Showing posts with label baba-okulu. Show all posts
Showing posts with label baba-okulu. Show all posts

October 31, 2013

Minimalist Ebeveynlik


Bu kitabın tanıtımını Uzunçorap sitesinde görüp kindle'ıma indirmiştim. Aslında 2-3 cümleyle özetlenebilecek bir konu için neden koskoca bir kitap yazdıklarını anlamış değilim --sanırım onların beyni de benimki gibi bir konuyu 140 karakter yerine 140 paragrafla nasıl anlatırım şeklinde işlediğinden olsa gerek. Neyse, kitabın temel cümlesi şu:
               "Mükemmelin iyinin düşmanı olmasına izin verme!"

Yani çocuğuma mükemmel anne-babayı / okulu / yemeği / hediyeyi / ve saireyi vereceğim diye kendini paralama, "yeterince iyi" de gayet iyidir.


Kitapta bir de enteresan bir araştırmadan bahsediyor. Kitabın yazarlarının 8-17 yaş arası çocuklarla yaptığı bu araştırmada çocuklara "tek dilek" sorusu sorulmuş. Soru şu: "Eğer anne-babanızın iş hayatının sizin yaşamanıza olan etkilerini iyileştirme konusunda tek bir dilek hakkınız olsaydı, ne dilerdiniz?" Hayır, çocuklar, çoğu ebeveynin düşündüğü gibi aileleriyle daha çok zaman geçirmeyi dilememişler. Sanırım her yaşta insanlar boyu-boyuna, yaşı-yaşına uygun kişiler arıyor. Bakınız, bizimkinin 6 aylıkken gözlerini ışıldatan kitap: 


Evet, çocukların, en çok diledikleri şey aileleriyle daha çok zaman geçirmek değilmiş. En çok diledikleri şey, anne-babalarının daha az yorgun ve daha az stresli olması olmuş.

Peki nasıl olacak bu? Bütün gün çalış, yorul, üzerine gel bir de ev işlerini yapmaya çalış, çocuklarla ilgilen, yalnızca şimdiyi değil, geleceklerini de düşün, okul araştır, planlar yap... Geçen yazıda cevap sosyalleşmeydi, bu kitapta daha çok çekirdek aile vurgusu var, o yüzden cevaplar da aile içinden. Uzun uzun yazmayacağım, zaten bence ebeveyn olduysanız kitapta önerilen pratik bilgilerin çoğunu içgüdüsel olarak bulmuşsunuzdur. Mesela çocukları ev işlerine dahil etmek. Bunu geçen yazıda bahsettiğim Idle Parent (Aylak Ebeveyn) kitabının yazarı Tom Hodgkinson da öneriyordu, o da çocuklarıyla birlikte bulaşık yıkıyormuş, bunu oyun haline getirip eğleniyorlarmış birlikte. Yalnızca bunun bir iş olduğunu çocuklara çaktırmayın diyor :) Bu kitapta da pratik bir öneri olarak evi gün içerisinde defalarca toplamak yerine, akşam yemekten sonra bir müzik açıp tüm aile, hep birlikte eğlenerek toplayabilirsiniz diyor. Bir de,
Sorulması gereken soru, "Bu işlerin hepsini nasıl yaparım?" değil, "Bu işlerden hangisini yapmam daha önemli?" olmalıdır. 
diyor ve multitasking'e şiddetle karşı çıkıyor. Önem sırasına koyun, teker teker yapın, minimalist olun hepsini birden halletmeye çalışmayın, an'a konsantre olun, annem gibi bulaşık yıkarken bir ayağınızla da yer beziyle yerleri silmeye çalışmayın, benim gibi saklambaç oynarken evi toplamaya çalışmayın, elinizdeki eşyalara göre bir sonraki saklanacağınız odayı belirlemeyin, multitasking yerine multipeople kullanarak işlerinizi halledin demeye getiriyor. Türkçe meali: "bir elin nesi var, iki elin sesi var, üç-dört elin bir evi kolayca çekip çevirebilitesi var" olabilir. Bizde erkişi her işi yapıyor, orada bir sorun yok ama çocuklarla daha işimiz var. O yüzden benim bu kitaptan aldığım son şey şu slogan oluyor:


Not: İki yazıdır bahsettiğim bu ebeveynlik kitaplarının isminden (minimalist ebeveyn, aylak ebeveyn) yola çıkarak annelik müessesesinden kaytarmaya çalıştığım sonucu çıkarılmasın lütfen; her şey çocuklarım özgür ve kendine yeten bireyler olsun diye dost :)


September 17, 2012

Kardeşli Hayata Hazırlık Vol.2 (Ebeveyn Rehberi)

Daha önce kardeşli hayata hazırlık ile ilgili yazmıştım. O hazırlıklar daha çok abla olacak keçimizi hazırlamak içindi. Ve fakat Yeliz kuzen kıskançlığı üzerine yazınca farkettim ki onu hazırlamaya çalışırken biz kendimizi unutmuşuz --hele de elimizde böylesine cadı bir abla adayı varken... Olacak iş mi deyip düştüm kütüphane yollarına. Bir tane kitap aldım, okudukça panikledim, gittim 2 tane daha aldım, notlar çıkardım ve buzdolabının üzerine astım.

Yarın annem geliyor. Annelik böyle bir şey işte, mesaisi hiç bitmiyor. Canım annem işini gücünü bırakıp yüzlerce kilometre yol gelecek, üçüncü kez. Evde üç yetişkin olacağız. Çok sıkı işbirliği yapmamız lazım. Açıkçası korkuyorum. Bizim cadı Su şimdiden anlaşmalar yapmaya çalışıyor.
"Memelerden bir tanesini ben emeyim, bir tanesini kardeşim emsin, olur mu öyle bir şey, olmaz di miii?" 
diyerek alarm çanlarını çalıyor. Hal böyleyken, bize sıkı bir çalışma yapmak düşüyor. Ama biliyorum ki yine de bir sürü kriz yaşanacak ve bizimki hep çalışmadığımız yerlerden arıza çıkaracak... Hadi hayırlısı :-)














Kaynaklar:
Tracy Hogg & Melinda Blau (2003). Secrets of the baby whisperer for toddlers. Ballantine Books. (Notlar daha çok bu kitabın kardeşle ilgili bölümünden)

Anthony E. Wolf. (2003). "Mom, Jason's breathing on me!": The solution to sibling bickering. Ballentine Books.

Leo Babauta (2012). The way of the peaceful parent. http://zenhabits.net/the-way/

July 24, 2010

Senin baban erkek mi?

Karikatür: Piyale Madra

:) Toplumsal cinsiyet rollerinin neden bu şekilde evrimleştiğine dair çeşitli teoriler var. Bu teorilerden birine göre, kadın doğum yaptığında, yeni doğan çocuğuna bakmak, onu emzirmek, uyutmak, temizlemek için mağarada/evde kalıyor, erkek de avcılık/toplayıcılık işlemleri için dışarı çıkıyor. Dolayısıyla kamusal alanda varlık gösteren, yemek bulma savaşı esnasında beceri ve kaslarını geliştiren erkek olurken, evde kalıp çocuğa bakan ve evde olduğu için evle ilgili işleri yapan da kadın oluyor. Bu yalnızca bir teori ve bu teorinin geçerli olmadığı binlerce durum var. Örneğin, benim babam fındık zamanı doğduğu için, babaannem o gün bahçede akşama kadar fındık topladıktan sonra eve gelip doğum yapmış ve 2 gün içinde bahçeye geri dönmüş. Gelini gelene kadar da hem bahçe işlerinde hem de evde çalışmış. Feodal sistem öncesi daha iyiymiş yani, en azından sadece evde çalışıyormuş kadınlar :P

Şaka bir yana, bunun tam tersi örnekler de var. Mesela bizim üniversitede doğum veya çocuk evlat edinilmesi durumunda hem anne hem baba 12 hafta ücretli izin alabiliyor --genelde sırayla kullanıyorlar. İzin süresi çok yetersiz de olsa, babaların bundan yararlanabilmesi çok güzel bir şey çünkü her ne kadar ev içi emeğin ücretlendirilmesi ile ilgili çalışmaları savunsam da, bu tarz rutin işlerin sırayla ya da birlikte yapılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum; çünkü rutin işler, ücretli de olsa, insanı bezdirebiliyor.

Birlikte yapmak her zaman kolay olmuyor tabii. Örneğin, bizim durumumuzda, her ne kadar herkesin her işi yaptığı, eşitlikçi bir anne-baba modeli sunmayı istemiş olsak da belli şeylerde farketmeden bir ayrışma yaşandığını gördük. Evet, baba gerçekten bir sürü iş yapıyor, ama bu işler genellikle annenin de yapabildiği ve de dışarda yapıldığında erkeklerle özdeşleştirilen işler. Diş fırçalığın temizlenmesi gibi detay işlerde ya da çamaşır gibi yalnızca kadınların bulunduğu alanlarda yine kadınlar var, yani ben varım.

Çamaşırcı Erkek
Siz hiç çamaşırcı erkek gördünüz mü? Mesela çamaşır reklamlarında çantasından deterjanı çıkarıp "üzülme be Osman, bak bu Momo'yla yıka, muhteşem beyazlığı yakala" diyen bir tipleme? Ali amca? Yok böyle bir tipleme. Bu Ali amca, genelde hep kirletir. Çocukluğunu da biliyorum ben onun... hep koşardı, top atardı, nedense gidip inadına inadına çamurda oynardı, olmadık yerlere girer çıkar, yemek yerken de hep üzerine dökerdi. Toplum mu bu hale getirdi onu? Sen erkeksin, erkek adam ev işi yapmaz diyerek. Yoksa annesi mi yaptı ona bunu? Yıllarca onun işlerini yapıp yemeğini yedirerek, çamaşırlarını onun yerine yıkayarak, hatta üniversiteye gittiğinde bile, kargoyla temiz çamaşır, yemek göndererek, onun kendi kendine yetecek bir birey olmasını engelledi mi farkında olmadan. Oysa çocuğunu çok severdi, hep iyi şeyler düşünürdü onunla ilgili. Yoksa eşi mi sebep oldu buna? Sen bırak ben hallederim diyerek...

Kimin ne kadar payının olduğu tartışılır ama Ali için iyi oldu bir taraftan; kendini bilime verdi. Ve hiçbir şeyden de geri kalmadı; para da kazandı, çamaşır reklamlarına da çıktı deneylerini anlattı: "2 ölçek bundan, 8 ölçek şundan koyduk, 3 yıl deney yaptık ve beyaz ötesine ulaştık" gibi saçma sapan replikler söylese de, o, dağ gibi çamaşırla başetmek zorunda kalan kişi değil, beyaz gömlekli bilim adamını oynadı.

Tabii ki bunun tam tersi durumlar da var. Bilim kadınları yanısıra çamaşır yıkayan erkekler de yaşıyor bu dünyada. Ben çamaşırhanelerin önünden geçerken görüyorum mesela. Ama neden medyada, kamusal alanda görünür değiller merak ediyorum. Google imajlarda aradım (bu arada yeni arayüzü çok şık olmuş imaj aramanın) ve tahmin edeceğiniz üzere açık ara farkla kadınlar önde çıktı resimlerde. 3-5 tane çamaşırcı erkek ya var ya yok. Türkçe terimlerle aradığımda ise hiç bulamadım. Ataerkil sistem, mahremiyet mevzuları dışında sanırım bir etken de bu işten para kazanılması.

Hep söylenir ya, en iyi aşçılar erkeklerden çıkar diye; ya da terziler, modacılar, bulaşıkçılar, ütücüler, ... bu alanlarda da hep erkekler varlık gösterir bir şekilde. Bu işleri kadınlar da yapar ama erkekler yaptığında bu işlerden para kazanırlar, dışarda yaptıkları için üzerine bir de ünlü olurlar. Ve kıyaslama yapılır. Kadınlara fırsat verilmiş de dışarıdaki işlerde çalışıp kendilerini gösterebilmişler gibi. Ya da, çalışan erkeklerin kadınlara oranı, aldıkları ücret eşitmiş gibi. Bunları pek anlayamıyorum malesef. Bu söylemler beni hep şüpheye düşürüyor.

Şablonik Hatalar
Çünkü bence bu, gerçekten ataerkil sistemin dayattığı toplumsal cinsiyet rolleri ile ilgili. Siz de bir erkeğe doğduğu andan itibaren "sen erkeksin, senin kafan buna basmaz" ya da "aman oğluşum, hassas kırılgan oğluşum" diye şartlarsanız, onun gelecekte kendine güvenen, tuttuğunu koparan bir insan olması çok zor olur muhtemelen.

Ben hiçbir zaman kendimi kadın olduğum için yetersiz veya beceriksiz hissetmedim. Yeri geldi, musluğu söküp tamir ettim, yeri geldi, eşimin yerine paralel park yaptım. Gözü karaydım hep; arabayla 200km/s hız yapıp bisikleti ellerimi bırakarak kullandım, havuza ters takla atarak girip bulduğum her türlü duvara tırmandım. Matematikte de iyiydim her zaman --tüm bu konularda/işlerde iyi olan başka pek çok kadın gibi.

Annem, feminist itkilere sahip bir kadındı. Evlendikleri ilk gün babamın en sevdiği gömleğini ütülerken 'yanlışlıkla' yakarak hayatı boyunca ütü yapmaktan kurtulmuş, çeşitli sosyal derneklerin, partilerin kadın kollarında aktif olarak (gece 11'lere kadar) çalışmış, beni daima üniversite mezunu olmam, çalışmam konusunda yönlendirmiştir. Babam da her zaman bana destek olmuş, "aslan kızım, herşeyin en iyisini yapar" diyerek teşvik etmiştir. Bu durumun yarattığı negatiflikler olmuş olsa da (bazen gerektiğinden fazla hırs yapmam gibi) genel olarak hayatımı olumlu etkilediğini söyleyebilirim. İstediğim ve yeteri kadar çalıştığım zaman herşeyi yapabileceğime inandım. Herhangi bir eziklik ve eksiklik duymadım.

Ne güzel, değil mi? Film gibi geçti gözünüzün önünden: Kara Evren Ataerkiye Karşı!

Fakat sonra ne oldu? Film bitmedi elbet ama şeridi koptu. Tahmin edeceğiniz üz're, bebiş doğduktan sonra hayatım değişti. Bir kere korkak oldum. Önce ilk zamanlarda o bana muhtaçken (ya da ben öyle olduğunu düşünürken), başıma bi'şey gelecek diye ödüm patladı, ya bana bişey olursa, yavrum ne yapardı!!! Düşüncesi bile gözlerimi doldurmaya yetiyordu. Sonra, o kendi ayaklarının üzerinde durmaya başladı ve bu sefer onun başına bir şey gelecek diye korkmaya başladım. Hele ilk zamanlar, her düştüğünde yüreğim ağzıma geliyordu. Çaktırmamaya çalıştım, hep serin kanlı durmaya, ama epey korktum, gelecek yılları düşünüp korktum. Ya bungee jumping yapmak isterse, paraşütle atlamak, dağa çıkmak, tehlikeli eylemlere katılmak; kendini koruyamazsa, ya da kadın veya erkek bir itin tekine rastlar ve hayatını zehir ederse. Of ya, ben bunları düşünecek kadın mıydım!

Sonra, bir süre, bebeğin tüm bakımını ben üstlenmek istedim. Bilinçli olarak değil tabii ki ama baba da dahil olsun derken, farkettim ki, bazı alanlarda güvensizlik yaratmışım. Örneğin, kıyafetlerini o giydirdiğinde, hiç olur mu böyle diye değiştirdim, ve bir gün onun "ne giydireyim?" sorusu karşısında, "giydir işte birşeyler" dediğimde, "bana güveniyorsun yani?!?" sözüyle kafamda çakan şimşeklerle kendime geldim. Sonrasında hiç müdahele etmemeye karar verdim ve hatta destekledim, ta ki morla cırtlak yeşili üstüste giydirene kadar. Herkesin bir sabrı var, değil mi ama :)

Şaka bir yana; hiç istemedim yavrunun kadın ve erkeği belli rollerle özdeşleştirmesini. Çünkü biliyorum ki herkes herşeyi yapabilir, yeter ki istesin, yeter ki kendine olan güveni zedelenmesin, yeter ki şevki kırılmasın, bastırılmasın, yeter ki doğru kuvvetlerce desteklensin, gerektiğinde dürtülsün. Şablonlara sokulmaya çalışılmasın. Özellikle de aklımızdaki şablonlara. Çünkü Sally Kempton'ın dediği gibi
It's hard to fight an enemy who has outposts in your head.
Yani "kafanızda ileri karakol kurmuş bir düşmanla savaşmak zordur". Üzerine bir de anneliğin karakolları eklenince, gerçekten, iyice zor oluyor. Ama tabii ki imkansız değil. Çünkü hiçbir şey imkansız değildir! Yeter ki isteyin, yeter ki gözlerinizi biraz daha geniş açın. Olmadı annenize şiir yazın. Anne olunca daha iyi anladığınızı düşündüğünüz annenize :)


Karikatür: Piyale Madra (www.radikal.com.tr)

July 7, 2010

Babaaa, babaaa!


"Sabah kahvaltisini ben hazirliyorum,
oglen okulda yiyecegimiz sandvichleri, meyveleri, cerezleri, yine ben,
aksam yemekleri zaten hep benden!

Yavruyu ben uyutuyorum,
gece agladiginda ben kalkip suyunu iciriyorum,
uzgun oldugunda yanima alip onunla birlikte uyuyorum.
Sabah yumurtasini, portakalini ben hazirliyorum,
hangi gidalari tuketmesi gerektigini dusunuyorum,
onunla oyunlar oynuyorum;
parka, havuza, kutuphaneye goturuyorum,
gitar caliyorum, kitap okuyorum;
ve tabii ki bezini degistiriyorum, banyosunu yaptiriyorum, giydiriyorum.

Baska neler mi yapiyorum, sayayim efen'im:
ekmek yapiyorum, yogurt yapiyorum, yerleri supuruyorum, siliyorum, bulasik makinesini bosaltiyorum,
sonra camlari sildim gecen gun, 1 karis toz!
Evin isi hic bitmiyor ki!
Alisveris yapiyorum, faturalari yatiriyorum, banka islerini hallediyorum,
arabanin bakimini yaptiriyorum ve daha incik cincik bir suru is, saymakla bitmez,
bitmiyor ki dunyanin isi!

Peki o ne yapiyor?
Emziriyor. Emzirsin amenna, cocugumuzun anne sutu almasi cok onemli ama artik eskisi kadar emmiyor ki bebis, 1-2 kez ancak.
Ha pardon, bir de camasir yikiyor haftada bir.
Bir kere giyilen ve lekesi olmayan seyleri bile yikiyor,
dunyaya da zarar veriyor yani.
Utu yapmiyor, cunku kurutma makinesi var,
cifte zarar, hadi bakalim!
Bir de yerlestiriyor, ne bulursa yerlestiriyor,
pazar cantalari, bulasiklar, buzdolabi, cocugun oyuncaklari, benim kitaplarim,...
Birak nasilsa yine dagilacak diyorum ama dinler mi, yoook!
Gereksiz islerle ugrasmayi birakip bir gun de yenebilir duzeyde bir yemek yapsa, nerdeee?
Hadi simdi gece emzirmelerini de birakti, bakalim ne yapacak???
Bekliyorum merakla..."

Der mi hic? Demez; hayatta demez. Bir kere, "cocuga ben bakayim, sen de onun adina blog yaz" demisti esprili bir sekilde ama ben farketmemistim bu kadar is yaptigini, yavrusunun herseyiyle fazlaca ilgilendigini. Ta ki YavruSu "babaaa babaaa" diye aglamaya baslayana kadar. Gerci bu isleri onceden de yapiyordu... Of cildiricam, neden artik anne diye aglamiyor. Sanirim duzenli hayata geri donunce emme isini azaltti, o yuzden boyle yapiyor. Hayir kiskandigimdan degil, varsa bir kusurumuz, onu bilelim de duzeltelim diye. Bu islerin bir kismini tabii ki ben de yapiyorum. Ama mesela, benim yemeklerim onunki kadar guzel olmuyor, ne yapayim. Ayrica benim gibi bir duzen insani icin cok zor birsey yemek hazirlamak. O soganlari ayni boyda kesmeye calisirken, aradan kayan halkalar hic bana gore degil. Dagilan halkalari tekrar topla, yan yana getir, esitle, digerleriyle ayni boyutta kes, yok valla, omrum geciyor bir kuru sogan dograyacagim diye. Bence herkes kendini rahat hissettigi isi yapmali. Mesela, camasir katlamak da onun icin bir omur suruyor ama bana gore cok kolay ve zevkli bir is. Ya da 3 boyutlu dusunme yetenegi gerektiren isler, yani yerlestirme isleri, ahh bayiliyorum bu islere. Deli miyim neyim :)

Tamam biraz da baba diye aglasin. Cok fazla sahiplenmek, sadece annenin ilgilenmesi ve bakimini yapmasi saglikli degil bence zaten. Hatta, cogu zaman onun da emzirebiliyor olmasini cok isterdim. Reformla kalmasin, devrimi de olsun emzirmenin :P Saka bir yana, bu, hem babalarin da bu zevki tatmasi acisindan, hem de annelerin biraz olsun ozgurlesebilmeleri acisindan iyi olurdu. Adanmislik durumu tehlikeli cunku. Ancak anne de kendi hayallerinin pesinden kostugunda, etrafindakilerle ozgur bir iliski kurabilir, onlari da ozgurlestirebilir. Aksi halde, sacini supurge eden anne figurunun, kendini gelistirmedigi icin supurge olarak kalmasi ve supurge gibi muamele gormesi oldukca olasi bir durum. Hicbir annenin hayalini supurgeyle ilgili herhangi bir seyin susledigini zannetmiyorum --ona binip ucmak disinda. Bir kadinin hayatta bir cocuk yetistirmekten farkli hayalleri vardir sanirim. Mesela iki cocuk yetistirmek :P Saka saka, tabii ki bu, en basta cocuklar icin sinirlayici olacaktir. Cunku onlara ogretmeye calistigimiz seylerden ziyade, yaptiklarimizla ornek oluyoruz. Hani derler ya "buyuklerin dedigini yap, yaptigini yapma" diye; ama cocuklar da hep yaptiklarini yaparlar, bu gercekten cok kucuk yastan itibaren boyle oluyor. O yuzden siz evde ne kadar esitlikci ozgurlukcu davraniyorsaniz, o da etrafiyla kurdugu iliskilere bunu tasiyacaktir. Siz ne kadar hayallerinizin pesinden kosuyorsanız, o da kosacaktır inandigi seylerin ardından. 

Bunun, Sabiha Paktuna Keskin'in soylediginin aksine, cok degerli bir deneyim oldugunu dusunuyorum, ve Ayten Sonmez'in kaleme aldigi ilgili yazidaki bir paragrafla bitiriyorum:
"Sabiş Teyze’nin altını özellikle çizdiği konu, çocuğun gelişiminde özellikle de cinsel gelişiminde ailenin rol modeli olduğu. Bu nedenle de eğer çocuğumuzu iyi yetiştirmek istiyorsak, çekirdek ailede annenin ve babanın ataerkil iş bölümünü ve bununla bağlantılı rol dağılımını çocuklarımıza sunmak durumundaymışız. Çocuklarımızın “normal” olması için onlara ataerkil ilişki modelini ve baba otoritesini model olarak göstermeliymişiz. Kapalı kapılar altında istersek çok anaerkil olabilirmişiz –ne demekse?- ama çocuğun önünde anne olarak baba otoritesine boyun eğen, otorite olarak babayı işaret eden tavırlar sergilemeliymişiz. Gerekirse küçük müsamereler hazırlamalıymışız. Örneğin çocuğun önünde babaya telefon açıyor gibi yapıp “domatesleri nasıl kesmemi istersin hayatım (“hayatım”ı ben ekledim!)” diye sormalıymışız, çocuk da karar merciinin, otoritenin kim olduğunu öğrenmeli, güce biat etmeli. Böylece erkek çocuk, babası gibi güçlü, otoriter olmaya yani erkek olmaya yönelecek kız çocuksa o güce kendini beğendirmek için annesi gibi –kadın gibi- olmaya yönelecekmiş. Böylece toplumumuz normal, heteroseksüel, mutlu bireylerden oluşacakmış. Kendi kuşağımızın ya da çocuklarımızın kuşağının “domateslerin kesiliş biçimine karar vermek isteyen” yani neyi nasıl istediğini bilen kadınlar ve erkeklerden oluşması olasılığını toplumsal bir facia olarak sunmak cinsiyetçi muhafazakârlık değilse nedir?"
Ve bu cinsiyetci muhafazakarlik yalnizca kadinlari degil, erkekleri de vuruyor. Yine Ayten'in deyimiyle "anaerkillikten ölünmüyor ama ataerkillikten ölünüyor bu toplumda ve dünyada her yerde…" Yetisin babalar, bu durumu duzeltmek sizin de elinizde!

February 22, 2010

Vulgar Bir Çağda Ebeveynlik

Dediğim gibi, geçen hafta yoğun geçti, gerçi bebiş doğduğundan beri hangi hafta geçmedi ki! Ama bu hafta "aman sınavım var, paperım var, bu seferki çok önemli" diye T.yi de telaşa verdim. Hoş, kendisi pek telaş adamı değildir ya, benim yüzümden araştırması sekteye uğradığı için o da dertlendi biraz. Üstüne bir de ikili münasebetlerimiz bebiş doğduğundan beri y=-x^2 grafiği şeklinde seyreylediğinden, 2 hafta önce aldığımız önlem paketini de hayata geçiremedik veee... Bu kadar, gerisi yok.

Yok, boşuna okumayın artık, başka şeyler yazdım :) Valla öyle! Ama bence, T. için, bu işin iyi yanları da oldu. Bebiş yattıktan sonra çok güzel belgeseller izledi akşamları; hatta bana da anlattı geçen bazılarını; mesela karıncalar 50 milyon yıl önce antibiyotiği keşfetmişler, insanlar dışında çiftçilik yapan tek hayvan grubuymuş, üstelik organik tarım yapıyorlarmış :) Amazon ormanlarında yaşayan bu karıncalar, sindiremedikleri yaprakları, kurdukları mantar çiftliklerine taşıyıp mantarlara sentezletip artıklarını ikincil ürün olarak yiyorlarmış, ve bu çiftliğe zararlı bakteriler musallat olamıyorlarmış. Çünkü efendim bir doktora öğrencisi açığa çıkarmış ki, bazı karıncaların üzerinde gözlemlenen beyaz lekeler aslında antibiyotikmiş, bunları çiftlikten çıkardıkları zaman, anında bakteriler basıyormuş orayı. Bu arada YavruSu kendi yemeğini kendisi yemeye başladığından beri biz de karınca besliyoruz evde evcil hayvan niyetine; ama bizimkilerin öyle çiftlik kurmasına falan gerek yok, YavruSu zaten küçük parçalara bölünmüş organik besinlerle besliyor onları ;)

Sonraaa, T. bir de ev işleri ve çocuk bakımı alanında epey uzmanlaştı diyebilirim; çok da güzel meziyetler edindi. Harika ekmek yapıyor mesela, fırın falan açabilir; çok güzel yoğurt yapıyor (bu arada mutlak tarif bulundu, duyurulur), yemek, temizlik, bebek bakımı, alışveriş,... bir de arada vakit bulduğunda matematik yapıyor. Şaka bir yana ev işleri ve çocuk bakımı ikilisi dünyayı 2 kat hızlı döndürecek kadar güçlü bir çekim uyguluyor. İçine girdiğiniz zaman, kolay kolay bir daha çıkamıyorsunuz. Bir de üstüne üstlük aklınızı kaybediyorsunuz.

Gerçekten! Arkadaşım Yeşim söylemişti, yapılan bir araştırmaya göre, çocuk doğduktan sonra, anne babaların IQ'su düşüyormuş. Hakikaten öyle oluyor, benim düştü yani; öyle böyle değil! Hele ilk yıl, limit sıfıra doğru giderken benimki de artarak azalıyordu 3. bölge civarlarında, 3. dereceden kafayı sıyırmıştım, bebiş henüz 3 aylıktı da ilk kez dönmüştü; benim bir göbek atmadığım kalmıştı sevinçten. Hemen kameraya çektim, annemlere, akrabalara gönderdim; herkesle bu dünyaca ünlü olayı paylaşmak istedim:
"Kızımız olimpiyatlarda dönme rekoru kırdı da... Evet olimpiyat. Efendim? Yok 0-6 ay bebekler arası dönme olimpiyatları. Hayır efendim, kendisi henüz 3 aylık. Döndü efendim. Hayır bir yere gitmemişti. 3 aylık bebek nereye gitsin ki? Yüzüstü yatıyordu da sırtüstüne döndü. İşte burda ispatı. Beni Bakırköy'e göndermek için mi kullanacaksınız o videoyu. Yo yoo, bir yanlışlık oldu herhalde, hayıııır!"
İşte aklımı böyle kaybetmiştim. Şimdi düşününce, e böcek değil ya, dönecek elbette, ha 3 aylık ha 5 aylıkken, ne önemi var diyorum. Diyorum ama insan kolay kolay farkedemiyor o zaman. Etraftan o kadar çok bombardıman var ki, çocuğunuzun neleri ne zaman 'başaracağı' konusunda. Şu kadar aylıkken ellerini kavuşturur, bu kadar aylıkken oturur,... aman ne enteresan! Hayır, çocuk aynı zamanda amuda kalkıp, Shakespeare'den tiradlar okusa tamam, amenna; hemen kamera kaydı almalı, her yere yazmalı, boy boy ilan vermeli o zaman:
Anne-babayla yapılan röportajda [fotoğrafta onlar da amutta röportaj veriyorlar mesela] bu durumu gayet normal karşıladıkları gözlendi. Anne Ş. şöyle dedi: "Amuda kalkmak mı, oturmak mı, işte bütün mesele bu."
İşin şakası bir yana, "bugün şunu dedi, sonra bunu yaptı" gibi zaten her insanoğlu ve insankızının her daim söylediği/yaptığı şeylere odaklanınca, IQ denilen şeyden ne iz, ne de eser kalıyor. Evet böyle ilkleri yaşamak da güzel, ama bunun ötesinde de bir dünya var, sizin de içinde olduğunuz bir hayat var; hoş, siz olmasanız da akıp gidiyor, o ayrı.

Geçen hafta yazamamamın sebeplerinden biri de buydu işte. Cynthia Peters'ın "Vulgar Bir Çağda Ebeveynlik" yazısını okumuştum. Önce Znet'ten İngilizcesini okudum, sonra arkadaşım N. Türkçe çevrisini gönderdi; en az 3 kez okumuşumdur herhalde. Bu makale beni epey salladı sarstı ve de deriiiin düşüncelere gark etti; farkında olmadan çemberin içine öyle bir girmişiz ki... dedim ya, güneşten bile güçlü bir çekim gücü var diye. Aman dikkat!!! Demedi demeyin; kapılıp gidersiniz valla...

November 27, 2009

Hoşgeldin bebek, artık bize yeni bir işbölümü gerek!

YavruSu gelmeden önce genelde ikimiz de benzer koşullarda çalışıp okuduğumuz için ev işlerini çoğunlukla birlikte yapıyorduk. Yemek, temizlik, alışveriş, çamaşır, bulaşık, tamirat, vs. Ancak bizim kuzu geldikten sonra tüm hayatımızla birlikte bu işleri eşit olarak paylaşmaya dayalı feminist pratiklerimiz de doğal olarak değişmek zorunda kaldı. Emzirme sorumluluğu benim üzerimde olunca ve bebiş her saat başı emmek isteyince hayat epey değişti haliyle. Gerçi yemek yapmayı çok sevmeyen biri olarak yeni işbölümünden şikayetçi olduğumu söyleyemeyeceğim ama belki T. uzun vadede --bebiş emmeyi bırakınca mesela-- şikayet edebilir, çünkü o gün bu gündür ben bebişi o da bizi besliyor :))

Şimdi daha feministiz yani ;) Okulda sorarlarsa "baba ne yapar" diye, bizim kız verecek cevabını cinsiyetçi eğitim sistemine karşı :) Şaka bir yana, okul müfredatlarının dayanılmaz cinsiyetçiliği karşısında söyleyecek çok şey var ama 'okul'un kendisi konusunda kafalar hala çok karışıkken bunu ileri bir tarihe atıyorum.

Herneyse okulu bırakıp eve geri dönecek olursak, diğer işler paylaşılmaya devam ediyor ama yine de zaman hiçbir şeye yetmiyor; çünkü bebiş doğduktan sonra gündüz ayrı, gece ayrı mesai istiyor. Ayrıca, her ne kadar sizin gece (ve hatta gündüz) kıyafetiniz artık tek bir gecelikten ibaret olsa da ortaya çıkan çamaşır yığını inanılmaz boyutlara ulaşabiliyor. Gerçi ben bu konuda kendimce çözümler üretmeye başlamıştım zaten (bkz. çamaşır katlamaca). Ve sanırım T.nin de planları var ;) Geçen gün bebişe "Let's Help" (Hadi Yardım Edelim) diye bir kitap almış. Aslında çok mantıklı bir davranış olacak bu: yani çocukları bir yandan ayrı bir organizma olarak 'kutsayıp' bişey yaptırmamak, diğer yandan da abuk sabuk şeylerle zamanlarını doldurmaya çalışmak yerine, pek tabii onları da işbölümüne dahil edebiliriz ve sanırım bu konuda onlar bizden çok daha hevesliler. Zaten hayat da paylaşınca daha güzel, değil mi?

November 26, 2009

Hoşgeldin bebek, gözlerini dinlendir anne!

Kuzenim N. geçtiğimiz hafta doğum yaptı ve ben malesef hala bebeğin fotoğrafını göremedim diye hayıflanırken kendi doğumumu ve ilk haftamı düşündüm. Ne haftaydı ama! Bir yandan inanılmaz bir mutluluk --bulutların üzerinde, dudakların kulaklarla bütünleştiği uhrevi bir ruh hali-- diğer yandan büyük bir telaş: "7 saat uyudu, bişey mi oldu acaba???", "Bu da ne böyle, zift çıktı bezden! Bebek değil makine mübarek!", "Sütüm geliyor mu, geliyorsa da yetiyor mu?", "Bu sarılık beynine zarar vermesin bebeğimin", "Nasıl tutsam daha rahat eder acaba", "Bu açıdan emerse daha mı az hava yutar?" ve saire.

İkinci haftada ise tepetaklak aşağı düşüş ve "bir dakka, senin bir hayatın vardı, ne oldu?" diye sayıklayan iç ses --giderek bastırmayı öğreneceğiniz ya da bir süre sonra belki duyacağınız ama yoğunluktan dinleyemeyeceğiniz güçsüz, cılız bir ses. Ve anne olarak tüm sorumluluğu size ait emzirme 'görevi'. Bir yandan sürekli emmek isteyen küçük, miniminnacık, hassasiyet derecesini henüz bilmediğiniz bir bebek, diğer yandan çok acıyan göğüsler. Bir kerede güzelce emip şöyle bir 3-4 saat uyusa ne güzel olurdu diye düşünürsünüz ama yoook! Emerken uyuyakalır minimini, sonra azıcık emdiği için yine uyanıp yine emmek ister ama tam emmeye yeni başlamışken yine uyuyakalır ve bu böyle sürer gider. Sanırım 1 ay kadardı. Sonra da emdi tabii ama büyüdükçe bir kerede emme miktarı arttı haliyle, dolayısıyla da emme sıklığı azaldı; gerçi bizimki 10 aylık olana kadar 2 saatte bir uyanmaya devam etti, o ayrı!

Emzirme konusunda ben çok istekliydim, tabii YavruSu da. Ama alışmak biraz zaman aldı açıkçası. Yani sadece emzirme olayı değil tabii, bebekli hayata, yeni bir hayata, bambaşka bir hayata alışmak gerçekten çok zor oldu başlangıçta; hala birtakım zorluklar var ama sanırım artık hem biz alıştık, hem iletişim boyutu işin içine girince çok daha zevkli oldu, hem de öyle hızlı geçiyor ki zaman dönüp bir şey düşünmeye pek fırsat kalmıyor açıkçası. "Mommy brain" diyorlar; uzunca bir süre olmuştu bende de: Herşeyi unutuyorsun, aklında hep bebiş var ama onunla ilgili şeyleri de unutuyorsun bazen, dalgalanıp gidiyorsun, ta ki rüzgar seni bebeğin dışındaki hayatın içine savurana kadar.

X: Bana y ile ilgili maili gönderecektin?
Yeni anne: Aaa unutmuşum, göndereyim hemen.
(Aradan 2 gün geçer)
X: Ben maili almadım hala, göndermiş miydin!
Yeni anne: Hııı, hay allah tam gönderecektim o sırada bebek uyandı, ben emzirmeye gittim, sürekli ağladı, ... ay neyse pardon, hemen gönderiyorum.,
(Yarım saat sonra telefon çalar)
X: Bugün son gün, rica etsem şimdi gönderir misin acaba!!!
Yeni anne: (Artık o da ağlayarak) bu susmuyor, ne yapacağımı bilmiyorum, bişey mi oldu acaba, aç olamaz yeni emzirdim, gazı falan mı var, yoksa diş mi çıkarıyor, daha da çok erken ama, hay allah yine kustu, gitti sütlerim, oysa onları yapmak için ne çok uğraşmıştım, uaaaa...
Mutlu son: Durumu haber alan Z koşarak eve gelir, bebeği alır ve yeni anneyi zorla dışarı yürüyüş yapmaya gönderir :)))

Evet, beni zorla yürüyüş yapmaya gönderen 2 Z'm vardı. Her ne kadar kafamda YavruSu'dan başka bir şey olmasa da ve 20 dakika sonra merak içerisinde koşarak eve geri dönmüş olsam da o kadar iyi gelmişti ki o ilk yürüyüş bana, gerçekten anlatamam. Çok değişik duygular hissetmiştim; o hem duygusal hem de fiziksel olarak çok yoğun geçen ilk haftadan sonra ağlayarak çıkmıştım dışarı ve hep bebeğimi düşünmüştüm ama 20 dakika bile olsa ayrı kalmak iyi gelmişti ne yalan söyleyeyim. Sonrasında da burda karlar kalkana kadar hemen her gün yalnız başıma yürüyüş yaptım. 2 aylık olunca da bebişle beraber çıktık dolaşmaya. Sağolsun annem 5,5 ay bizimle kaldı, geceleri bebişi alırdı ve sadece emmeye getirirdi bana. Bu arada annelik mesaisinin hiç bitmediğini gördüm, kızınızı 31 yaşına getirseniz dahi, hala geceleri onun için uykusuz kalmaya devam edebiliyormuşsunuz --annemin hakkını nasıl öderiz bilmiyorum:))) 3 aylık olduktan sonra da beraber yatmaya başladık bebişle. Böylece hayat hepimiz için kolay oldu bir süre. Şimdi 11 aylık oldu ve artık T. devraldı birlikte uyuma olayını, çünkü ben yanında olunca sabaha kadar emsin istiyor ve ne beni ne de kendini uyutuyordu kerata. Şimdi baba-kız, onlar içerde uyurken, ben de aylar sonra deliksiz uykular çekiyorum bir başıma. Ve bu gerçekten çok iyi geliyor bana :-)

Ama ilk zamanlar hayat biraz uykusuz geçti hakikaten. Hele ki hem bedensel hem de ruhsal olarak bambaşka bir hayata alışmaya çalıştığınız, ve bu hayatın sizden yalnızca tüm enerjinizi değil, tüm benliğinizle sizi talep ettiği o ilk aylar... Neden lohusaların 40 gün boyunca yalnız bırakılmadığını o zaman anladım; ve postpartum sendromu denen illetin nasıl kapının önünde gece gündüz nöbet tuttuğunu... Önceden bu konuyla ilgili ne kadar hazırlık yapmış olsam da farkettim ki o ilk ayda içeriye girmesi an meselesiydi. Neyse ki annem vardı, ve neyse ki T. vardı. Hele ilk hafta babam, kardeşim, dayım, yengem de bizimleydi ve bizim dinlenmemiz için ellerinden geleni yapmışlardı, sağolsunlar :) Dayanışma çok önemliymiş gerçekten de, esas bunu anladım. Anne veya eş olmayabilir ama mutlaka arkadaşlar vardır ve eminim böyle günlerde yardım etmekten çok büyük mutluluk duyacaklardır.

Burdan kuzenim nezdinde tüm yeni annelere küçük bir uyarıda bulunmak istiyorum: bebeğiniz uyurken onu seyretmek, yok kalbinin atışını dinlemek, evi toplamak, emaillere cevap yazmak vb. faaliyetlere kalkışmayın. Mutlaka siz de uyumaya, yapamıyorsanız da en azından bir yere uzanıp gözlerinizi dinlendirmeye çalışın, belki bu esnada biraz olsun dinlenebilirsiniz ;) Biliyorum bu uygulaması çok zor birşey ama ben yapabildiğim zamanlarda çok faydasını gördüm. Uzun süre dinlenemediğimdeyse, sinir bozukluğu, akabinde sütün azalması, bu duruma hiç de sevinmeyen bebişin çığlık çığlığa ağlaması, uykusuzluğun ve çığlıkların sinir sistemimi ters yönde etkilemesi ve bunun tekrar bebişe dönmesi sonucu onun ağlama krizine girmesi, ve benim bu ağlamanın sebebini anlayamadığım ve denediğim hiçbir şey sonuç vermediği için daha çok gerilmem gibi kısır bir döngü içerisine girmediğim durumlar olmadı değil. Ben ettim, siz etmeyin diyorum yani! Şimdi o bezi ya da süpürgeyi (kitap diyemeyeceğim çünkü o da çok yardımcı oldu, hem uzun emme seansları esnasında, hem de uyanır diye yerine yatırmaya korkup göğsümde uyuttuğum gündüz uykularında) elinize almadan önce bir daha düşünün, bırakın o işleri Bay ve Bayan Z yapsın (eşiniz, partneriniz, anneniz veya arkadaşlarınız), bundan mutluluk duyacaklardır eminim. O yüzden kesinlikle yardım istemekten çekinmeyin. Unutmayın, bebeğinizin şu anda size ve sütünüze en çok ihtiyacı olduğu dönem ve bu günler bir daha geri gelmiyor.