September 29, 2010

Çevre için çalışan güzel insanlar

Bir önceki yazıda plastik geri dönüşüm kodlarından bahsettik. Bir de geri dönüştürülemeyenler, geri dönüşüm kodu olmayanlar var ki bunların diğerlerine göre çok daha tehlikeli olduğu söyleniyor. Bunlar dışında daha bir sürü şey var dikkat etmek gereken, yorum yapanlar sağolsun hatırlattılar. Örneğin, teflon ya da ahşap oyuncak yapımında kullanılan tutkal. Yiyecek konusu var bir de... of of! Tabii bunlar bizim yaşamımızda atacağımız küçük adımlar ve malesef dünyanın ve hatta uzayın bile bu konuda ve başka pek çok konuda başı çok büyük dertte. Ve bunlar çok daha farklı bir mücadele anlayışını gerektiriyor.

Bugün İsveçli bir profesör bizim okula konuşma yapmaya gelmişti, konuşmanın konusu: "Moving Toward a Socially and Ecologically Sustainable World Society", yani "Hem sosyal hem de ekolojik olarak sürdürülebilir bir dünya toplumuna doğru harekete geçmek".

Milyonlarca yıldır süren yaşamın sadece son iki yüzyıldır varolan endüstrileşme yüzünden nasıl bir hale geldiğinden, doğal kaynakların çok hızlı bir şekilde tüketilmesinden bahsetti Isidor Walliman. Örneğin BMW, yüzde yüz dönüştürülebilir ve az enerji harcayan araba imal ettiklerini söylüyormuş. Araba diğer arabalara göre hafif, bu sayede daha az enerji harcıyor ancak kullanılan materyal plastik yani o da benzinden yapılıyor, dolayısıyla enerji kaynakları yine fazlaca harcanmış oluyor.

Böyle tonlarca aldatma üzerine dönüyor piyasalar. Bize söylenen şey, x ürünü (araba, bulaşık makinesi, cep telefonu, vs.) hayatımızı pratikleştiriyor, dolayısıyla bize zaman kalıyor, ancak bu ürünleri kullanmanın sağlımıza etkileri dolayısıyla uzun vadede bizim bu dünyadaki zamanımızdan çaldığı ya da hem kaynakları tüketmek hem de atık oluşturarak dünyaya olan etkileri dolayısıyla dünyanın evrendeki zamanından çaldığı unutuluyor.

Gelişim denilen şey tamamen yanılsama. Artık geliştik deniliyor, gelişim de teknoloji ile ölçülüyor, peki kişi başına düşen ağaç sayısı ne oldu? Ya da kişi başına düşen 'boş' zaman??? Şimdi artık insanlar 50 hafta çalışıp 2 hafta tatil yapıyorlar. Bu gelişme mi??? Ya sağlık? Çocuk kanseri çocuk ölümlerinde kazalardan sonra ikincil nedenmiş 2003'te, artık birincil!!! Herşeyde olduğu gibi, yine ilk önce çocuklar nasibini alıyor bu teknolojik ve bilimsel 'gelişmelerden'.

Bazen diyorum gidip köye yerleşelim, eskiden insanlar nasıl yaşıyorsa biz de öyle yaşayalım. Kardeşimin bir arkadaşı Ilinois Üniversitesinde bilgisayar-elektronik mühendisliği doktorasını yaptıktan sonra Google'dan gelen teklife rağmen, pılını pırtısını toplayıp memleketi İngiltere'de bir köye yerleşmiş. Bizde köy de bırakmadılar ki ortada, boşalttıkları yetmiyormuş gibi yaktılar bir de geri dönemesin diye insanlar!!!

Çok kirlenmiş dünya, okuduklarıma gördüklerime inanamıyorum, yıllardır! Ama karamsar olmamak lazım elbette, güzel şeyler de yapılıyor, güzel insanlar da var dünyada, mücadele ediyorlar güzel değerler için, barış için, çevre için, özgürlük için ve başka pek çok şey için.

Bugünkü konuşmada bir profesörümüz Amerika'nın enerji kaynaklarını tüketme konusunda 1 numaralı ülke olduğunu söyledi ve bu konuda önce hükümetin adım atması gerektiğinden ancak Obama'nın çizdiği tablonun aşırı sağda kaldığından dem vurdu. Konuşmanın en güzel kısmı burdan sonra başladı, Walliman, anarşist topluluklardan onların yaptığı güzel şeylerden bahsetti ve Amerika'da da bu konuda çalışan anarşistleri örnek gösterdi ve
"Anarchist behavior start the change from wherever you are. They look for local solutions to build up to the whole system" (anarşist hareketler değişime oldukları yerden başlarlar. tüm sistemin gelişimini sağlayacak yerel çözümler ararlar)
dedi ve şu anda Almanya'da süregiden çok büyük bir sivil toplum hareketinden bahsetti: şehirlerin sürdürülebilir enerji kaynakları kullanması ve enerji konusunda dışarıya bağımlılıklarını kaldırmak için lokal çözümler arıyor ve diğer şehirlerdekilerle buluşup bunları bir araya getirerek tüm sistemi etkilemeye çalışıyorlarmış.

Altını çizdiği önemli nokta, bu konuda yapılacak olan çalışmaların işin sosyal boyutunu da kapsaması gerektiği idi: "200 yıldır tüm dünyayı etkileyen bir sistemi bir çırpıda ortadan kaldırırsanız ortaya çıkacak olan kaos ve insan ölümleridir; bu yüzden sosyal değişimi ekolojik değişimden ayrı tutmamak, ve hatta sosyal değişimi de sürekli ve sürdürülebilir kılmak gerekir" dedi.

Bu konuda daha ayrıntılı okumak isterseniz, Walliman'ın kitabına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

* * *
Daha önce de pek çok yorumcunun belirttiği gibi kişisel önlemler, yaşam tarzımızda yaptığımız/yapacağımız değişiklikler yeterli olmaz, ciddi olarak elimizi taşın altına koymamız gerekiyor. Neyse ki bu konuda çalışma yapan kurumlar ve sivil toplum örgütleri var, bunları ciddi olarak desteklememiz gerekiyor. Yoksa bugün görmezden geldiğimiz atıklar, yarın popomuzu tırmalar! (link sizi konuyla ilgili çok güzel bir çocuk kitabına götürecek, tavsiye olunur :)

Sivil Toplum Örgütleri:

(Bu tarz kurumları yalnızca bağış yaparak değil, onlar için çalışarak veya hediyelerinizi de buradan seçerek destekleyebilirsiniz. Aslında tüketmemek en iyisi ama illa da alacağım diyorsanız benim hoşuma giden birkaç tanesi: Trees for a Change, Greenpeace'den bebek body. Bu ürünler biraz pahalı ancak şöyle düşünün: verdiğiniz parayla veya bağışlarla dünya için güzel şeyler yapılacak. Bu arada bağış yapınca acayip güzel mailler alıyorsunuz söylemedi demeyin :)

Ve olmazsa olmaz webloglar:

Okumak için Türkçe kaynak olarak BGST Bilim ve Toplum Biriminin web sayfasında Ekoloji dosyası var. Çok nitelikli çeviriler ve yazılar var, göz atmalı.

Not: Sizin bildiğiniz başka STÖ'ler veya bloglar varsa yorumlara eklerseniz yazıya taşıyabilirim ve böylece ilgilenenler için bu konuda bir kaynak oluşmuş olur.

September 27, 2010

Geri Dönüşüm Kodlarına Dikkat!

Eylül ayı bitmeden bu konuyla ilgili yazmayı planladığım daha çok yazı vardı ancak bir türlü fırsat bulamadım. Muhtemelen bu ayın sonuna kadar yetiştiremeyeceğim ama planladığım şeyleri ara ara yazmaya devam edeceğim. Öncelikle, daha önce bahsettiğim geri dönüşüm kodlarının ne anlama geldiğini daha ayrıntılı yazmak istiyorum.

Plastiği hayatımızdan çıkarmak istiyorum dediğimde T. bana Times dergisinde okuduğu bir makaleyi önermişti. Makale plastiği yaşamından çıkarmaya karar veren Jeanne Haegele adlı kadının tuttuğu blogdan bahsediyor, kadının yaşadığı zorlukları anlatıyordu. Blogun adı Life Less Plastic. Jeanne, markete gidip ürün seçerken nelere dikkat ettiğini, diş macunu, temizlik malzemesi, deodorant gibi şeyleri plastik kullanmadan nasıl yaptığını ve plastiği yaşamından çıkarmak için ne gibi adımlar attığını anlatıyor; ayrıntıları blogundan okuyabilirsiniz. Bir de şu video var, biraz yüzeysel ve sonu da biraz abuk bitiyor ama süpermarketlerde karşımıza çıkan plastiklerin nerelerde gizli olduğunu gösteriyor. Vaktiniz olursa bir göz atabilirsiniz.

Ben şimdi sizlere Jeanne'ın plastiğin sağlığa zararlı etkilerinden bahsettiği yazısını ve Evren'in şu yazısında linkini verdiği plastik kullanım rehberini özetlemeye çalışacağım.


1 - PET (Polyethylene Terephthalate): Kaçının!
KULLANIM ALANLARI: Su şişesi, soda, kola gibi gazlı içeceklerin şişeleri, yağ şişeleri, kozmetik şişeleri, sıvı sabun şişeleri, bazı kavanozlar.
ZARARLARI: Bunlar tek kullanımlık şişeler, uzun süreli kullanımda içinde bulunan antilom ve ftalat maddelerini sızdırma tehlikesi var.


2 - HDPE (High Density Polyethylene): Görece güvenli.
KULLANIM ALANLARI: Süt şişeleri, plastik torbalar, yoğurt kapları, deterjan kapları.


3 - PVC (Polyvinyl Chloride, aka Vinyl): Nam-ı diğer Zehirli Plastik! Aman dikkat!
KULLANIM ALANLARI: Oyuncaklar, yumuşak plastik önlükler, yağmurluk, yağmur botu, genel olarak su geçirmeyen ayakkabılar, montlar, banyo perdesi, plastik yer döşemesi, duvar kağıdı, elektrik kabloları, su boruları, bahçe hortumu, pencere ve kapı çerçeveleri, kozmetik ürünleri (losyon, şampuan, tırnak cilası), araba iç dizaynında ve medikal malzemelerde (kan, plazma ve damar içi sıvılarını taşımak için kullanılan torbalar, beslenme, solunum ve diyaliz tüpleri, sonda, solunum maskesi ve eldivenler).

ZARARLARI: Direkt temas dışında havaya kimyasal gazlar salması dolayısıyla da çok tehlikeli bu grup. Zaten paket açıldığında etrafa saçılan o keskin kokusundan tanırsınız mutlaka. Bende başağrısına sebep oluyor çoğu zaman. Bunun dışında akciğer yetmezliği, kilo artışı, insüline karşı direnç, sperm sayısında düşüş, spermin DNA'sını bozma; ayrıca ftalat ile karıştığı zaman erkek çocukların üreme sistemlerinin gelişimini olumsuz etkiliyormuş, testislerin normal yerine inmesi gerekirken karın kısmında kalması, küçük testis torbalı ve küçük penisli olmalarına sebep oluyormuş. Daha da zararlısı PVC'yi yumuşatmak için veya ömrünü uzatmak için eklenen diğer kimyasal maddeler PVC'den sızabiliyormuş ve bu maddelerin çoğu kansorejenmiş.

4 - LDPE (Low Density Polyethylene): Görece güvenli.
KULLANIM ALANLARI: Ekmek poşetleri, kuru temizleme poşetleri, plastik yiyecek kapları, ağır eşya taşımak için kullanılan kalın plastik torbalar.




5 - PP (Polypropylene): Görece güvenli.
KULLANIM ALANLARI: İlaç şişeleri, şişe kapakları, paketleme bandı, pipetler, patates cipsi paketleri, saklama kapları, tabak çanaklar.





6 - PS (Polystyrene, aka Styrofoam): Kaçının!
KULLANIM ALANLARI: CD ve Video kutuları, yumurta kutuları, plastik çatal-bıçak-kaşık takımları, et tepsileri, paketlemede kullanılan köpükler.
ZARARLARI: Kansorejen bir madde olan styrene sızdırabilir ve ayrıca hormonal değişimlere sebep olabilir.



7 - PC (Polikarbonat ve Diğer): Kaçının!
KULLANIM ALANLARI: Biberon, konserve kutuları, genel polikarbon su şişeleri, gözlük, güneş gözlüğü, kahve makinesi, laptoplar, CD ve DVD'ler, su filtresi, kağıt, tekstil, arabalar, diş dolgusu macunu.
ZARARLARI: Bu grup kalanları toplamak için genel bir grup aslında. İçinde BPA da olabilir, bitkisel bazlı biyobozunur yeni nesil plastik olan PLA da (Polilaktik Asit). O yüzden 7 numaralı plastik kodu için daha fazla araştırma yapmak gerekir. BPA'ya gelince, bu konuda hala tartışmalar devam ediyor olsa da hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda BPA, prostat ve meme kanseri, pubertenin erken başlaması, üreme organlarında bozukluk, sperm sayısının azalması, meme bezi değişikliği ve hamile kalmada zorluk ile ilişkilendirilmiş.

* * *

Biz bunlardan sonra bir katman daha temizlik yaptık:
Geri dönüşüm koduna göre güvenli olmayan tüm oyuncakları ve kapları önceden geri dönüştürmüştük zaten; sonrasında diş fırçalarını BPA'sız olanlarla değiştirdik, sabun ve şampuanlardan 1 numaralı kutuda olanları değiştirdik, 2 numaralı kutulara koyduk, YavruSu'nun yemek sandalyesinin tepsi kısmını çıkardık altına yükselti koyarak bizim masaya yakınlaştırdık, banyo malzemelerini (kova, su dökme tası, banyo oyuncakları) elden geçirdik ve 5 numaralı olanlarla veya BPA'sız olanlarla değiştirdik, yağmurluk ve yağmur botlarını PVC'siz aldık, kahve makinesinden kurtulduk onun yerine tamamen çelik French press aldık.

Ancak hala bitmedi, Berceste'nin dediği gibi "istilacı bu plastikler", herşeyin altından çıkıyorlar. Gerçekten çok daha ciddi adımlar atmak gerekiyor. Bir sonraki yazıda çevre için çalışan güzel insanlara yer vereceğim. Şimdilik elinizin değdiği hiçbir şeyin plastik olmaması dileğiyle hoşçakalın!

Kaynaklar:
Be wise with plastics. Healthy Child, Healthy World. Retrieved from
http://healthychild.org/5steps/5_steps_5/?gclid=CNiykc2XkaICFRMMDQod9Ccpjg

Negative health effects of plastic: A Strong Possibility. Life Less Plastic. Message posted to http://www.lifelessplastic.blogspot.com/2007/10/negative-health-effects-of-plastic.html

Understanding plastic recycling codes: A handy guide to safe plastic use. Retrieved from http://www.plasticfreebottles.com/pdf/Understanding-Plastic-Codes.pdf

Polyvinyl chloride. Wikipedia. Retrieved from http://en.wikipedia.org/wiki/Polyvinyl_chloride

September 17, 2010

YavruSu'dan haberler

Merhaba, ben Su, nam-ı diğer YavruSu,
Merak ediyordunuz di mi aylardır nerde bu kız diye. Efendim hemen söyleyeyim, bu annem denen kadın aylardır ele geçirdi blogu, çan çan çan... yok kendi anılarından, yok plastik denen bir şeyden, öyle atıp tutuyor durmadan. Oysa blog benim adıma açılmıştı. Neyse ki sevgili abilerim ablalarım, teyzelerim amcalarım bunu ona hatırlattı da ele geçirebildim blogu nihayet. Neler oluyor neler, annem gelmeden anlatayım hemen.

Efendim, bu anne ve baba denilen insanlar çok garipler gerçekten! Hergün yeni bir şey çıkartıyorlar başıma. Yok plastik, yok demir, böyle yeni yeni şeyler duyup duruyorum. Hayır sadece duysam neyse, mesela geçenlerde daha plastiğin ne olduğunu anlamadan annem denen kadın tuttu attı bir sürü oyuncağımı! Oysa çok sevdiğim toylarım, müzik enstrümanlarım vardı, mesela kıstelefonum, orgum, hepsi gitti hepsi, çok üzüldüm valla, ne güzel oynuyordum onlarla...

Sonra bu demir, protein denen şeyler çıktı. Garip garip şeyler yedirmeye başladılar bana, yok üzüm çekirdeği yağında kızarmış sütlü tofu, yok multigrain oatmeal içine kuru üzüm ve kabak çekirdeği... bir de etleri minik minik parçalara bölüp güzelim pilavın makarnanın içine koymuyorlar mı, sanki ben anlamayacakmışım gibi... ama garipler işte, dedim ya. Her defasında yemiyorum, her defasında yine suratlarını garip garip şekillere sokarak önüme getiriyorlar. Bir tek, uçak gibi vuuu yaparak yedirdi bir kere annem onu sevdim çok ama herşeyi yemiyorum tabii yine de. Sanki kendisi yiyor. Bakınız vuu yapmama rağmen ağzını kapatmış duruyor öyle,

yok çok doymuş, yok kilo alıyormuş artık yemek yemeyecekmiş... biz de yemiyorsak bir nedeni var herhalde. Neyse ki benim hiç kilo sorunum yok; 1 yıldır 10 kiloyum :) Annem kriz geçiriyor tartının üzerine çıktığımda ama bence gayet iyiyim, sağlıklıyım koşup oynuyorum, daha ne istiyor bu kadın anlamıyorum.

Neyse bırakalım artık domates-peynir muhabbetlerini de ben size yazın neler yaptığımı anlatayım. Geçen ay çok heyecanlı bir geziye gittik: Noyel Baba kasabasına. Öyle çok seviyorum ki Noyel Babayı, ne zaman Değnek Adam kitabını okusak, çatıdan geldiği sayfaya gelene kadar sabredemediğim için ortalığı yıkıp direkt o sayfayı açıyorum, benim için kitap o sayfadan başlıyor. Herneyse, Noyel Baba kasabasında önce içinde küçük küçük parklar olan kocaman bir yere gittik, bütün gün değişik parklarda eğlendik, parkların her yerinde su vardı, kaydırağa bile su koymuşlardı, keşke Bloomington'daki parklarda da olsa... hep kaydıraktan kayarım o zaman, hiç çocuklara sataşmam. Sonra, akşam olunca orda bir eve gittik, evin içine noyel baba koymuşlar ama o da ne! Gözlerime inanamadım! Hey gidi çatılardan sığmayan noyel babanın düştüğü hallere bak! Hemen annemlere durumu bildirdim, "Noyel baba küçük" dedim. Sonra tuttum kolundan bezini değiştirmeye götürdüm; eee, o boydakilerin bez takması gerekir di mi? Dedim ki:

- Noyel baba? Diaper change, noyel baba? Come on!

Sonra da kendi bezlerimden birini ona verdim ve güzel güzel takmama izin verdiği için de "Good job!" dedim. Haketti yani aferini. Annem aslında noyel baba bezi bırakmam için iyi bir örnek olabilir diye düşündü ama yoook, o daha çok beklesin, ben rahatım böyle.

Sonra tatilin ertesi günü kasabadaki Noel Baba müzesine gittik. Kasabada zaten metrekare başına düşen noel baba figürü/heykeli/resmi/vesairesi on beşti, müzede bu sayı oldu mu 115. Müzeden kendimi dışarı zor attım, dedim ki yeter artık, "şimdi de noyel baba kadın görelim!" Annem nedense bu talebime kahkalarla karşılık verdi. Ah benim kızım, feminist kızım diye cümle aleme duyurdu. Kulağa hoş geldiği için ses etmedim ama böyle herkese de anlatılmaz yani, yeter di mi.

Benden haberler şimdilik böyle işte sevgili abilerim ablalarım, teyzelerim amcalarım... beni bu yaban ellerde unutmadığınız için size teşekkürü bir borç bilirim. Sizi çok seviyorum :)

September 16, 2010

Google yokken sorularımızı kime soruyorduk?


Eskiden, yani bundan 15 yıl önce, simitçiler ve büfeciler vardı. Onlar lokal Google maps gibi işlevlenirdi. Bazıları işi ticarete dökmüştü, "Soru Sormak 1 milyon" diye yazıp asarlardı tezgahlarının cam kısmına, kendi el yazılarıyla acayip tasarımlar yaparlardı. Çoğu zaman yanlış tarif ederlerdi, 500 metre ilerde dedikleri yer, 3 km geride çıkardı. Bir de böyleleri vardı :)


Ben hiç pes etmezdim ama, 50 kişiyse 50 kişiye sorardım. Bulana kadar canım çıkardı o ayrı. Şimdi arabaya yazıyorsun söylüyor sana: sağa dön, sola dön, düz git diye. Belki şimdi, yani sen bu satırları okuduğun sırada "mola ver, tuvalete git" diyenleri de çıkmıştır. Kimbilir belki de doğala dönelim kampanyaları ses getirmiş ve tüm araçlar satılmıştır bile (farkındayım biraz ütopik oldu ama geleceğe dair güzel hayallerimiz de olmasa neye yarar yaşamak şu dünyada).

Herneyse, başka bir bilgi deposu da sokaktaki abla, abi, amca, teyzeydi. Mesela biz üniversitedeyken şöyle olaylar yaşanabiliyordu:

Yer: Kız yurdu önü telefon kulubeleri (evet o zaman cep telefonu da yoktu, kartlı telefon kullanırdık. Jetonlu telefon da kullandık ama üniversitede kartlıya terfi etmiştik. Jeton ne mi? Para gibi bişey işte, git Google'a sor, hem böylece yarıçapının kaç milimetre olduğu gibi son derece 'gerekli' bilgilere de ulaşmış olursun, aman hiç bir bilgi eksik olmasın, zira çağ bilgicilik çağı...)

Kızyurduna dönecek olursak, anektodumuz, bir grup oda arkadaşının kiralık ev aramasıyla başlıyor. Gazeteleri paylaşmış, uygun gördükleri ilanlardaki telefonları arayıp detayları öğrenmeye çalışıyorlar (Detaylar neden mi gazetede yazmıyor? Gazete denilen şey, gerçek sayfalardan oluşuyor, öyle internet gibi sınırsız sayıda sanal sayfa olamıyor da ondan. Ha bir de kelime başına para ödemen gerekiyor ilan verirken. O yüzden ilanda yazılanlardan herhangi bir sonuç çıkarmak pek mümkün değil. İşte, verdikleri minicik telefon numarası bu noktada devreye giriyor.)

Ve telefon sesi duyulur: Zırr, zırr (böyle çalıyordu gerçekten, şarkı falan yoktu öyle eskiden, valla)
T: Bu ev de olmadı! Of ya gene bu yurda kaldık seneye! Kül kedisi bile 12'ye kadar serbest, 11'de yoklama mı alınır ya, olacak iş değil (belli bir saatten sonra kapılar kitleniyordu, geç gelenler imza atıyordu, sonra kalktı neyse ki bu 'demokratik' uygulama).

E: Aaaa bak şu ilana; ne kadar uygun fiyatı; 3 odalı diyor hem de! Arayalım mı?

T: Bakayım. Kızım sen şaşırdın mı, bu fiyata İstanbul'da 3 odalı ev verirler mi kadına! Ya da belki de tuvaleti de oda olarak sayıyolardır, hahaha. (emoticon kullanmıyorduk o zamanlarda :)

E: Ayşekadın'daymış, nerede ki acaba, sen biliyor musun?

T: İstanbul ilanlarına baktığına emin misin?

E: Aaa dur şu amcaya sorayım bir.... Pardon bakar mısınız, bir soru sorabilir miyim acaba? Ayşekadın nerde biliyor musunuz?

Amca: Valla kızım, biz bu yurtta yeniyiz, Ayşe Hanım'ı hiç görmedim. (Amca yurtta kalmıyor, kızını yerleştirmeye gelmiş de, canından bir parça olduğu için, ondan ilk kez ayrılacağı için, biz diye bahsediyor kızıyla ilgili şeylerden).

T: Hihohaha, aldın mı cevabını şekerim? Biz en iyisi bu ev arama işine son verip bütün kızlar toplanıp eylem yapalım, açsınlar kapıları, bu ne ya, kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz. (1996 senesiydi, yani 20. yüzyıl :)

Sonra yurtta eylemler yaptık, yalnızca kapılar için değil tabii ki, bütün anti demokratik uygulamalar için, yoklamalar için, tacizler için, ve daha başka bir sürü şey için darbukalı davullu şarkılı danslı eylemlerimiz oldu, yürüyüşler yaptık sonra. Topluca ilettiğimizde taleplerimiz kabul gördü. Hak verilmez aranır deyip hakkımızı aradık hep. Üniversite yılları gerçekten çok başkaydı. Hep o yıllara dönmeyi istemişimdir, baştan yaşasaydım neleri değiştirmek isterdim diye hala hayaller kurar dururum. Yani eğer üniversitedeysen hayatını bir daha gözden geçir derim.

Bir de derim ki (anne nasihatları serisi 15 bin): sen sen ol, başkalarının değil, kendi istediğin hayatı yaşa, hayallerinin peşinden git. Çünkü çocukken öyle yapardın; yürümeye başladığın andan itibaren başının dikine, bizim gösterdiğimiz değil, kendi istediğin yöne doğru giderdin. Şimdi de bakmana gerek yok birtanem, nereye gidersen git, biz hep senin arkandayız zaten.

Neyse, bu kadar duygusallık yeter. Şimdi yazının konusuna geri dönelim ve sorumuzu bir de seyircilerimize soralım. Evet, Google yokken siz kime soruyordunuz sorularınızı? İstediğiniz yanıtları alabiliyor muydunuz yoksa kafaya gelecek olan terlik veya öğretmen korkusundan rahatça soramıyor muydunuz? Sırf sorusunu araştırmak için kütüphaneye giden var mıydı aranızda. Varsa söylesin süpriz ödül vereceğim :P Ha bir de arkadaştan öğrenilen bilgilerin güvenilirliği meselesi vardı, başına böyle bir şey gelen var mı? Evet, heyecanla cevaplarınızı bekliyorum :)

September 14, 2010

Anthem


bir süredir moral yoktu, şimdi de zaman...
bu aralar yalnızca okula gidiyorum ve geliyorum...





5,3 kilometrelik bir yolun ardından kampüse varıyorum



Ve bisikletimi parkedip



şu binanın içerisinde penceresiz bir labaratuvarda süper verimli (!) bir şekilde 10'dan 5'e kadar çalışıyorum.



Bu arada evde bir kız çocuğu büyüyor, yakalayabilene aşkolsun!
* * *

Bir de ülkenin gündemi var ki onu yakalayabilmek için sürekli yeni düzenlemeler yapıyorum ama... Misal, anayasa tartışmaları ve toplumsal muhalefet üzerine güzel bir söyleşi ve bir yazı dosyası okudum bu süreçte ancak yazabiliyorum:

Bir de son bir duyuru: Yarın Hrant Dink'in doğum günü dolayısıyla çok anlamlı bir etkinlik gerçekleşecek, Hrant Dink Ödülleri verilecek. Bu ödül, "ayrımcılıktan, ırkçılıktan, şiddetten arınmış, daha özgür ve adil bir dünya için çalışan, bu idealler uğruna bireysel risk alan, ezber bozan, barışın dilini kullanan, bunları yaparken, insanlara mücadeleye devam etme yolunda ilham ve umut veren kişilere verilecek".

Böyle insanlar olması ne güzel!

Ve ödül heykelciğini -ki heykelcik denir mi bilmem, şu ana kadar gördüklerimden epey farklı- tasarlayan Erdağ Aksel Leonard Cohen'in Anthem şarkısından esinlenmiş, ben de paylaşmak istedim, haftanın şarkısı olarak sidebar'a koydum, sonra da buradan dinleyebilirsiniz.
Diyor ki Cohen:

"Herşeyin üzerinde bir çatlak vardır
Ve ışık da oradan içeri girer"

Haydi size bol ışıklı günler!

Güncelleme: Hrant Dink Ödüllerinden birisi Türkiye'den vicdani retçi Mehmet Tarhan'a verilmiş. Kendisiyle ben de Çıplak Ayaklar Kumpanyası tarafından Mehmet Tarhan'dan esinlenerek hazırlanan "Mehmet Barışı Seviyor" adlı oyunda tanışmıştım (belki yeni sezonda tekrar oynarlar, kaçırmayın derim). Mehmet Tarhan, gerçekten de "ayrımcılıktan, ırkçılıktan, şiddetten arınmış, daha özgür ve adil bir dünya için çalışan, bu idealler uğruna bireysel risk alan, ezber bozan, barışın dilini kullanan, bunları yaparken, insanlara mücadeleye devam etme yolunda ilham ve umut veren" bir insan. Bu habere çok sevindim :) Haberin ayrıntıları ve Mehmet Tarhan'ın konuşma metni için tıklayınız.

Hrant Dink Ödülü'nün ikincisine ise Türkiye dışından haksızlıklara karşı durmadan, usanmadan, korkmadan mücadele eden İspanyol bir yargıç layık görülmüş: Baltasar Garzon Real.

Ve Karanlığa Işık Tutan diğerleri de anılmış gecede, ayrıntılar için buraya bir tık. Bu insanlardan biri de Nezahat Gündoğan. Kendisi "İki Tutam Saç: Dersim'in Kayıp Kızları" adlı belgeselinde 1938'de Kürtler Dersim'den sürülürken rütbeli asker ailelerine verilen kızların saklı tarihini, onlardan ikisinin birer tutam saçını koynunda saklayan kadınların anlatımıyla görünür kılıyor. Karanlığa Işık Tutan insanların gösterdiği karanlıkları gördükçe ne kadar üzülsem de, böyle insanların haberlerini okuyunca insanın içi ışık doluyor.

September 3, 2010

Plastik kullanımını azaltmak için neler yapılabilir?

Yine bir arkadaş dürtüklemesiyle geri döndüm :) Sağolsun Gülçin mesaj atmış, nerdesiniz diye sormuş, merak etmiş, en çok da YavruSu'yu. Kısaca yazayım, YavruSu'yla ilgili özel bir post yazacağım bilahare, şimdi kendimden bahsedeyim. Burada okullar açıldı, dersler başladı. Bu dönem biraz sınırlarımı aşayım, bakalım hangi noktada cozutacağım diye test yapayım dedim kendime. 1 ders alıp 1 ders vermeye karar verdim. Ancak normal aritmetik kuralları işlemediği için sıfıra eşitlenmedi, bilakis 2'yi de aştı, 3 gibi bir şey oldu. Bir de üzerine 3 farklı araştırma projesi eklendi veee dönem sonuna yetişmesi gereken nurtopu gibi 3 makale demek oldu. Bu durumda 3 vakte kadar kafayı kırmazsam iyidir deyip arayan, soran, merak eden, bu vakte kadar aklına gelmiş gelmemiş tüm dostlara selam ederim!

Nerde kalmıştık? Evet, aslında önce, plastikte bulunan kimyasalların sağlımıza etkilerini yazacaktım ancak çeviri yapmaya fırsat bulamadım. En yakın zamanda deyip sizi Evren'in bu konuyla ilgili yazılarına yönlendiriyorum:
ve çevreyle ilgili yazdığı çok önemli yazıları için: http://basitbiryasam.blogspot.com/search/label/çevre

Hep beraber yazalım plastik konusuyla ilgili demiş, çok da güzel demiş. Ben de bu ay içerisinde 2-3 yazı daha yazmayı planlıyorum bu konuyla ilgili. Şimdilik geçen hafta yazdığım, plastik kullanımını azaltmak için yapılabileceklerden bahsettiğim yazıyla başbaşa bırakıyorum sizleri:

Bizim evimizde gönüllü bir çevreci yaşadığı için bir süredir bazı önlemler alıyorduk. T. sağolsun pek çok şeyi araştırıp gündeme getiriyordu ve biz mümkün olduğunca uygulamaya çalışıyorduk. Çalışmalarımız her gün öğrendiğimiz yeni bir korkunç gerçekle aynen devam etmekte.
  • Markete bez torbalarımızla gidiyoruz, yetmezse kağıt torba kullanıyoruz ve bu kağıt torbaları tekrar kullanıyoruz. Açık çerez, baklagil veya fasulye gibi çok taneli ürünleri koymak için plastik torba kullanıyorduk. Şimdi bulk ürünler için kavanozlarımızı götüreceğiz, taze fasulye gibi ürünler için de küçük bez torba kullanacağız. Bu konuda Ibeking'in başlattığı çok güzel bir kampanya var: http://pazarfilesi.blogspot.com/
  • Kendi yoğurduğumuzu yapıyoruz. Mümkün olduğunca ekmek de yapmaya çalışıyoruz ama hala dışardan paketlenmiş ekmek alıyoruz, ekmek konusunda daha çok çalışmamız lazım.
  • Mutfak eşyası olarak cam, tahta ve çelik tercih etmeye çalışıyoruz. Ancak bıçak sapları, blenderın dışı hala plastik, tez zamanda alternatifleri araştırıla, teflon tavaların saplarından tutup ilgili şahısların kafalarına vurula!
  • Okula ya da kahve içmeye gittiğimizde kendi kupamızı götürüyoruz.
  • Sandviçlerimizi koymak için tekrar kullanılabilir paket kullanıyoruz.
  • Plastik şişe yerine paslanmaz çelik veya cam şişe kullanıyoruz. Ben okula da götürüyorum ve bittikçe musluktan dolduruyorum.
  • Kağıt peçete yerine bez peçete kullanıyoruz. %100 geri dönüştürülmüş ve tamamen suda eriyen tuvalet kağıdı kullanıyoruz. Kağıt havluya da gerek yok aslında, düşünceli annem gitmeden almıştı çok sayıda, 1 seneden fazla oldu hala bitiremedik. "Kullan at"lari minimuma indirmek lazim. Hatta, şimdi aklıma geldi, doktora giderken yanımızda temiz bir kaşık bile götürülebiliriz. Çocuğun ağzına soktukları kullan-at plastiklerden kurtulmuş oluruz. Babam boğazımızı temiz bir kaşığın sapıyla kontrol ederdi eskiden. Hala yaşıyoruz hepimiz.
  • Alışverişimizi çiftçi pazarından (bununla ilgili daha sonra yazacağım) ve üyesi oldugumuz kooperatif marketten yapıyoruz. Herşeyi organik almaya özen gösteriyoruz. Mümkün olduğunca taze sebze ve meyve tüketmeye çalışıyoruz. Ama, et, makarna, süt gibi şeyleri almaktan vazgeçemiyoruz. Vakit olsa da kendi makarnamızı yapabilsek, ve bu tarz aletlerde plastik kullanılmasa. Ancak sıvı sabun, şampuan, ve diş macunu kullanıyoruz.
  • Bisiklet kullanıyoruz. Ama arabayı daha çok kullanıyoruz. Şimdi yeni bir bisiklet daha almaya karar verdik. Artık okula gidip gelirken hava durumu müsait oldukça bisiklet kullanacağız.
  • Çöplerimizi geri dönüştürüyoruz. Plastik, kağıt, cam, pil, teneke gibi çöpleri ayrı torbalarda biriktirip ayda bir geri dönüşüm merkezine götürüyoruz. Umarım geri dönüşüm merkezleri yakın zamanda tüm şehirlere kurulur.

  • Ve yeniden kullanıyoruz. YavruSu'nun kıyafetlerini, hatta ayakkabılarını ve bazen oyuncaklarını Once Upon A Child adlı bir ikinci el mağazasından alıyoruz. En iyi durumda olanları arkadaşlara veriyoruz, kalanları ya yine Once Upon A Child'a geri satıyoruz (bağış gibi oluyor aslında, fazla bir para ödenmiyor) ya da geri dönüşüm merkezine götürüyoruz. Oyuncakları ve kitapları kütüphaneden alıyoruz. Kendi kıyafetlerimizi ilgili yerlere veriyoruz (örneğin burda My Sister's Closet diye bir yer var, bağış olarak kabul ediyor ve her parçayı 1 dolara satıyorlar. Türkiye'den gelmeden önce ben belediyeyi aramıştım ve gelip evden almışlardı, temizleyip ihtiyaci olanlara veriyorlarmış. Kırık kalem çalışması sağolsun, İstanbul'da verilebilecek adresleri ve telefonları toplamış, sizin de kullanmadığınız mobilya, kıyafet, kitap gibi şeyler varsa buraya bir tık).
  • Minimum tüketmeye çalışıyoruz. Para önceliğini kaliteli beslenmeye veriyoruz. Şöyle diyeyim, Japon komşumu cep telefonumun oyuncak olmadığına ikna edemedim, benim onunla dalga geçtiğimi düşünüyor ve YavruSu'nun oyuncağı olduğuna inanıyor :) Pek sık kıyafet almıyoruz, aldığımızda da outletlerden indirim zamanında almaya özen gösteriyoruz. Denk gelirse ikinci el kullanıyoruz.

Başka neler yapsak iyi olurdu?

Pamuklu bez kullansak, daha doğrusu kullan-at'ları hayatımızdan tamamen çıkarabilsek, kendi meyve sebzemizi yetiştirsek (aslında T. bu konuyla da epey uğraştı ama yazın burada olmadığımız için deneyleri hüsranla sonuçlandı), güneş enerjisi veya rüzgar enerjisiyle yaşasak, arabadan tamamen kurtulabilsek, kurutma makinesi kullanmasak, çamaşırlarımızı güneşte kurutsak, karbonat sirke gibi alternatif temizlik ürünleri kullansak ve çevreye zarar veren tüm devletleri, fabrikaları, insanları protesto etsek çok ama çok güzel olurdu.

Elinizin değdiği hiçbir şeyin plastik olmaması dileğiyle...