April 2, 2010

Doktora durumları

Bir arkadaşım, doktora yapanların ‘gerçek’ hayatta bir şey yapmaya cesareti olmayan insanlar olduğunu söylemişti. Kimbilir belki de onlar, küçükken sorgulamaya kalkışan insanlardı, ‘gerçek’ hayatla ilgili sorgulamaların iyi birşey olmadığını öğrenmiş, ama sormak araştırmak güdülerinden vazgeçememiş, zamanla sorularını farklı şekillerde sormaları konusunda yönlendirilmiş, eğitim almış insanlardı. Sorularını kalıbına uydurdukları sürece bir zararı yoktu. Hatta her ne kadar 'gerçek' hayatla ilişkilerini minimuma indirmiş olsalar da toplumda sükseli gözüken bir iş sahibi olacaklardı: Profesör. Toplumdan uzak olmasına rağmen toplum tarafından koşulsuz saygı duyulan bir meslek. 'Gerçek' hayata dair araştırmalar yapmasına rağmen çoğu zaman gerçek hayatla ilgisi olmayan, kopuk ve izole kişi.

Akademik dünya gerçekten enteresan burada. İnsanlar sayılarla varoluyor, sayılarda varoluyorlar. Yaptığınız yayın sayısı, aldığınız referans sayısı, gittiğiniz konferans sayısı, araştırmanızda kullandığınız olmazsa olmaz sayılar. Örneğin ben "critical theory" (eleştiri teorisi) çalışmak istediğimi söylediğimde danışmanım, bunun demode olduğunu, araştırmamda deneysel bulguların olmasının çok önemli olduğunu, aksi takdirde kimsenin beni işe almayacağını söyledi. Yani kısaca istatistik testleri uygulayabileceğim veri toplamalı ve bunları sayılara dönüştürüp o şekilde konuşmalıymışım, diğer bilim dallarını çok bilmiyorum ama en azından bilgi bilimi için bu böyleymiş.

Ben de peki dedim, o zaman blogları çalışayım, annelik bloglarını. Bizim alan daha çok Web'le ilgili analiz yapıyor zaten, e bloglar da bir nevi bilgi paylaşımı görevi görüyor, belki "information retrieval" alanında yeni birşeyler bulurum ve koparım :) Kopmaya niyetim olduğundan değil tabii, tek amacım bir an önce doktorayı bitirip öğrencilikten kurtulmaktı bu diyaloglar yaşanırken; zaten 'critical theory'de de bu yüzden ısrarcı olmamıştım, çünkü onun için pek aşina olmadığım bir literatürü (klasik felsefe, politik felsefe) çokça okuyup anlamam ve güzel bir şekilde yorumlamam gerekiyordu. Aslında yaratıcılığa en açık alan burası ve fakat benim gözüm iki senede böylesine ağır bir literatürü okumayı çok kestiremedi. Bu noktada üniversitede felsefe okumadığıma çok pişman oldum. Kafamı duvarlara vurdum ama burdaki duvarlar kağıttan yapıldığı için, olan bizim evin duvarlarına oldu. Ah kalın kafam, bi' işe yaramadığı yetmiyormuş gibi bir de zarar vermeye başladı...

...derken bölümden Grek kadom Illias'la konuştum. Bana tezim için konu bulmaya odaklanmaktan çok, ilerde ne yapmak istediğimi düşünmemi salık verdi. Mezun olduktan sonra ne olacaksın dedi? Nasıl yani dedim, e işte herkes gibi ben de üniversitede hoca olucam, yetmez mi. Yok dedi, "Bu hayatta ne yapmak istiyorsun?" diye tekrar sordu. Aynı akşam, yüzüncü kez eşim T. de benzer şeyler söyleyince, o noktada vurgun yemiş balık misali tutuldum kaldım...

Bu arada, seçtiğim konular dolayısıyla üniversitede işe alınmamın çok çok zor olduğunu öğrendim. Eğer üniversitede devam etmek istiyorsanız, tez konunuzun ‘marketable’, yani pazarlanabilir ve ‘serious’ yani ciddi olması gerekiyormuş. Öyle ideoloji, annelik falan çalışırsam vay halimeymiş; çünkü ilki pazarlanabilir değil ikincisi de ciddi değilmiş. Bloglar da, "public information" (halk bilgisine dayalı) olduğu için, bu tarz araştırmalar akademi dünyasında pek rağbet görmüyormuş. Ne olurdu sanki, ben de herkes gibi social network theory'e (sosyal ağ teorisine) ilgi duysaydım. Sosyal ağ derken, tabii ki akademi dünyanın içerisindeki ağdan bahsediyoruz, öyle blogroll'daki facebook'takine falan benzemez yani, çok ciddi(!) Şaka bir yana bunları çalışanlar tabii ki var ve bence olmalı da. Hatta bizim bölümden bir çocuk facebook profillerini inceliyor, sosyolojik açıdan. Ve bir başka doktora öğrencisi de bilimsel blogları inceliyor. O da annelik çalışmak istemiş ve minor'ını kadın çalışmaları bölümünde yapmış ama sonradan vazgeçmiş, gerçi şu anda da iş bulamıyor o ayrı.


Ama ümitsiliğe düşmemek gerekiyor. Bu konuda çalışıp iş bulanlar da var elbette, hem de çok güzel çalışmalar üretiyorlar. Bir tanesi: Association for Research on Motherhood (Annelik Araştırma Kurumu). Burdan çıkan kitaplardan birini okuyorum ben de şu aralar: Mothering and Blogging: The Radical Act of the Mommyblog. Bir de yeri gelmişken bahsedeyim, aynı yayınevinden değil ama doktora yapan ve üniversitede çalışan kadınların üniversitede anne olmakla ilgili yazdıkları makalelerden oluşan Mama PhD adlı bir kitap var, yine şu aralar okuduğum ve kendimden çokça şeyler bulduğum bir kitap. Sağolsun Lerna tanıtmıştı, kendisi 2 çocuk annesi ve doktorasını bitirmesi an meselesi :) Eğer siz de üniversitede varolma mücadelesi veren bir anne veya evde annelik mücadelesi veren bir akademisyenseniz mutlaka bu kitabı okuyun derim.

Benim mücadeleme gelince, yine merak içerisinde bırakıp kaçayım. Ama çok yakında döneceğim :) Şimdilik kitaplarla kalın, hoşçakalın!
* * *
Ve işte son durum...

9 comments:

sirâr said...

Sevgili Evren,
Heryerde durum aynı demek ki.İşin "racon"u bu olsa gerek :( Sen, hangi konuyu seçersen seç özgün katkılar sağlayacağından eminim.Biz de buradan takip ederiz durumu.Bahsettiğin kitapla ilgili de bir yazı bekleyerek 'armut piş,ağzıma düş' diyorum.Sevgilerimle...

İmza : Uzunyazılarınıhergecengundahadacoksever

Başak Çelik said...

Evren, harikasın!

Ne vahşi şu akademik dünya değil mi? Ben, içindeyken hep böyle düşünüyordum... sonra içinden çıktım, anne oldum, "evde annelik mücadelesi veren akademisyen" oldum; "oh beee, kurtuldum akademik dünyadan" dedim.... ama her geçen gün daha çok çalışmayı özledim! Sonra akademik dünyaya yeniden girmeye çalıştım, ama önerdiğimiz projeler ticari alanda yükünü tutmuş ve böyle de gitmesini isteyen mühendis-hocaların tekerine çomak sokacağı için pek destek görmeyince özel sektör dünyasına girdim!

Ve gördüm ki, akademik dünyadan daha da vahşi olan başka bir dünya var! Ne emeğe, ne de senin potansiyeline değer verilen, kocaman bir para sayma makinesi. Yani, sana annelikle ilgili yeni bir tanımlama: "özel sektörde varolmaya çalışan akademisyen anne" Ve bu anne de bu önerdiğin kitapları çok merak ediyor... bavulunda yer vardı, değil mi? :))

ycurl said...

Bana gore akademisyenlik gercek hayatta bir sey yapmayi sevmeyenlerin degil daha esnek ve yaratici bir ortamda calismayi tercih edenlerin bulundugu yer. Tabii her bolum ve konuya gore bu degisiyor. Ben muhendislik egitimi ve doktorasi aldim simdi temel bilimler de doktora otesi (uzay otesi gibi geliyor kulaga) calismalarim da bitmek uzere. Acikcasi en mutlu oldugum yer temel bilimlerdi. Istedigim ve ilgimi ceken bir konuda calisma imkani buldugum icin olsa gerek. Ama evet haklisin ne yazik ki kendini cok iyi marketable hale sokabilmen gerekli hatta funding almak icin ivy league okullarinda bulunmak bile yarisa hep onden baslamak demek. Bu ulkede akademisyenlik bence Turkiye'dekine gore oldukca zor cunku tenure alana kadar gercekten doktorada calismadigindan cok calisman gerekli yani fakulte oldum demekle is bitmiyor ne yazik ki!Ilk 5-6 yili oldukca stresli bir yasam. Bu acidan bu ulkede akademisyenlikle ozel sektor arasinda ben cok fark goremiyorum. Yani akademi de bir nevi egitimin ozel sektoru.
Turkiye'ye donecek olursak buraya gore cok cok rahat bir akademik ortam var buradaki kadar yaris oldugunu sanmiyorum. Resmen funding bulabilmek icin kendini yirtiyorsun kurtlar sofrasinda. O yuzden de marketable bir konu uzerinde calisman tavsiye ediliyor. Bana gore ozel sektorun su avantaji olabilir en azindan kafanda surekli arastirma ve nasil funding bulabilirim sorulari ile gecelerini ve haftasonlarini gecirmeyebilirsin ama calisma saatleri acisindan sagladigi esneklik ve tabii ki yaptigin arastirmanin hazzi hicbir seye degismez.

Damla said...

Çok garip. Benim niye Nurturia için Amerika'yı araştırırken, eli yüzü düzgün bir araştırma bulamadığım anlaşıldı. Kendi reklamlarını bedava haber yaptırmak için kullanıcılarının istatistik bilgilerini açıklayan "anne" siteleri haricinde. Halbuki bana gayet "Marketable" geliyor bu konu, garip...

ODTÜ için iş dünyasından uzak, o yüzden girişimci yetiştiremiyor, "akademik" denir. Aslında Türkiye'de üniversiteye giden hiç kimse "girişmek" için yetiştirilmiyor. İş dünyasına daha yakın illerde, üniversitelerde yetişen çocuklar kariyer hayatına görece daha rahat adapte olabiliyor."Akademik" tabir edilen ODTÜ mezunlarından özellikle İstanbul'da sözde kurumsal yapıların içinde çalışan ODTÜ'lülerse bir türlü ortamı benimseyemiyor. Sırf bu sebepten son zamanda bu kesimde bir girişimcilik eğilimi oluştu, bildiğimi okumanın tek yolu, kendi burnumun dikine gitmektir felsefesiyle.

Bende de Mom 3.0 var (http://www.mariabailey.com/books.html). Çok ticari bir bakışı olsa da, hiç Amerika'ya gitmemiş biri olarak yararlı olmuştu bana. Bu kitapları da okuyacağım, ne iyi oldu bu yazın (bu konuya devam etsin diye totem yapıcam, totem diye bir şey yapıldığını da yeni öğrendim, umarım yanlış bir şey yapmam :P)

Bir de blogher'deki blogları toparlayıp Google'da bir "parenting blogs search engine" yapmıştım (güncel olmayabilir, 1 yıl oldu), belki işine yarar: http://www.google.com/cse/home?cx=010725673078707586266:ugpdmr56dwo

Evren said...

Sirar,
Çok teşekkürler, çok tatlısın :=)

Başak,
Ayıp ettin, yer olmaz mı. Ben getiriyorum sana onları, umarım yüzyüze de görüşebiliriz. Senin durum içinse henüz kitap çıkmamış, akademi dünyası senden bekliyormuş ;)

Evren said...

Ycurl,
Dediklerinin hepsine katılıyorum, çok doğru! Bu esnek saatler ve araştırmanın verdiği manevi tatmin olmasa zaten hiçbirimiz burda olmazdık herhalde. Funding meseleleri de çok zormuş! Yine galiba en iyisi temel bilimler :)

Damla,
Gerçekten çok etkilendim. Sen ODTÜ'de hangi bölümdeydin? Girişimcilikle ilgili tespitlerine katılıyorum. Bu arada bence de çok güzel konular bunlar, ama bölümde konuştuğum 5 hoca ve 2 doktora öğrencisi de aynı şeyi söyledi, yani "kimse seni ciddiye almaz, funding bulamazsin". Umarım ilerde Kadın Araştırmaları bölümleri artar da bu konuları daha çok insan çalışır. Hatta eminim ilerde Nurturia çalışmak isteyenler de olacaktır :=)

Bu arada Totemi biraz kaydırdın sanırım, bahtıma başka bir konu çıktı :P

Gulcin said...

Demek akademik hayatta da olsan is dunyasinda da olsan durum ayni: ne yapmak istiyorsun sorusunu cevaplamak gerekiyor. Bu ara bana da herkes herkes bunu sorar oldu. Ne yapmak istiyorsun? Onceki yillarda kisa vadeler 1-2 ay hadi bilemedin 1-2 yil icin kabaca bir plana sahip olmak yetiyordu. Simdi 10 yil sonra kendini nerede goruyorsunlar basladi... boyle devam edip gidecek heralde nerede olursak olalim.

Ne dersek diyelim sanirim bu temel soruyu cevaplamak sart :( ben daha kendi cevabimi bulamadim Evrencim ama sen kendi cevaplarina yaklasmis gorunuyorsun senin adina cok sevindim :)

Darisi benim basima :)
Sevgiler

nurvenur said...

Cok guzel bir yazi olmus. Ben de doktoramin baslangicinda bloglarlar ile ilgili calismak istemistim. Aslinda computer science alaninda bu tur calismalar epey populer. Boyle bir konuda doktora yapinca yahoo veya microsoft gibi bir yerde is bulma orani da yuksek. Genelde marketing - reklamcilik tarzi isler bulunuyor. Ama akademide, boyle bir konuda funding bulmak cok zor. Bence temel sorun, bu tur ortamlarin cok kalici olmamasi. Cok kisa omurlu bir populerligi var bu internetteki sosyal aglarin. Bir 20 yil sonra doktorama bakip gecici bir konuya niye bu kadar kafa patlatmisim demek istemedim. Sanirim akademide de genel yaklasim boyle.

Evren said...

Gulcincim,
Evet bu soru beni de cok uzun sure kemirdi durdu. Simdi hayallerim var bakalim, umarim guzel birseyler cikar. Ve darisi basina :)

Nurvenur,
Soyledigin acidan hic dusunmemistim. Haklisin. Bakalim daha neler cikacak. Ben de konu odakli degil hayatta ne yapmak istedigime dair dusununce hem kendimi buldum hem de konumu :) Umarim rast gider.

Film elestirilerine bayildim bu arada, hemen alip izlemek istedim ama donem sonu, tahmin edersin durumumu :(