January 18, 2018

Zeka mı? Yetenek mi?

Deniz Bayramoğlu’nun sunduğu Gündem Özel programında zeka ve yetenek konusu tartışıldı. [izlemek için]
Katılımcılar: Fizyoloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Oytun Erbaş, Eğitimci Ali Koç, Akademisyen Psikolog Hilal Bebek, Psikiyatrist Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Ünübol, Voleybol Eski Milli Takım Antrenörü Gökhan Edman.

3,5 saate yakın, zihin açıcı bir programdı. Zekanın doğuştan geldiği, yeteneğin ise çevreye göre sonradan edinildiği konuşuldu. Örneğin Türkiye’de Amerikan Futbolu konusunda çok yetenekli kişiler yok, çünkü Türkiye’de yaygın bir spor değil. Neyin yetenek olarak tanımlandığı da önemli tabii. Örneğin, "elle balık tutma sporu" olsaydı dedi Ali Koç, "benim köyümden çok yetenekli insanlar çıkardı."

Yeteneğin gelişmesi için uygun bir çevre ve disiplinli çalışmak gerekiyor denildi. 10 bin saat kuralından bahsedildi. Bir konuda uzmanlaşmak için 10 bin saat çalışmak gerektiğinden. Ancak daha da önemlisi heves ve ilgi olması. Yoksa çocuğunuza zorla 10 bin saat piyano dersi aldırırsanız hiçbir şey olmaz.

Nadia Comaneci örneğini verildi. İlk kez cimnastiğe gittiğinde hocası, "bu çocuk esnek değil ama hevesi var" demiş. Nadia Comaneci de "Her antrenman benim için bir mücadeleydi” demiş. Sonuç odaklı değil, süreç odaklıymış.

Ortam da çok önemli denildi. Mozart da, Beethoven da müzisyen ailelerden geliyormuş. "Evde, ailede, çevrenizde böyle bir ortamınız yoksa, çocuğunuza zorla piyano dersleri aldırarak Mozart olmasını beklemek yanılgı olur. Zaten çocuğunuzda böyle bir deha varsa ders aldırmamak gerekir. Mozart konservatuara gitseydi en fazla, bir orkestrada, arkada kemancı olurdu, belki onu bile olamazdı” dedi Ali Koç. Aile ortamının, sosyo-ekonomik çevrenin öneminden bahsedildi.

[Tam tersi de geçerli: Resim yapan çocuklar genellikle 11 yaşında resim yapmayı bırakıyorlarmış. Çünkü yetişkinlerin resim yapmadığını görerek büyüdükleri için resim yapmayı çocuklukla özdeşleştiriyorlar ve büyümek için ya da büyük görünmek için bırakmak zorunda olduklarını hissediyorlarmış.]

- Bütün aileler neden çocuklarının çok özel, çok zeki, çok yetenekli olduklarını düşünüyor? Neden kurs aldırıyorlar? Özel okullara gitmesini isitiyorlar? sorusu için Hilal Bebek çok güzel bir cevap verdi:

"Asıl sorun, kendi öz-değerlik duygularını onaramayan aileler, çocuklarını kendi uzantısı gibi görüp, kendisinden ayrı bir birey olduğunu aslında içten içe kabullenmekte zorlanıp kendi parçalarını değerli hale getirmeye çalışıyorlar. Aslında bu çocuğu yok saymakla çok ilişkili bir şey. Belki de aslında dönüp dolaşıp kendilerine dönen şey, değersiz hissetmek; çünkü yok sayılan ve uzantı gibi görülen bir çocuk aslında yeteneklerini ortaya koyamamaya da çok gebe bir durumda.

Ebeveynlerde de gördüğüm şey, genel olarak narsistik bir eğilim var. Çocukları diğer çocuklarla rekabet ettirdikleri, diğer velilerle kendileri rekabet ettikleri. Çocuğa “Sen ne istiyorsun?", "Senin neye ihtiyacın var?", "Ayrı bir birey olarak sen şu anda ne yapmak istiyorsun?" sorusundan çok kendi ihtiyaçlarını çocuğun ihtiyaçları sandıkları… Çocuklar da aslında daha narsistik oluyor, ailenin uzantısı gibi büyüdüğünde. Skor odaklı yetiştiriliyorlar ve muhtemelen geleceğin depresifleri ve mutsuzları olacakları bir durum var.”

Ali Koç da, bu konuda, bugünün ebeveynlerinin geçmişteki eğitim hayatlarının payı olduğunu iddia etti: "Üniversite sınavını başaranların değerli olduğu, akademik başarının değerli olduğu bir sistemde yetiştiler. Şimdi 40’lı yaşlara geldiler, terapist koltuğunda yerlerini aldılar ve şunu gördüler: yaa, IQ aslında o kadar da önemli değilmiş. Keşke bir yeteneğim olsaydı da bu keşfedilseydi. Şimdi kendilerine döndüler. Ve kendilerine döndükleri için de çocuklarında onu aramaya başladılar. Çocuklarına dönüyorlar ve diyorlar ki, bir yeteneği vardır, umarım bunu kaybetmeyiz, zekası vardır, umarım bu körelmez. Çünkü hepsinin de başka bir öyküsü var, zekalarının köreltildiği ile ilgili."

Sonuçta ne zeka, ne yetenek denildi. IQ’su 150’nin üstünde olan çocuklarla uzun dönemli, kısa dönemli çok fazla çalışma yapılmış ve hiçbirinde zekanın başarıyla doğru orantılı olduğu gibi bir sonuç çıkmamış. Asıl önemli olan heves ve sebat denildi. Hevesin varsa ve sebat edersen başarılı olursun. O yüzden çocukların ilgi ve merakla yaptıkları bir şey varsa desteklemek gerekir denildi. [Bizimki bitmek bilmeyen bir hevesle slime yapıyor, vay halimize! 😱]

Bu arada kuralların, disiplinin öneminden, çocukların aile içerisindeki işlerde sorumluluk almasının öneminden, takım sporlarının öneminden, 3-4 çocuğun bir araya gelip birlikte bir grup kurmasının öneminden bahsedildi. Özellikle voleybolun (aradaki file dolayısıyla) şiddet içermediği için bir yardımlaşma ve takım sporu olarak öneminden bahsedildi.

Hilal Bebek çok önemli noktalara parmak bastı: ""Çok güzelim", "çok yetenekliyim", "çok zekiyim", "üstün zekalıyım" gibi etiketlerle kimliğimizi tanımladığımız zaman boynumuza geçirilen prangalar gibi bizim yönettiğimiz değil, bizi yöneten şeyler olmaya başlıyor. Ve bunun dışında herhangi bir şeye tahammülümüz kalmıyor. Çok güzel bir etiket gözükse bile bu kategoriyle sınırlandırmamak çok önemli.

Kendileri olmaları, spontan olmaları, hayalkırıklığı yaşamaya tahammüllü olmaları, başarısızlığa açık olmaları, oradan da öğrenecek bir şeyleri olduğunu vurgulamamız ve hedef odaklı değil, amaç odaklı değil, değer odaklı yaşamaları çok çok önemli.

Mikro-toplum olarak ailenin kendi değerleri önemli. Üretmek mi değerli? Denemek mi değerli? Keşfetmek mi değerli? Aile aslında kendi değerlerini yaşadığında ve bunları doğru ve sağlıklı tanımladığında, aile ortamının içerisinde zaten çocuk kendi değerlerini onlarla beraber oluşturmaya başlıyor ve bu zaten içselleştirilmiş bir şeye dönüşüyor. Ama burada ailenin bir değeri de şu olmalı: çocuk onun fotokopisi olmayacak, kendi değerleriyle ailenin değerlerini sentezleyebilecek.”

Benim çıkardığım sonuç: ebeveynlerin yapacakları tek şey çocuğun ilgi alanlarını desteklemek olmalıdır. Ama her şeyden önce koşulsuz sevgi vermek en önemlisi. Öz-değerlilik duygularının gelişmesi için onanmak, özellikle anne tarafından onanmak çok önemli denildi. Bence de ebeveynlerin çocukları için yapabilecekleri en güzel şey, o kurstan bu kursa taşıyıp yeteneklerini parlatmaya çalışmak değil, sadece koşulsuz sevgi vermek olacaktır. Yalnızca akademik başarıyı yüceltmemek, çok yeteneklisin, çok özelsin gibi etiketlendirmeler yapmamak, değerler üzerinden bir eğitim vermek çok önemli. Bence ebeveynler çocuklarla uğraşmak yerine, asıl kendileriyle uğraşmalı. Ortam önemliyse madem, çocuk ortamdan görerek besleniyorsa, sizin hevesle bir şey yaptığınızı görmeden, sizin değer verdiğiniz şeyleri öğrenmeden, sizin dediğinizi yapmayacaktır. Çocuklar ne yazık ki yap dediğimizi yapmaz, yapma dediğimizi yapar ama en çok da bizim yaptığımız şeyleri yaparlar. Bu yüzden bizim hevesimiz, azmimiz, öğrenme merakımız, öz-değerlilik duygularımız, iç huzurumuz eksikse, muhtemelen çocuklarımızın da eksik olacaktır.