Sevgili Günlük,
Bir süredir yazamıyordum. Türkiye'de vakit öyle hızlı geçiyor ki, tatilimizin yarısı bitmiş bile. Sadece 3 haftamız kaldı :( YavruSu ile burda çok mutluyuz, tüm gün birlikte, sürekli oyunlar, şarkılar, gezmeler, sevgi dolu yeni insanlar... Hülya ve Tuna, Babayız Biz ekibi ve daha bir sürü güzel insanla tanıştık. Burda maruz kaldığı yoğun ilgiden sonra kreşe tekrar başladığında sanırım biraz zorluk çekecek. Yine 1-2 saatle başlayıp yavaş yavaş artırmak gerekecek kaldığı süreyi. Gerçi bu sabah yine kreş arkadaşlarının isimlerini sayıp hayali olarak onları çağırdı: "Emily, come here, gel gel!", sonra sırayla Anton, Ryan,... Ordan başka arkadaşlara bağlandı, Sasha, Lara ve Lara'nın annesi (Y)eşim. Onlar Bloomington'dan ayrıldılar, YavruSu'nun en sevdiği arkadaşıydı, öyle ki kendi ismini öğrenmeye çalıştığı zamanlarda önce bir süre kendisine Lara dedi; ne zaman Lara'yla görüşsek 2 gün boyunca adını sayıklıyordu, dün birden yine aklına geldi, yüzüne bir tebessüm yayıldı, sonra da biraz hüzünlendi sanki. Sanırım Lara'yı epey özledi. Biz de çok özleyeceğiz Yeşimleri...
Şu anda Çeşme'deyiz, kimsecikler yok. Hava, su, tertemiz. Bütün gün koşturuyor yavru, 3 kişi zor yetişiyoruz enerjisine. Zaten 2 yaşındaki bir çocuğun bir günde yaptığı hareketleri bir atlet yapamıyormuş. Bizimki daha 17 aylık, demek ki 7 ay sonra vay halimize!
Bu akşam yemekte babası pırasa yedirmeye çalışırken kucağından fırlayıp kaçarak "nenem nenem" diye annemin kucağına attı kendisini. Alt metinde şikayet var tabii, bunlar bana nasıl böyle bir yemeği yedirmeye çalışırlar :) oysa uzun süredir hiç böye lezzetli pırasa yememiştim, Amerikadakilerin onda biri kadar incelikte, körpecik, tazecik, mini mini, güzel sebze :)
Dönüşte hep birlikte zorlanacağız besbelli. Keşke Avrupa'da olsaymışız; annem diyor ki o zaman 2-3 ayda bir gelirdim. Gerçi annem ayrı kalmaya dayanamayacak sanırım, maruz kaldığı yoğun YavruSu bıcırdamaları yüzünden belki kışın 1 aylığına gelecek ve bizi çok mutlu edecek :) Annem sağolsun sayesinde geceleri deliksiz uyuyoruz, hatta 17 ay sonra ilk kez gece dışarı bile çıktık ;) Yaşa annem, yaşasın anneler! Çalıştığı için annem kadar aktif olmasa da babam da çok ilgileniyor YavruSu'yla. Sürekli arıyor; artık telefonda sohbet etmeye başladı YavruSu da, "alo, dedem, meaba". Burdayken babam da altını değiştiriyor, oyunlar oynuyor, şarkılar söylüyor, kitap okuyor, uyutuyor. Ama malesef Pazar günü hariç sabah 9 - akşam 9 çalışıyor. Dedemizi çok özlüyoruz. Anneanneler, dedeler bir taneler :)))
Sonra, bıcır bıcır konuşuyor bebiş. Burda Türkçesi epey ilerledi, 2-3 kelimeli cümleler kurmaya başladı. Dil gelişimi tahmin ettiğim sırayla ilerliyor. Önce isimler geldi, sonra fiiller, fiil çekimleri ve zamirlerle edatlar; bu son ikisi, hemen hemen aynı zamanda. "Anne gibi" diyor, uzun düz saçlı kadınlara; "makarna gibi" mantıya ve "DoDo" gibi köpek yavrusuna. Yavru da gerçekten çok benziyor DoDo'suna.
Sıfatları ve zarfları bekliyorum sırada. Durum zarfları, zaman zarfları, soru zarfları, miktar zarfları, yön zarfları ... böyle on bin çeşit zarf vardı ya, neydi o kabus günler :) Hala öğretiyorlar mı acaba çocuklara bunları? Ben üniversite sınavından sonra silmişim. Neyse ki bebekler bu şekilde öğrenmek zorunda değil.
Ünlü dilbilimci Chomsky'nin dediğine göre "evrensel dilbilgisi" diye bir şey var. Bu konuda fazla bir okumuşluğum yok, çok ilginç bir alan aslında, merak içerisindeyim. Eğer sizin de ilginiz varsa, Chomsky'nin BGST Yayınlarından çıkan pek çok kitabı var. Bilgi Sorunları ve Dil kitabı bunlardan biri. Orda, bu konuyla ilgili şöyle diyor Chomsky:
"Evrensel dilbilgisi kalıtım yoluyla aktarılan, doğuştan gelen genetik bir yetenektir; insan dilinin değişmeyen ve öğrenilmeden bilinen özelliklerini içerir. Dolayısıyla dil, deneyim yoluyla öğrenilen bir şey değil de deneyimi düzenlemenin bir yoludur."İşte bu noktada bir süredir kafamı kurcalayan soru geliyor. İyelik ekleri olmadan yaşamak mümkün mü? Dilin parametrelerini değiştirdiğimizde özgürlük de beraberinde gelir mi? E ne de olsa Janis Joplin'in çok sevdiğim şu şarkısında dediği gibi, freedom's just another word for nothing left to lose!" (özgürlük kaybedecek hiçbir şeyinin olmamasıdır). Yani diyeceğim o ki, -ın, -in, -un, -ün'leri hayatımızdan kaldırmak mümkün mü? Çünkü bunlar olmazsa, sahiplik de olmaz, tümevarım yöntemiyle, özgürlüğe varırız belki :)
İşte YavruSu'nun bu aralar meşgul olduğu şeylerden biri de bu, dolayısıyla benim de ilgi alanımda. "Bu babanın, bu annenin, bu benim, vs." diye ayrıştırma işlemine başladı. Böyle bir şey söylediğinde, bu annenin değil diyorum, dünyanın, sırayla kullanıyoruz, şimdi sıra bende, yarın kimbilir kimde. Yiyecek, içecek gibi şeylerse söz konusu olan, hepimizin diyorum, paylaşıyoruz. Ursula K. LeGuin'in Mülksüzler kitabında okuduğum bir sahne geliyor gözüme. "Yemek için teşekkür etmene gerek yok" diyordu, "bu yemeği hep birlikte paylaşacağız". Çok etkilenmiştim o zaman.
Türkiye'de fazla yok ama Amerika'da acayip bir bireyselleşme ve aşırı bir kibarlık var ki bazen insanın deli olmaması işten bile olmuyor. Örneğin, insanların bireysel alanına girmeniz kesinlikle hoş karşılanmıyor, olur da karşınızdaki sizi anlamazsa, Türkiye'de yaptığınız gibi refleks olarak kulağına doğru eğilirseniz, aynı anda karşınızdaki insanın refleks olarak geri sıçradığını görebilirsiniz. Marketlerde uzaklarından geçerken bile "excuse me" demeniz icabediyor. Sanırım Türkiye'de zaten mümkün olamayacak bir uygulama; çünkü bu alan, birey merkezli, 1 m yarıçaplı çemberden oluşuyor ki burda bu kadar alanın (pi m^2), kişi başına düşmesi pek imkanlı değil gibi.
Şaka bir yana, mal mülkün olmadığı toplumlarda iyelik eki ve benzeri de yoktur herhalde. Yaşam tarzımız kullandığımız dili, kullandığımız dil de yaşam tarzımızı belirliyor. YavruSu'nun ilk doğum gününde arkadaşlarımızdan bir şey almamalarını rica etmiştik ve bu konuda gerçekten çok samimiydik, onlar aldılar gerçi. Oysa bize göre, bizimle, insanlarla, doğayla geçirdiği vakit, müzik ve kitaplar yeterdi. Oyuncak olarak da evdeki 3-5 oyuncak, kreşte ortak kullandıkları oyuncaklar, kütüphaneden haftada bir ödünç aldığımız oyuncaklar ve kitaplar yeter de artardı bile. Zaten oyuncaktan çok bizimle oynadığı oyunlarla, bizimle kurduğu etkileşimlerle daha çok ilgiliydi. Daha sonra ya da Türkiye'ye dönünce nasıl olacak bilemiyorum ama hala öyle. Neyse, bu konular derin konular, aslında daha ayrıntılı yazmak gerekir, şimdi yavru öğlen uykusundan uyandı, beni bekler; öpülmek ve koklanmak ister :)))