı bir ifadeyle:

- "Yumurta konusunda yanılmışız" diyor. "2 tip kolesterol varmış: iyi kolesterol ve kötü kolesterol. Yumurtada ikisi birden varmış. Beyazında iyi, sarısında kötü. Sakın sarısını yeme" diyor ve tekrar gidiyor. 

Kadın kızarak yumurtaları çöpe atıyor ve hemen sonrasında bizim diyetisyen tekrar geliyor. Bu sefer de:

- "Yumurtada sorun yokmuş. Yumurtayı bütün olarak yiyebilirsin ama eti sakın yeme, kırmızı et kalp krizine sebep oluyor" diyor. 

Kadın tam eti atacakken, bizim çılgın diyetisyen tekrar geliyor ve: 

- "Durun! Asıl problem et değilmiş, paleolitik çağlarda bizim atalarımız hep etle beslenmişler, asıl problem et değil, ekmek" diyor, "Ekmekte glüten varmış!" 

Kadın artık umursamıyor, eski çağları nereden biliyorsunuz diyor, kocası da ekmeği yiyor. Diyetiysen birkaç kez daha geliyor. Eski çağlara gidip oradan gelmiş. Bu arada diyetisyen kadın ve adamın yanına her geldiğinde biraz daha yaşlanmış oluyor. 4,5 dakikalık videoda, çiftin orada oturduğu kahvaltı süresi boyunca, diyetisyenin hayatında aslında 35 yıl geçmiş. Ve tüm bu süreç sonunda aslında ne yendiği değil egzersizin önemli olduğu bulunmuş, kalp krizi, vs. genetikmiş-miş-miş-miş. Bu video şu anda çekilse "Dur o yemeği toptan çöpe at, aralıklı oruç tut, oruç insan ömrünü uzatıyor" ya da "Endüstriyel gıdaları çöpe at, geleneksel beslen, hatta mümkünse kendi ektiklerini ye" ya da "Paleo diyeti, et endüstrisinin finanse ettiği araştırmacılar tarafından destekleniyor, sakın et yeme", en sonunda da "ne yediğinin bir önemi yok, her şeyin sebebi bu uygarlığın yaşam tarzına uyum sağlayabilmek için yaşadığın stres" falan diyebilirler. 

* * * 

Sonuç olarak, ekşi maya tam buğday ekmeğinin ne kadar faydalı olduğunu, yeni beslenme şeklimin ideal olduğunu söylemeyeceğim. Herkes kendi araştırmasını yapsın ama benim gibi yeni çıkan, son moda şeylere kapılmadan önce lütfen iyice araştırın. Google Scholar'dan bilimsel araştırmalara bakın ama araştırmanın güvenilirliğini değerlendirmek için altyapınız yoksa mutlaka doktorunuza danışın. Ama en önemlisi, dışarıdaki seslerden çok kendi bedeninizi dinleyin çünkü videoda da gördüğümüz gibi zaman içerisinde bilimin ne söylediği değişime uğrayabiliyor.