Bir süredir müsveddelerim arasında duran bu yazıyı, WIC (Women in Computer Science)
mail list'ten gelen bir mesaj yüzünden hemen hazırlayıp yayınlamam farz oldu.
Konu, Barbie'nin gelecek mesleği. Astronot da dahil 120 kariyeri varmış zaten, şimdiki anketle bir sonrakini seçiyorlar: çevreci mi olsunmuş, cerrah mı, mimar mı, haber sunucusu mu yoksa bilgisayar mühendisi mi?
Computer Scienceçılar da maillistlere anketi göndermeye başlamışlar. Bana da sesli bir "Yetti artık!" demek düştü bu sabah.
Yazlık komşumuzun 7 yaşındaki kızının rejimde olduğunu duyunca çok şaşırmıştım, ama bugün barbie.com'daki figürleri inceledikten sonra neden artık "bulimia nervosa" diye bir hastalığın olduğuna şaşırmamak gerektiğini kesin olarak gördüm: çeşitli kanallarla dayatılan aşırı tüketim üzerine çok yeme ama öte yandan yine aynı kanallar vasıtasıyla dayatılan süper ince, zarif ve zafiyet arasındaki çizgide gidip gelen rol modellerine uymak için suçluluk hissederek her yediğini çıkarma. Evet, bu bir süredir vardı zaten. Şimdi bütün bunlara bir de kariyer peşinde koşan 'modern' kadın imajının eklenmesi, dahası bunu oyuncaklar aracılığıyla meşrulaştırmak da nerden çıktı???
Keşke bu kadarla kalsa diyorum. Ama yavruladıktan sonra gördüm ki oyuncak endüstrisi tahmin ettiğimden çok daha korkunç boyutlarda. Ve hatta iddia ediyorum ki Althusser'in vakti zamanında yazdığı "Devletin İdeolojik Aygıtları"na eklenebilecek boyutta.
Tek sorun, oyuncak bölümlerinin kız-erkek olarak ikiye ayrılıp kızlar bölümünde barbieler, soft renklerle ve özellikle pembe egemenliğinde tasarlanmış oyuncaklar, taçlar, kanatlar, mutfaklar, ütüler, bilgisayar oyunu olarak da SIMS ve benzerleri varken; erkek bölümünde vahşi renklerin hakim olduğu savaşçılar, silahlar, helikopterler, uçaklar ve World of War Craft tarzı binlerce oyun olması değil tabii ki. Bu, işin en görünür, dolayısıyla kaçınılması en kolay olan kısmı. Ancak bir de ayın karanlık yüzü var ki...
the dark side of the moon şarkısını getiriyor aklıma!
Geçen sene "Experience Design" dersinde oyuncaklarla ilgili bir makale okumuştuk. Roland Barthes (1967), Fransız oyuncaklarının, yetişkin dünyasının küçültülmüş birer kopyası olduğundan, burjuva yaşantısını öğretmek üzere her zaman işlevsel olarak tasarlandığından ve bunların doğanın değil de kimyanın ürettiği bir madde olan plastikten yapılmasından dem vuruyordu. En önemlisi de bu komplike objelerle karşılaşan çocuğun kendisini sahip (owner) veya kullanıcı (user) olarak tanımlayabileceğini ama hiçbir zaman yaratıcı (creator) ilişkisi kuramayacağını söylüyordu. Onun bir şey yaratması veya keşfetmesi gerekmiyor, kendisi için tasarlanan macerasız aksiyonları kullanıp sıkılınca da bir kenara atması icabediyordu; aynen burjuva hayatın mikro düzeydeki kopyası olarak... Halbuki tahta oyuncaklar öyle değildi; onlar, çocukla birlikte büyüyüp çocuğun yaratıcılığına göre her dönem farklı anlam kazanan doğal, sıcak, samimi oyuncaklardı.
Bu makaleyi okuduktan sonra kesinlikle plastik oyuncak almamaya karar verdik; kendimizi şanslı görüyorduk, çünkü 42 sene sonra bebişin oyuncak çağında artık tahta ve bez oyuncak üreten çok güzel oyuncakçılar vardı. Ama 1 yıllık araştırmalarımız ve deneyimlerimiz sonucunda gördük ki bunlar da, çoğu zaman, Barthes'ın eleştirdiği plastik oyuncakların sadece malzemesi değiştirilmiş haliydi. Plastikte bulunan BPA, Pthalates riski yoktu, ancak daha kötüsü, ucuz üretim amacıyla kullanılan zehirli boyalar içeriyordu bir çoğu. Sonuçta bunlar da oyuncak endüstrisinin dahil olduğu "Kapitalist Dünya Ekonomi" sisteminin (Wallerstein, 1979) bir parçası olan firmalar tarafından üretilmişti. Peki problem neydi?
"Şimdiki çocuklar harika" demiş Aziz Nesin; tesadüf, Roland Barthes'la aynı yıl. Bizim yavru Su'ya bakıyorum, annelik bloglarına bakıyorum ve bir kez de ben doğruluyorum Aziz Nesin'i: Gerçekten şimdiki çocuklar harika! Ama düşününce, acaba harika olan şimdiki çocuklar mı, yoksa yaratıcılığın sınır tanımadığı çocukluk dönemi mi diye de sormadan edemiyorum. Acaba eğitim adına kaybedilen binlerce güzel şeyden sonra mı, yoksa çocuklarımızı bu sistemin bir parçası olarak yetiştirdikten sonra mı 'yeni kuşak'ın ne kadar kötü olduğundan dert yanılıyor her kuşakta bir daha, bir daha??? "Bir bebekten bir katil yaratılmasını*" neye, kime borçluyuz? Soruyorum! Hrant Dink'in öldürülmesinin 3. yılında bir daha soruyorum!
Evet oyuncaklar ve oyunlar sandığımız kadar masum değiller, ne de kitaplar, ne de şarkılar ve daha 'ne'ler 'ne'ler... Öyle eline bir şeyler vereyim de oyalansın demeden önce bir kez daha düşünmekte fayda var.
*Rakel Dink'in bu konuyla ilgili konuşmasına
şu linkten ulaşabilirsiniz.