February 17, 2011
Portakallı Kereviz
December 22, 2010
Çocuğunuzu "kitapsevmez" yapmak için yeni bir kural ve vejetaryen olma yolunda atılan yeni bir adım
- Çocuğunuza içinde korkunç resimler (örneğin: elinde bicakli adam ve yerde karni yarilmis kanlar icinde yatan bir tavuk resmi) olan kitaplar seçin ki bir daha kitap okumak istemesin.
Bu noktada, Bilge'nin sözleri şu anda düşündüklerimi çok güzel bir şekilde özetlediği için aynen alıntı yapıyorum:
"...bugun bile boyle yayinlarin oldugunu gormek gercekten urkutucu. Sanki dunyada, ozellikle Turkiye'de daha cok siddete ihtiyacimiz varmis gibi, kucuk zihinlere adeta "fikirler" veriliyor, bazi seyler normallestiriliyor. Cocuklar steril bir ortamda yetissin, hayatin aci yonlerini hic gormesin demiyorum. Cocuklar olumu de bilmeli ki gun gelip bir sevdigi oldugunde hayati kararmasin, ya da yedigi tavugun/etin bir canlidan geldigini bir gun anlamali ki haddinden fazla bir etobur olup, ciftliklerde iskence goren ya da nesli tukenmek uzere olan hayvanlara karsi duyarsiz kalmasin. Ama herseyin bir uslubu ve anlatma zamani olmasi lazim."Notlar: 1) Kitabın bilgilerini Bilge göndermiş, ancak burada yayınlamak istemedim çünkü bu tarzda çok fazla kitap var; tek bir tanesini hedef gösteriyor gibi olmasın ama yine de isteyenlerle paylaşabilirim. Mail adresim sol tarafta kayıtlı.
2) Bu vesileyle bir kez daha nasıl kitap aldığımızı yazayım. İlk sene Türkiye'deyken Internetten sipariş verip büyük bir hayalkırıklığına uğrayınca ikinci sene bu işi daha ciddiye aldık ve neyse ki Bir Dolap Kitap açıldı. Orada tanıtım/eleştiri/tek tek kitaplara dair çocuğunuzla okuma önerileri ve daha pek çok bilgi içeren yazıları okuyup ilgimizi çekenlere Reader'da Star koyduk bütün sene. Bir başka kriter de takip ettiğimiz bloglardaki kitap tanıtımları oldu. Ve bu sene hepsi sağolsunlar çok güzel kitaplarla döndük. Şimdi de Bir Dolap Kitap'tan, bloglardan veya başka şekillerde duyduğumuz kitapların önce İngilizcelerinin kütüphanede olup olmadıklarına bakıyoruz, varsa kütüphane listemize, yoksa Türkiye'den alınacaklar listemize ekliyoruz. Sonra kütüphaneden alıp heyecanla okuyoruz. Diğerleri için de yazın gelmesini 12 gözle bekliyoruz :)
Neden köpekleri kedileri yemiyoruz da inekleri yiyoruz diye sordu geçen gün T.? Bir sebebi, muhtemelen et olmaması, diğer sebebi de kediler ve köpeklerin duyguları olan hayvanlar olması mı? Amerika'da çocuk gibi seviyor bazı insanlar, bebek arabasıyla dolaştırıyorlar köpeklerini. Dışarıda serbest dolaşan kedi veya köpek görmek mümkün değil, hepsi bir şekilde bakılıyor. Köpekler ve kediler insan dostu olabilir, duyguları olabilir ama yalnızca onlar mı böyle??? Hayır, aslında inekler de gayet sosyal hayvanlarmış, bir problem çözdükleri zaman sevinçten havalara sıçrıyorlarmış. Domuzlar da 3 yaşında bir çocuğun zekasına sahiplermiş.
Eskiden hayvanlar, ya iyice yaşlanıp artık iş göremez duruma geldiklerinde, onları saygıyla anarak ya da çok soğuk yerlerde hiçbir gıda yetişmediği durumlarda yeniliyormuş. Ama artık yememize gerek yok. Hayvanlardan alınan gıdaları başka besinlerden de alabiliyoruz. Peki nedir bu etoburluğun sebebi? Nedir hayvanlara yapılan işkencelerin nedeni? Sadece kesmek de değil, daha çok süt vermeleri için öyle çok sağıyorlarmış ki hayvanları... "Sen kendini düşün" dedi T., "iki kez üst üste emzirdiğinde nasıl canın yanıyor". Pompa kullanmak zorunda olduğum günler aklıma geldi, ne acı! İşte inekleri de böyle acılar içerisinde günde 10 kez sağıyorlarmış. Sanırım sonunda vegan olacağız. Aslında ideali Pratik Anne'nin yazısındaki Hintli amca gibi hava ve güneşle yaşamak diye düşünüyordum ama sonradan güneşin tehlikeli ve havanın da temiz olmadığını, başka bir gezegen arayışı içerisine girmemizi salık vermiş Pratik Anne :) Başka bir gezegen bulsak onu da mahvederiz biz gerçi. İnsan ırkı istilacı!
Evet, hala izlemediyseniz:
- The Future of Food (hatırlatma için Berceste ve ycurl'a teşekkürler :)
- Gıda A.Ş. (Food Inc.) (bu ilk bölümünün linki, toplamda 6 bölüm)
- Wall-E (bu da konuyla ilgili çok güzel bir animasyon filmi, yine Berceste sağolsun :)
August 16, 2010
Beslenmeye devam, şerefe!
* Balık yağının hamilelikte kullanımı için dikkat etmek gerektiğini de ekledim. Gözden kaçmasın diye bir kez de buraya yazıyorum. Bazı balık yağlarında fazladan A ve D vitamini oluyor ancak hamilelikte A vitamini alımına dikkat etmek gerekiyor; yazın da D'nin fazlası zarar. Benim kullandığım hamilelere göreydi, içinde ne A ne de D vitamini vardı. Bu arada balık yağı strese de iyi geliyor, benim hamilelikte çok fazla mide problemim olduğu için son 3 aya kadar kullanamamıştım ama hamilelikte, hatta doğum sonrası emzirirken de kullanılabilir. Son 3 ay beyin ve göz gelişimi için de önemli, o yüzden zor da olsa hamileliğin son 3 ayı içmeye çalıştım. Emzirirken de 4 aylık olana kadar ara ara devam ettim. Sonra DHA ve EPA destekli bir pirinç mamasına geçtik de kurtuldum neyse ki :) Takdir edersiniz ki pek kolay içilebilen bir şey değil kendisi. Yine de içmek isterseniz motivasyon için bakınız: http://www.organicfacts.net/organic-animal-products/organic-fish/health-benefits-of-fish-oil.html
August 12, 2010
Beslenme
Aslında evlendiğimde çocukla ilgili hiçbir düşüncem yoktu. Ama hiç bırakmayacağım dediğim sigarayı bırakabildiğime göre belki de vardı da bunu kendime ifade etmek için 3 yıl beklemem gerekti. 3 yıl sonra hamile kalmaya karar verdiğimde önceden 'gıcık' bulduğum tipolojilerden biri oldum çıktım: organik beslenme derdinde, öyle basit şekerler yememeye dikkat eden, düzenli spor yapan, 10 yıl sonra görenlerin umutsuz gözlerle baktıkları bir tip.
Hamile kalmadan önce balık yağı içmeye başladım, hatta abartıp T.ye de içirdim (önemli not: hamileler dikkat, bazı balık yağlarında A ve D vitamini oluyor fazladan ancak hamilelikte A vitamini alımına dikkat etmek gerekiyor; yazın da D'nin fazlası zarar. Benim kullandığım hamilelere göreydi, içinde ne A ne de D vitamini vardı. Bu arada balık yağı strese de iyi geliyor, benim hamilelikta çok fazla mide problemim olduğu için son 3 aya kadar kullanamamıştım ama hamilelikte, hatta doğum sonrası emzirirken de kullanılabilir). Elevit kullandım bir de, sonra burda başka bir organik bitkisel vitamine geçtim. Deterjanlara varana kadar herşeyi organik aldım. Hergün 1 kuru incir, 2 ceviz, 10 badem, 20 kuru üzüm yedim --1'e 2 oranına dikkat çekerim, gıcıklık işte, uğraşıyorum geçsin diye ama nafile :)
Hamile kaldıktan sonra da devam ettim, ayrıca yüzdüm, yürüyüş yaptım her gün. Ulen, yoga bile yaptım ve başka hiçbir şeyi değil ama bunu kafasına kakacağım büyüyünce; çünkü, hiç tarzım değildir böyle dingin sporlar yapmak. Neyse ki artık aktif sporlara geri dönebildim :) Ve onları hamileliğin 3Y'si olarak kalbimin derinlerindeki yerlerine gönderdim.
Hiçbir zaman asla yemem, ağzıma koymam dediğim şeyler olmadı ama hamilelikte çok fazla sindirim problemim olduğu için öyle herşeyi yiyemedim. Ayrıca kokulara karşı hassasiyetim (deodorant-parfüm- kokulu deterjanlar kullanamazdım zaten) iyice arttı ve çikolata kokusuna bile tahammül edemez hale geldim. T. yerken bile yanında duramıyordum. İçki içmedim, kahve içmedim, çaydan vazgeçemedim ama onu da çok azalttım ve açık içtim. Toplam 11 kilo aldım ve yaklaşık 4 saat gibi bir sürede epiduralsiz vajinal doğum yaptım. Benden gıcığı yoktu artık alemde :)
Doğumdan sonra da aynen devam ettim yediğime içtiğime dikkat etmeye çünkü bebeğimi emziriyordum ve biliyordum ki yediğim herşey sütümü etkiliyor. Öyle süt yapsın diye özel olarak birşey yemedim, çünkü sütü artıran tek etken bebeğin emmesi ve benim bu konuda pozitif düşünmemdi ama yediklerimin kalitesi sütüme de yansıdığı için elimden geldiğince yararlı şeyler yemeye devam ettim. 2Y de burdan geldi, etti mi size 5Y (yüzme+yürüyüş+yoga+yararlı yiyecekler). Ben de burada, iyice Amerikalılar gibi oldum ya hadi bakalım... herşeye bir akronim, bir basitleştirme çabası.
Ama basitti hakikaten. Şimdi yazınca çok büyük bir şeymiş gibi gözüküyor ama o zaman bunları yapmak için zerre kadar zorlanmadım. Kimbilir belki de biyolojik saatim gelmişti, daha doğrusu geçiyordu ve vücudum otamatik olarak adapte oldu bu özenli yaşama."
* Yiyeceklerle ilgili ayrıntılı bilgi için: The The World's Healthiest Foods güzel bir kaynak.
* Çocuklar için Türkçe bir yemek sitesine rastladım geçenlerde, facebook sayfaları da var: Yiyorum Büyüyorum
* Açalya ve Fethiye sağolsunlar bu işe el atıp bir Facebook grubu kurdular: Çocuk Yemekleri
"Yemekleri hap yapsınlar artık" diyen ve hap gibi 'lezzetli' yemekler yapan biri tarafından büyütüldüğüm için zor gelse de yemek işleri, artık çaresi yok deneyeceğiz bu güzelim tarifleri.
Sizin de varsa çocuğunuzun sevdiği tarifler ya da yemek konusunda ilgi çekici veya önemli bulduğunuz yazıların linkleri yorumlara eklerseniz pek sevinirim.
Bizim felsefe: azı karar, çoğu zarar; organik, lokal gıdalar; genetiği değiştirilmiş olmasın aman, glisemik indeksi de düşük olsa ne yaman :)
November 20, 2008
8 yıldan sonra neden glütene tekrar başladım?
2013 yılının Ocak ayında Dr. Chris Kresser'ın "The Gluten-Thyroid Connection" yazısını okuduktan sonra bir dizi araştırma yapmış ve glüteni bırakmıştım. 8 yıl boyunca glütenli hiçbir şey yemedim. Hatta o dönem uzunca bir süre oto-immün protokolünü (AIP) uyguladım ve pek çok şeyi diyetimden çıkarttım: şeker, paketli ürünler, tahıllar, baklagiller, süt ürünleri, kuruyemişler, yumurta, domates, biber, patlıcan, baharatlar, tohumlar, çekirdekler... Bunlar yerine her gün kemik suyu ve elma sirkesi içiyor, bolca et, sakatat, serbest gezen ve yemle beslenmeyen tavuk ve balık, avokado, hindistan cevizi, zeytin, sebze, salata, turşu ve yaban mersini, böğürtlen gibi düşük fruktozlu meyveler yiyordum. Ayrıca, yoga, meditasyon ve yürüyüşü de ihmal etmiyordum. Bu azmim sonucunda 'iyileştim'. TSH'ım düştü, hatta tiroid değerlerim 2 sene sonra ilacı bırakacak derecede normale döndü. Kendimi çok iyi hissediyordum. Zamanla diyetimden çıkardığım gıdaları yavaş yavaş geri ekledim. Tabii, hala glüten, şeker, süt ürünleri ve paketli ürünler tüketmiyordum. Her şeyi mevsiminde ve organik alıyordum. Yıllarca çok dikkatli beslendim, 6 ayda bir tiroid değerlerime baktırıyordum ve sonuçlarım hep iyi çıkıyordu.
Ta ki geçen yıl Temmuz ayına kadar. Tiroid değerlerimde yine bir değişim yoktu ama bir süredir bağırsak sorunları yaşamaya başlamıştım. Makattan kanama şikayeti ile bir gastroentrologa gittim. Kolonoskopi ve endoskopi yapıldı ve ne yazık ki bağırsaklarımda polipler tespit edildi. Hatta biyopsi sonucunda hafif displazi çıktı (hücrelerin yapısı bozulmaya başlamış ve alınmazsa kansere çevirme riski varmış). Acı bir yaz geçirdim. Çok dikkatli beslendiğimi, bunun benim başıma gelmesinin çok büyük haksızlık olduğunu düşündüm. Doktorlarla beraber diyetimi gözden geçirdik. İki ayrı gastroenterologla görüştüm ve ikisi de glütene başlamam gerektiğini söyledi. Ekşi mayalı tam buğday ekmeği, içerdiği lif ve B vitaminleri açısından bağırsaklar için çok önemliymiş. Eti, özellikle kırmızı eti azaltmam gerektiği, ve ayrıca baklagillerin ve mercimeğin içerdikleri lif açısından bağırsaklar için çok önemli olduğu söylendi. Yoğurt da Amerikan Kanser Derneği tarafından özellikle kolorektal kanserleri önlemek için öneriliyordu. Yani, yıllarca inanarak uyguladığım şeylerin tam tersini yapmam gerekiyordu.
Kolay olmadı. Önce ekşi maya tam buğday ekmeğini sonra yoğurdu azar azar ekledim. Bağırsaklarım ilk hafta tamamen durdu ama sonra alıştı. 8 aydır her gün 1 dilim ekmek ve bir kase yoğurt yiyorum ve hiçbir şikayetim olmuyor --tabii atalık buğdaylardan yapılmış, ekşi mayalı ekmek ve serbest gezen ve yemle beslenmeyen inek sütü. Endüstriyel olarak üretilmiş gıdaları hala tüketmiyorum. Ayrıca keçi peyniri ve eski kaşar, gravyer gibi uzun süre fermente olmuş peynirlerden de yiyorum. Eti çok çok azalttım, bırakma yolunda ilerliyorum. Etik nedenlerle bırakmayı ne zamandır istiyordum zaten, vesile oldu. Bu arada tiroid değerlerime baktırdım, hiçbir değişiklik yok. Gayet iyi. Kendimi de gayet iyi hissediyorum. Sanırım asıl sorun endüstriyel olarak üretilmiş besinler ve hazır yemle beslenen hayvanların etini yememizden, hayvansal ürün tüketmemizden kaynaklanıyor diyeceğim ama kimseyi yanlış yönlendirmek istemem. Çünkü, bütün bu olanlardan sonra tıpkı şu videodaki diyetisyen gibi hissediyorum:
1979 yılında geçen videoda bir adam, karısının hazırladığı biftek, yumurta ve tosttan oluşan kahvaltısının başına oturuyor. Arka odada aniden parlak bir ışık yanıp sönüyor ve zaman yolculuğu ile gelecekten gelen bir diyetisyen mutfağa giriş yapıyor.
- "Bekle! Dur! O yemeği sakın yeme!” diyor.
- Kafası karışan adam "Neden?" diye soruyor.
- Diyetisyen, "Yumurtalar" diyor, "Onlar kolesterol dolu".
Diyetisyen, o tarihte "kolesterol" kelimesini ilk kez duymuş olan çiftin anlamsız bakışları karşısında açıklama yapması gerektiğini anlıyor. Kolesterolün damarları tıkadığını ve günde bir yumurta yemenin kalp krizi olasılığını yükselttiğini söylüyor ve arka odaya gidip geleceğe geri dönüyor.
Kadın tam tabaktan yumurtaları çıkaracakken, bizim diyetisyen tekrar geliyor ve sıkıntılı bir ifadeyle:
- "Yumurta konusunda yanılmışız" diyor. "2 tip kolesterol varmış: iyi kolesterol ve kötü kolesterol. Yumurtada ikisi birden varmış. Beyazında iyi, sarısında kötü. Sakın sarısını yeme" diyor ve tekrar gidiyor.
Kadın kızarak yumurtaları çöpe atıyor ve hemen sonrasında bizim diyetisyen tekrar geliyor. Bu sefer de:
- "Yumurtada sorun yokmuş. Yumurtayı bütün olarak yiyebilirsin ama eti sakın yeme, kırmızı et kalp krizine sebep oluyor" diyor.
Kadın tam eti atacakken, bizim çılgın diyetisyen tekrar geliyor ve:
- "Durun! Asıl problem et değilmiş, paleolitik çağlarda bizim atalarımız hep etle beslenmişler, asıl problem et değil, ekmek" diyor, "Ekmekte glüten varmış!"
Kadın artık umursamıyor, eski çağları nereden biliyorsunuz diyor, kocası da ekmeği yiyor. Diyetiysen birkaç kez daha geliyor. Eski çağlara gidip oradan gelmiş. Bu arada diyetisyen kadın ve adamın yanına her geldiğinde biraz daha yaşlanmış oluyor. 4,5 dakikalık videoda, çiftin orada oturduğu kahvaltı süresi boyunca, diyetisyenin hayatında aslında 35 yıl geçmiş. Ve tüm bu süreç sonunda aslında ne yendiği değil egzersizin önemli olduğu bulunmuş, kalp krizi, vs. genetikmiş-miş-miş-miş. Bu video şu anda çekilse "Dur o yemeği toptan çöpe at, aralıklı oruç tut, oruç insan ömrünü uzatıyor" ya da "Endüstriyel gıdaları çöpe at, geleneksel beslen, hatta mümkünse kendi ektiklerini ye" ya da "Paleo diyeti, et endüstrisinin finanse ettiği araştırmacılar tarafından destekleniyor, sakın et yeme", en sonunda da "ne yediğinin bir önemi yok, her şeyin sebebi bu uygarlığın yaşam tarzına uyum sağlayabilmek için yaşadığın stres" falan diyebilirler.
* * *
Sonuç olarak, ekşi maya tam buğday ekmeğinin ne kadar faydalı olduğunu, yeni beslenme şeklimin ideal olduğunu söylemeyeceğim. Herkes kendi araştırmasını yapsın ama benim gibi yeni çıkan, son moda şeylere kapılmadan önce lütfen iyice araştırın. Google Scholar'dan bilimsel araştırmalara bakın ama araştırmanın güvenilirliğini değerlendirmek için altyapınız yoksa mutlaka doktorunuza danışın. Ama en önemlisi, dışarıdaki seslerden çok kendi bedeninizi dinleyin çünkü videoda da gördüğümüz gibi zaman içerisinde bilimin ne söylediği değişime uğrayabiliyor.